Osmanlı, Bizans’tan mı?

 

Prof. Dr. Halil İnalcık

“Günümüzde Osmanlı devlet ve kültürünün oluşumunda Orta Asya veya Anadolu medeniyetinden söz etmek “milliyetçi bağnazlıkla” bir tutulmaya başladı. Bu akım objektiflik örtüsü altında bir moda haline gelmiştir. Etnik azınlık bilinciyle, vaktiyle Balkanlı Osmanlı tebaasının yaptığı gibi, Osmanlı tarihini çarpıtmaya yönelik bir yayın furyası başladığını hayretle görmekteyiz.”

Fransız Cumhurbaşkanı Chirac’ın “Türkler Bizans’ın çocuklarıdır” beyanı nereden geliyor, neye dayanıyor, Osmanlı devlet ve medeniyetinin kökleri nereye gider, aşağıda bunu açıklamaya çalışacağım.

Balkan Savaşları (1911-1912) sonunda Osmanlı, Rumeli’den çıkarıldı. Tüm Avrupa Osmanlı İmparatorluğu’nun artık sonunun geldiğine inandı. O zaman, Osmanlı Devleti’nin doğuşu konusu üzerine gazeteci Herbert Adams Gibbons, bu konuda mevcut literatürü kullanarak, şöyle bir tez ortaya attı: “Osmanlılar, Bizans’a komşu sınır bölgesinde yerleşmiş yarı-göçebe Türkmen aşiretinden bir boydu. Bizans topraklarına gaza akını ve ganimetle geçiniyorlardı. Bizans’ın fethedilen topraklarında yaşayan Rumlar İslâmiyet’i kabul etmek zorunda kaldılar. Osmanlı Türkmenleri bir devlet kurma yeteneğinden yoksundular. Yüksek bir devlet ve medeniyet geleneğine sahip Rumlar, fetihleri iyi teşkilâtlı bir beylik haline getirdiler. İlk siyasi örgütlenme bu Rumlar sayesinde gerçekleşti. Bu süreç devam etti. Osmanlı yayılışı ile beraber birçok Bizanslı unsur, devletin kuruluşunda birinci derecede rol aldılar.” İşte Gibbons’un akla yakın görünen bu tezi, özellikle İngiltere’de yayıldı. Arnold Toynbee gibi tanınmış bir tarihçi, ünlü “A study of History” adlı eserinde bu tezi benimsedi. Bu tez, Türkler ve İslâmiyet hakkında Batı’da yerleşmiş olumsuz inanca uygun düşüyordu.

 

Gibbons’un tezini destekleyenler ve eleştirenler

Balkanlarda milliyetçi ve Marksist tarihçiler de, Osmanlıların kaba kuvvetle Balkan milletlerini esaret altına aldıkları teorisini benimsediler. Anadolu Selçuklu İslâm Medeniyeti’ni tamamen görmemezlikten gelen bu hipotezlere karşı ilkin Alman oryantalistleri tepki gösterdiler.

1930’larda Fuad Köprülü, Paris’te Sorbonne Üniversitesi’nde verdiği bir seri konferansta Gibbons’un tezini bilimsel kanıtlarla çürüttü. Daha sonra, Osmanlı siyasi kurumlarının Türk-İslâm devletlerinden intikal ettiğini gösteren bilimsel bir inceleme yayınladı(1) (Bu önemli makale İtalyancaya da çevrilmiştir). Artık ciddi hiçbir bilim adamı Gibbons’un tezini önemsemiyor, Osmanlı Devleti’ni aslında Müslüman olmuş Rumların kurduğu teorisi terk edildi.

Yakınlarda, 2000 yıllarında biri Fransız öteki Amerikalı iki profesör, Michel Balivet ve Heath Lowry bu teoriyi, yeni belgelerle kanıtlamak girişiminde bulundular. Aix-en-Provence’da profesör olan Balivet ciddi bir araştırmacıdır. Osmanlı Devleti ve özellikle Osmanlı kültür ve toplumunda Rum etkileri üzerinde bilimsel birçok olguyu toplayıp bir Osmanlı-Rum kültür kompleksinden söz etti, soruyu belli bir açıdan ele aldı. Halen Princeton Üniversitesi’nde (bir zamanlar Washington’da Türk hükümetinin kurduğu Institute of Turkish Studies’de direktör) olan Hetah Lowry 2003’de çıkardığı bir kitapta bu akımı izleyerek Gibbons’un teorisine yakın bir tezle ortaya çıktı(2).

Lowry için gaziler esas itibariyle, yalnız ganimet peşinde koşan akıncılardır, devlet kuramazlar (tabii Orhan’ın ilk vezirlerinin Selçuklu Anadolusundan gelen ulemadan olduğu gerçeği görmezlikten geliniyor). İlkin, devletin kuruluşu gibi çok karmaşık bir tarihî soruyu basite indirerek, gazâ mı değil mi, biçiminde ele almak yanlış bir yaklaşımdır. Genellikle Batılı yazarlar tek taraflı düşünmekte, sadece Hristiyan Bizans’ın ve Rumların önemini belirtme eğilimindedirler. Bu, gerçeğin yalnız bir yanıdır. Doğrudur, Anadolu Selçuklu şehirlerinden gelen unsurlar yanında Osmanlı tebaası olan Rumlar önemli mevkilere geçmiş, kuruluşta rol oynamışladır. Hatta Paleolog hanedanından Osmanlı hizmetine girmiş olan Paleolog Hâs Murad ve Mesîh Paşalar, Fâtih ve II. Bayazid dönemlerinde vezirliğe kadar yükselmişlerdir.

Osmanlıların yerli Hıristiyan tebaayı istimalet siyasetiyle korumayı bir devlet siyaseti olarak benimsediğini daha 1950’lerde ileri sürmüştüm(3). Daha ileri giderek Osmanlı maliye idaresinde ve daha önemlisi tüm örfî vergi sisteminde Bizans etkilerini belirten incelemeler yayınladım(4). Müslüman-Hıristiyan tüm köylü kitlelerinin hukukî ve malî statüsünü belirleyen çift-hane sisteminin, Bizans döneminden devr alındığını ortaya koydum(5). Başka bir katkım yerli Rum, Sırp, Bulgar, Arnavut askerî sınıf mensuplarının, Müslüman olma şartı koşulmadan, timarlı ordusuna alındığını ilk kez belgelerle ortaya koydum(6). Bu yazım Nedim Filipovic tarafından hemen Sırpçaya çevrildi.

 

Osmanlı İmparatorluğu Bizans’ın devamı mı?

Bizans’ın birçok bakımdan Osmanlı İmparatorluğu’nda devamı, bir tarih gerçeğidir ama Osmanlı Devleti’ni anlamak için bu, tek kaynak değildir. İslâmi gaza ideolojisi ve ilk Osmanlı vezirlerinin ulemadan olduğu gerçeği gözardı edilirse, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu anlaşılamaz. Evvelâ, “Wittek Gazi Tezi” diye bir şey yoktur. Wittek’e mâl edilen bu “tez”, Orhan (1324-1362) dönemine kadar çıkan tüm kaynakların üzerinde durdukları bir gerçektir. Osmanlı Beyliği’nin, savaşçı gaziler ve hukuk ve kurumlar bakımından Edebali, Çandarlı Halil, Karamanlı Rüstem Alâeddin Paşa gibi ilmiyeden gelen ulema-bürokratlardan kurulduğu açık tarihî bir hakikattir. Bu, yapay bir spekülasyon değildir.

Sözde gazâ ideolojisi Lowry ve ondan önce başkalarının öne sürdükleri gibi, Osmanlı tarihinde daha sonraki yüzyıllarda formüle edilmiş bir iddia değildir. İngiltere’de son zamanlarda Colin Imber ve Colin Heywood, bu tek taraflı yaklaşımı başka biçimde destekleyen yayınlarda bulundular. Sözde, Osmanlı Devleti’ni kuran “gâziler” sadece ganimet peşinde koşan akıncılardan ibarettir. Köprülü’nün gösterdiği gibi, onlar Selçuk arka planını varlığını tamamen göz ardı etmektedirler. Onların yayınları, oryantalistlerin ve Köprülü’nün Anadolu’da Türk kültürünün devamlılığı tezine karşı olumsuz bir akım başlatmış ve maalesef bu memlekette de gönüllü yandaşlar bulmuştur. Günümüzde Osmanlı devlet ve kültürünün oluşumunda Orta Asya veya Anadolu medeniyetinden söz etmek “milliyetçi bağnazlıkla” bir tutulmaya başladı. Bu akım objektiflik örtüsü altında bir moda haline gelmiştir. Günümüz Türkiyesinde son zamanlarda etnik azınlık bilinciyle, vaktiyle Balkanlı Osmanlı tebaasının yaptığı gibi, Osmanlı tarihini çarpıtmaya yönelik bir yayın furyası başladığını hayretle görmekteyiz(7).

 

Osmanlı tarihinin aydınlatılması gerekliliği

Öte yandan memleketimizde mukayeseli tarih metoduyla milli devletler tarihinin üzerinde insanlık tarihi, toplum tarihi yapmanın, gerçek objektif tarih ilmi olduğu iddasında bulunanlar öne çıktı. Arşiv belgelerinin tanıklığından çok, mukayeseli tarihin (comparative history), soyut sosyolojik modellerin (center and periphery, ego ve öteki) tarihi süreci anlama ve yorumlamaya götüreceği ileri sürüldü. Ama şu basit gerçek gözardı edildi: Sağlıklı bir karşılaştırma yapmak için ilkin mukayese konusu olan birey devletlerin tarihini hakkıyla bilmek gerekir. Batı devletlerinin tarihi, Rönensans’tan beri arşiv belgelerinin ışığı altında didik didik araştırılıp ortaya çıkarılmış, böylece mukayeseye imkân veren bir zemin hazırlanmıştır. Osmanlı tarihinin ilk yüzyılı ise hâlâ karanlık içindedir. Neyi neyle mukayese edeceğiz? Bilinmezi bilinmezle karşılaştırmak bize neyi öğretebilir? Amerikalı sosyolog tarihçi, Gold Stone Osmanlı feodalizmini Batı ve Uzakdoğu feodalizmiyle karşılaştırma denemesi yaptı. Bu ancak sosyolojik hipotezler düzeyinde kalmıştır. Yerli kaynaklara ve arşiv belgelerine dayanan ciddi empirik araştırmalar, “milliyetçi bağnazlık” gibi algılandıkca Osmanlı tarihî gerçek yüzüyle ortaya çıkarılamaz(8). Bu arada Balkanlarda Osmanlı arşivlerinde çalışma yapan bir grup uzman (ilkin Bosnalı tarihçiler), Osmanlı devlet kurumlarını ve idaresini yakından inceleme fırsatını elde ettiler(9). Şimdi Balkan tarihçiliğinde milliyetçi veya Marksist bağnazlıklar bir tarafa bırakıldı. Bu çalışmalara son defa katılan Yunanistan’da Zachariadou, Evangelia Balta gibi Osmanistler yetişti. Bu satırları yazan, özellikle arşiv belgeleri üzerindeki çalışmalarıyla Balkanlarda Osmanlı yerleşiminin gerçek koşullarını incelemeye çalıştı. Bu eser tüm Balkan dillerine ve Arapçaya aktarılmış olup üniversitelerde ders kitabı olarak okutulmaktadır(10).

 

Osmanlı İmparatorluğu’nu oluşturan gelenekler

Bizans geleneği yanında, Osmanlı İmparatorluğu’nu yapan başka iki hâkim gelenek vardır; Anadolu Selçuklu sultanlığı yoluyla Orta-Asya Türk medeniyeti (özellikle devlet yasaları ve Yesevilikten kaynaklanan Türk halk dinî teşkilatları) ve İslâm medeniyeti (özellikle medreselerin temsil ettiği İslâm hukuku ve eski Mezopotamya medeniyetine kadar giden bürokratik idare). Osmanlı potasında Bizans geleneğiyle birlikte kuşkusuz ondan daha önemli olan bu iki gelenek Osmanlı siyasi kompleksi içinde erimiş, Osmanlı medeniyeti dediğimiz kendine özgü bir medeniyete vücut vermiştir(11). (Bu medeniyet ve o derece orijinal ve çekici idi ki, öbür ihtidalarla birlikte Galata’da bir rahip müslüman olduğu zaman Hıristiyan dünyasında gürültü koptu) (M. Belin).

Fâtih Sultan Mehmed, İstanbul ve Boğazlar, Anadolu ve Balkanlarda eski merkeziyetçi Doğu Roma İmparatorluğu’nun vârisi olduğunu iddia ediyordu. Bu kurucu hükümdar, aslında üç temel geleneği temsil etmekte idi. Bu gerçek onun hükümdarlık unvanlarında açık ifadesini bulmuştur. Fâtih “Sultanul-berreyn, Hakanul-bahreyn, Kayser-i Rum” (yani, iki karanın -Anadolu ve Rumeli- Sultanı, iki denizin -Akdeniz ve Karadeniz- Hakanı ve Romallar Kayseri) unvanlarını taşıyordu.

Dipnotlar

(1) Fuat Köprülü, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri Meselesi, Kaynak Yayınları

(2) Hetah Lowry, The Nature of the Early Ottoman State, Eren Yay.

(3) Halil İnalcık, Ottoman Methods of Conquest Studia Islamica II

(4) Halil İnalcık, Relationship between Ottoman and Byzantine Taxation

(5) Halil İnalcık, An Economic and Social History of the Ottoman Empire, Cambridge, 1994

(6) Halil İnalcık, Stefan Duşan’dan Osmanlı İmparatorluğu’na

(7) Bkz. Erdoğan Aydın, Fatih, Fetih, Mitler ve Gerçekler, 5. baskı, 2001

(8) Bkz. Beylik kurucusu Osman Gazi’nin gerçek tarihî faaliyeti üzerinde H. İnalcık “Struggle for Nicaea between Osman Ghazi and the Byzantines”, Nicaea, 2003

(9) Fuat Köprülü, Demokrat Parti hükümetinin Dışişleri Bakanı olarak arşivlerin Balkan araştırıcılarına açılmasında önayak olmuştur.

(10) The Ottoman Empire: The Classical Age, İlk Baskı, Londra 1977

(11) Osmanlı Uygarlığı, Kültür Bakanlığı, 2. cilt, Ankara 2002

 

Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın Ocak, 2005 sayısında (sayı:127) yayımlanmıştır.

Tarih
Etiketler
halil inalcık
osmanlı
bizans
bilim ve ütopya