İnsan doğanın efendisi mi, parçası mı?  

Yazan
Emrah MARAŞO
Bilim ve Ütopya Genel Yayın Yönetmeni
Yazının Okunma Süresi
5 dakika

COVID-19’la birlikte insanın doğadaki yeri yeniden sorgulanır oldu. Ya kendimizi doğanın efendisi olarak görmeye devam edecektik ya da efendilik taslamayı bırakıp doğaya dokunmadan yaşayacaktık. Hangi görüş doğru? Her ikisinin de doğru ve yanlış yanları var.
İnsan iş ve üretimle insan oldu. En büyük tarihsel eylemimiz de bu: Doğayı dönüştürmek ve doğadan ayrı bir öznelik bilincini oluşturan pratik etkinliğe girmek. Ayağa kalkışımız, ellerimizi kullanmamız ve alet üretmemiz biyolojik ve kültürel evrimimizin durakları açısından oldukça kritik eşiklerdir. Bu eşikler doğanın parçası olan bizi aynı zamanda ondan ayrı bir varlık haline getirdi. Üretim fazlasıyla ve teknolojik gelişmenin niteliğinin devrimsel boyuta gelmesiyle birlikte ayrıcalıklı bir sınıf adım adım oluştu. Uygarlığın mayalanması ve devletin ortaya çıkışı işte bu tarihsel sürecin içindedir. Tarım, köyler, kentler, ordular, su kanalları, bilimin gelişmesi… Aydınlanma düşüncesi, Fransız Devriminin açtığı yol ve kapitalist toplumun kuruluşu, sanayi devrimi… Büyük dönemeç asıl burada gerçekleşti. Kapitalizm, üretici güçleri Marx’ın Manifesto’da ifade ettiği gibi önceki çağların görkemli yapıtlarıyla kıyaslanmayacak ölçülerde geliştirdi ve tüm insanlığa disiplini ve kitlesel üretimi dayattı. Bizler artık güneşin batışına veya doğuşuna göre kalkıp yatmıyor, günlük yaşamımızı doğayı hayatımızın merkezine alarak planlamıyorduk. Vardiya saatleri, piyasanın arz ve talep dengesi, karnımızı doyurmamız için çalışmaya katılma zorunluluğu hayatımızı belirliyordu. Doğadan kopuş ve doğayı bir üretim aracı olarak görmek sözünü ettiğimiz dönüşümle oldu. Dönüşümün dramatik olarak betimlenmesi onun nesnel olarak insanlık tarihinde oynadığı muazzam devrimci rolü gölgelememelidir. Çünkü bu rol olmasaydı geleceğin dünyasında bilimin, aydınlanmanın, eşitliğin, özgürlüğün, insanca yaşamanın maddi temelleri atılamayacaktı. Yalnızca araçların yönetileceği bir dünya özlemi olmayacaktı. Yapay zekâdan, CRISPR çalışmalarından, Mars’a gitmekten, uzayda koloniler kurmaktan, ilaçlardan, aşılardan bahsedemeyecektik. Demek ki doğayla mücadele ettiğimiz ve onu bir yola soktuğumuz, onu biçimlendirdiğimiz oranda daha fazla insanlaştık ve özgürleştik. Ancak bu özgürleşme doğayı yok etme, rant için ormanları katletme, ozon tabakasını sorumsuzca delme özgürlüğü anlamına gelmiyor. Özgürlük, bir sınırlılık içinde anlamlıdır. Başıboş değildir. Planlama o nedenle kamucu ve halkçı sistemler için vazgeçilmez bir araçtır. Doğaya uyum dediğimiz şey, doğanın parçası olan fakat doğadan da ayrışan bizlerin onun yasalarını anlayarak hareket etmesi demek. Vahşi hayvanların yaşam alanlarını tahrip etmek, onların ticaretini yapmak uyumsuzluğun iki önemli örneği. İnsanlık bu uyumsuzluklara devam ettiği müddetçe ödeyeceği bedeller de ağırlaşacak. İnsanın ve üretimin ihtiyaçlarıyla doğanın arasındaki dengenin kurulması bu nedenle önümüzdeki yıllarda oldukça kritiktir.

Çoklu ve paralel evrenler
Çoklu ve paralel evrenler konusuna da bu çerçeve içinde bakabiliriz. Dünyamız koskoca evrende küçücük bir yer kaplıyor. Biz nerede duruyoruz? Kendimizi dinsel ortaçağda olduğu gibi evrenin merkezine koymamız elbette doğru değil fakat evreni anlamak için de gizilgüçlerimizin ve yaptıklarımızın bilincinde olarak adım atmamız önemli. Peki, bu evrenden başka evrenler var mı? Kuantum teorisi ve sicim kuramı çoklu ve paralel evrenlere bakışta bize nasıl olanaklar sunuyor? Felsefe ve bilim kurgu konuya nasıl yaklaşıyor? Çoklu ve paralel evren eleştirisi bize ne söylüyor? Hepsini kapsamlı dosyamızda bulacaksınız.

Salgınlar, Anadolu, virüs, evrim, koku ve tat…
COVID-19’dan yola çıkarak özel dosyamızı devam ettiriyoruz. Salgınların tarihini arkeolojik, antropolojik, biyolojik, tıbbi ve kültürel boyutlarıyla okuyacağınız çok sağlam makaleler sizleri bekliyor.

100 yıl önce yazıldı!
Türkiye’nin ilk apokaliptik metni ilk kez Bilim ve Ütopya’da. Yaklaşık 100 yıl önce yayınlanan metni Doç. Dr. İnan Kalaycıoğulları yayıma hazırladı.

Üç yeni sabit sayfa
Yeni sabit sayfalarımız sizlerle! Arkeolog Nurdoğan Kayaalp Gülen Tabletlerin Dili sayfasıyla bizi yüzyıllar öncesine götürecek. İç Mimar Meral Akçay Sanatın Hafızası köşesiyle mimarinin, mekânın, tasarımın değerini ve anlamını alanında uzman isimlerle konuşarak anlatacak. MSGSÜ Öğretim Üyesi Prof. Caner Karavit Sanatın Arka Sokaklarında sayfasıyla okurlarımızı bu alanın az bilinen sanatçıları ve eserleriyle buluşturacak.
Hepiniz hoş geldiniz, güç verdiniz!
Bu sayımıza katkı sunan değerli yazarlarımıza tek tek çok teşekkür ederiz.

Çiviyazısı