Feza Bey, 7 Nisan 1921 günü Anadoluhisan Otağtepe’de annesi Prof. Dr. Remziye Hisar’ın ailesine ait büyük evde doğdu. Babası Doktor Reşit Süreyya Gürsey tıp doktoru ve öğretmen olmasının yanı sıra bilime ve sanata büyük ilgisi olan bir aydındı. Bu nedenle pek çok bilim merkezini dolaşan, hatta bir ara Viyana’da Schrödinger’in öğrencisi olan Doktor Reşit Bey, 1962 yılında ABD’de vefat etti.
Darülfünun’un fen okuyan ilk kız talebelerinden olan Remziye Hanım, Avrupa’da kadınların pek azının kariyer yapabildiği bir dönemde, 1920’lerde, Sorbonne’da Devlet Kimya Doktorası yapmayı başarmış bir bilim aşığıydı. İstanbul Teknik Üniversitesi’nden emekli oluncaya kadar bilimsel araştırmalarını sürdürdü. 1991 yılında TÜBİTAK Hizmet Ödülü’nü aldı ve 1992 yılında, oğlunun vefatından kısa bir süre sonra, hayata gözlerini yumdu.
Remziye Hanım, Doktor Reşit Bey’le öğretmenlik yapmak için gittiği Bakü’de tanışmıştı. Orada 1920 yılında evlenmişler ve aynı yıl birlikte İstanbul’a dönmüşlerdi. Kurtuluş Savaşı sırasında Doktor Reşit Bey Ankara’ya, Remziye Hanım ise öğretmenlik yapmaya Adana’ya gittiği için, Feza Bey Hisar’daki evde anneannesi ve teyzeleri tarafından özenli, sevgi dolu bir ortamda büyütülmekteydi.
Kurtuluş Savaşı sonunda, 1923 yılında, Doktor Reşit Bey, Röntgen ışınları konusunda araştırma yapmak üzere izin aldı ve Paris’e gitmeye karar verdi. Remziye Hanım da tahsilini devam ettirebileceği düşüncesi ile Adana’dan Paris’e geldi. 1924 yılında, Paris’te, bu olağanüstü çiftin kızları Deha doğdu. Deha’nın doğumundan sonra Remziye Hanım Milli Eğitim Bakanlığı bursu ile Sorbonne Üniversitesi’nde kimya doktorası için çalışmalara başladı. İstanbul’dan Feza Bey ile gelen teyze de iki kardeşin bakımını üstlendi.
Feza Bey ilkokula Paris’te Jeanne d’Arc okulunda başladı ve daha orada öğretmenlerinin hayranlığını kazandı. Remziye Hanım doktora çalışmalarının yarısında geri çağrılıp yeniden bursunu uzatabilmek için Türkiye’ye döndüğü zaman Feza Bey’i Galatasaray Lisesi’nin ilkokul 3. sınıfına yatılı olarak yazdırdı ve yanına sadece Deha’yı alarak Paris’e döndü. Deha Owen Gürsey İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra ABD’nin önemli tıp okullarından Johns Hopkins’te psikiyatri profesörü oldu ve halen Baltimore’da çalışmalarını sürdürüyor.
Üniversite yılları
Feza Bey Galatasaray Lisesi Fen bölümünü, 1940 yılında, yerli, yabancı tüm hocalarını etkileyen bir efsanevi öğrenci olarak birincilikle bitirdi. Feza Bey lisedeyken fizik öğrenmeye karar vermişti, bu nedenle İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesine girdi. Oradaki eğitim biraz hafif gelince, kendi deyişi ile “Asaf Halet Çelebi ile küllük kahvesinde tasavvuf, aşk, şiir ve sanattan dem vurmaya” koyuldu. Ancak, “her şeye rağmen fizik öğrenmeliyim” diyerek “derviş cübbesi yerine araştırıcı cübbesini” giymeye karar verdi ve 1944 yılında İ.Ü. Fen Fakültesi Fizik-Matematik Bölümü’nden lisansını aldı.
Mezuniyetten sonra İTÜ'de asistan olarak çalışırken açılan Milli Eğitim Bakanlığı sınavını kazandı ve İngiltere’de Imperial College’da Prof. Dr. H. Jones danışmanlığında doktora çalışmalarına başladı. Londra’nın bohem ve entellektüel yaşantısına katılırken araştırmalarını da sürdürüyordu.
Feza Bey 1947 yılında annesine yazdığı bir mektupta çalışmalarını şöyle anlatıyor: “Sevgili anneciğim, zannettiğin gibi davetlerde falan değilim. Gece gündüz çalışıyorum. Hocam Prof. Jones ile görüşerek bundan sonra kendi mevzuumda çalışacağımı söyledim. ‘Pekiyi ama bu benim ihtisasım dışında olduğu için yalnız çalışmak mecburiyetinde kalacaksın dedi. Ben de olanca kuvvetimle iki senedir üzerinde çalışmak istediğim meselelere takıldım. Umumi saha nazariyesi ve elektromagnetik, meson ve elektron sahaları arasındaki münasebetler. Yani sırf spekülasyon. Bu mevzu üzerinde harıl harıl çalışanlar Dirac, Born, Schrödinger, Pauli, Heitler ve ekolleri. Tabii tehlikeli bir vadi. Bir sene mühimce bir metod bulamazsam kendimi pratik meselelere vereceğim, iki haftadır hocam ‘Nasıl, ilerliyor mu?’ diye sordukça kulaklarıma kadar kızarıyor ve cevap veremiyorum. O da tebessüm ediyor. Bu yolda hiçbir şey yapamayacağıma kani. ‘Pauli, Fermi, Dirac yerinde saydıktan sonra diye düşünüyor ve delice cüretime gülüyor. Bugünlerde bu esas muadeleleri (denklemleri) kuaterniyon formalizmine sokmaya çalışıyorum. Hocam tensör ve spinör hesapları dururken kuaterniyonların lüzumsuz ve ukalaca olduğuna emin. Hakikaten yaptıklarım şimdilik şekli olmaktan ileri gidemiyor ama hiç olmazsa Cambridge Philosophical Society’nin mecmuasına kabul ettirebilirsem hocama büsbütün vaktimi ziyan etmediğimi gösterir diye ümit ediyorum... Fakat bu defa karar verdim, hocamın ihtihzasına (alaycı ifadesine) ve Fatin Hoca’nın tazyikine (baskısına) rağmen bir şekil almasını beklemeden elimdekileri Cambridge Philosophical Proceedings' e göndereceğim. Canım anneciğim sen ne dersin? Bu ambition'dan vazgeçip de memlekete daha faydalı bir yol mu tutayım? Galatasaray’da Necati isminde bir çocuk benim için ‘daima çok yükseğe nişan aldığı için göreceksiniz bir raté olacak’ demişti. Fakat raté (başarısız) olduğumu kabul edinceye kadar önümde öyle harikulade bir serap var ki....”
İlk bilimsel araştırmaları
Feza Bey’in ilk yayınlanan çalışması, Tek Boyutlu Bir İstatiksel Mekanik Sistem başlıklı makalesine yıllar sonra Almanya’da yayınlanan bir ansiklopedide önemli bir çalışma olarak gayet etraflı yer verildi. Haziran 1950’de Kuaterniyonların Alan Denklemlerine Uygulanması adlı tezi ile Imperial College Matematik bölümünden doktorasını aldı. İki Bileşenli Dalga Denklemleri Üzerine adlı makalesi Physical Review mecmuasında yayınlandı.
1950-1951 yılını Cambridge Üniversitesinde, genel relativité, konform grup ve kuatemiyonlarla ilgili araştırmalarına devam ederek geçirdi. Bu dönemde tanıştığı F. Dyson (Princeton İleri Araştırmalar Enstitüsü’nde Matematik Profesörü) Feza Bey için şöyle demişti: “Normal bilim adamlarının ancak yıllar sonra önemini kavrayabileceği konularda temel katkılar yapabilen, zamanının çok ilerisinde olabilen ender insanlardan biridir”. Bu ender insan, 1951 yılı sonunda Kandilli Rasathanesinde zaman servisinin Quartz saatlerinin çalıştırılmasında görevlendirileceği için iki ay Greenwich Rasathanesinde pratik yaptıktan sonra yurda dönmesini isteyen bir yazı ile İstanbul’a geri çağrıldı.
İstanbul’a döndükten bir müddet sonra İ.Ü. Tatbiki Matematik kürsüsüne asistan olarak tayin edildi ve 1952 yılında İ.Ü. Fen Fakültesi asistanlarından Süha Pamir ile evlendi. Aynı yıl askerlik görevi için Ankara’ya Yedek Subay Okulu’na giden Feza Bey askerde iken doçentlik tezini hazırladı ve 1953’te sınavı geçerek Doçent unvanını aldı. 1954 yılında da Tatbiki Matematik kürsüsüne doçent olarak atandı. 1954 yılında Süha ve Feza çiftinin tek çocukları Yusuf doğdu. Yusuf Gürsey de ailesinden gelen genlere uygun olarak Brown Üniversitesi’nden fizik doktorası aldı, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde Doçent oldu. Halen Amerika’da yaşamaktadır.
1950’lerde Feza Bey, Fikret Kortel ve Cahit Arf “gün ışığını Türkiye’ye sokmak”, yeni fikirleri yaymak ve üzerinde çalışabilmek için seminer ve dersler yapıyorlardı. Bu derslere öğrenciler, asistanlar hatta bazı hocalar girerlerdi. Feza Bey’in sekreterliğini yaptığı 1952 yılında düzenlenen uluslararası büyük mekanik kongresi, Prof. Dr. Erdal İnönü ile Feza Bey’in tanışmasına neden oldu ve dostlukları sonuna kadar devam etti. Kongreye Abdus Salam ve Behram Kurşunoğlu da katılmıştı. Fen Fakültesi’ndeki yeniliği dışlayan tutuma ve ilgisizliğe rağmen Feza Bey çalışmalarını sürdürdü. Klasik spinli elektron, kuaternionların relativiteye uygulanması ve konform grup üzerine makaleler yurt dışında ve İ.Ü. mecmuasında neşredildi. Feza Bey’in, meslektaşlarının dediği gibi kendi kendini yetiştirmiş bir bilim adamı olmasının nedeni biraz da İstanbul’daki bu dönemden kaynaklanır.
Amerika yılları
1957 yılında, Feza Bey Atom Enerjisi Komisyonu’nun bursu ile ABD’de Brookhaven Ulusal Laboratuarı’na gitti. Burada Pauli ile çalışması ve Pauli’nin ona verdiği önem, diğer fizikçiler tarafından fark edilmesini sağladı. F. Dyson ile burada tekrar karşılaştılar ve Feza Bey onun önerdiği Kuantum Elektrodinamiği hesabını çabucak bitirip onu yine şaşırtmayı başardı. 1961 yılına kadar Princeton, Columbia, Berkeley, Brookhaven arasındaki gidiş geliş döneminin fiziğe en önemli katkısı sigma modelidir. Bu model yıllar sonra elektrozayıf ve sicim teorilerinde çeşitli biçimlerde ortaya çıkmaktadır. Prof. Y. Nambu, Feza Bey ile ilgili anılarında, sigma modelinin ilk ortaya atıldığı makalenin anlaşılamayıp, defalarca geri döndüğünü söylemiştir. Feza Bey, doğadaki temel simetri ve matematik yapıları sezinlemekte olağanüstü bir seziye sahipti. Bulduğu simetriler ilk ortaya atılma nedenlerini aşıp yıllar sonra bambaşka temel problemleri çözmek için kullanılmışlardır.
Feza Bey, 1959 yılının Aralık ayında annesine yazdığı bir kartta Amerika izlenimlerini şöyle anlatıyor: "... Ben de kırkından sonra saz çalanlar gibi fizikçiliğe yeni başladım. Bu yarışa nefesim kesilmeden daha ne kadar devam edebileceğim bilmiyorum. Önümüzdeki seneler en büyük ümidim ilim dünyasının bu köşesinde olup biteni biraz olsun anlayabilmek. Fizikçi kalmak aslında meslek değiştirmek demek. Zira bugünkü fizik, on sene evvelki fizikten, kimyanın fizikten farklı olduğu kadar başka. Türkiye’deki senelerimi bari bu basit hakikati öğretmeye hasredeyim diyorum. O zaman belki Yusuf’un neslinden bizim gibi amatörler değil de hakiki ilim üstatları çıkar. Sen nasıl Sorbonne’ de büyük hocalarla temas edince yeni bir âlem keşfeden bir seyyahın heyecanını duymuşsun, ben de hakiki fiziği keşfetmek heyecanını bu defa Amerika’da hissettim. İngiltere’de keşfettiğim fizik değil kültür dünyası idi. Senin gençliğinde Sorbonne, Göttingen, Princeton, Brookhaven, Berkeley öyle oldu. Onun için senin gençlik tecrübeni ben ancak bu yaşta anlıyorum. İlim sahnesi de değişti. Eskisine nazaran çok beynelmilel bir mahiyet aldı. Milli yarışlar ve izzeti nefisler, hiç olmazsa demir perdenin bu tarafında adeta silindi. Geçen gün enstitüde (Princeton) yemek yerken şöyle bir etrafıma baktım. Amerikan konfor ve temizliği ile el ele bir ağırbaşlı İngiliz atmosferi var. Masamda inanılması güç. bir fizikçi grubu: Harpte dövüşmüş, esir düşmüş ve üç sene zindanda kafasından fizik çalışmış bir genç Alman, Almanların ailesine işkence ettikleri bir Hollanda Yahudisi, Arnhem’e paraşütle atlamış sabık genç bir İngiliz zabiti, daha dün düşman olan, şimdi beraber çalışan bir Japon ve bir Amerikalı, en nihayet şu anda fiziğe hükmeden ve bütün bu grubun hayranlığını celbeden iki genç Çinli..."
SU(6) simetrisinin bulunuşu
Feza Bey 1961 yılında ünlü bir fizikçi olmuşken Türkiye’ye geri döndü. Prof. Erdal İnönü’nün ısrarları ve uğraşları sonunda, İ.Ü.’den ayrılarak yeni kurulan Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Teorik Fizik Bölümü’nde profesör olarak çalışmaya başladı. ODTÜ’de görev yaparken fiziğin en son sınırlarında yapılanları takip edebilmek için kısa süreli izinlerle Princeton ve Yale üniversitesine gitti. O yıllarda fizik bölümünde okuyan öğrenciler asistanlar, diğer hocalar, Feza Bey’in ODTÜ’ye getirdiği, Nobelli ve Nobelsiz ünlü, lider fizikçileri, yakından tanıyıp dinleme şansını yakaladılar.
1964 yılında Feza Bey ve Prof. L. Radicati SU(3) simetrisi ile kuarkların relativistik olmayan spinlerini birleştirip SU(6) simetrisini ortaya koydular. Simetri hemen deneyle doğrulandı ve Feza Bey dünya çapında bir ün kazandı. İlerideki yıllarda, Kuantum Kromodinamiğinin (QCD) keşfedilmesinden sonra SU(6) simetrisinin işaret ettiği soruların ve bakış açısının zamanındaki deneysel başarısından daha da önemli olduğu ortaya çıktı. 1970’lerde, günümüzde de fizikçilerin hayran olduğu İstisnai grupları, özellikle E(6)’yı fizik sahnesine yerleştirdi. Feza Bey grup teorik yöntemleri geliştirip, yeni matematik yapıları fiziğe ithal ederken genel relativité dahi biraz uçuk bir konu sayılıyordu.
Yale ve ODTÜ’de çift profesörlük
1968 yılında Yale Üniversitesi, emekli olan Prof. G. Breit yerine Feza Bey’e profesörlük teklif etti ve ODTÜ’deki görevine devam etmesini de kabul etti. Böylece Yale ve ODTÜ arasında öğrencileri ile birlikte yıllık gidiş gelişler başladı. Gün ışığının gireceği pencereyi ardına kadar açmıştı Feza Bey.
1974 yılında ODTÜ Rektörü Prof. Tarık Somer tarafından “Türkiye’nin seviyesine ve ihtiyaçlarına uygun olmayan üst düzeyde araştırma yaparak zararlı örnek olmak ve sık sık ücretsiz izinli olarak dışarıdaki bilim merkezlerinde çalışmak ve bu bilimsel alışverişe öğrencilerini de katmak” nedeni ile istifaya davet edildi. Etmeyince izni kaldırıldı ve böylece Yale Üniversitesi’ne gitmek zorunda bırakıldı. 1977 yılında Yale Üniversitesi’nde Nobel ödüllü fizikçi J. Williard Gibbs kürsüsünün profesörlüğüne seçildi.
1968-1992 yıllan arasında Feza Bey’in çalışmaları, parçacık fiziği fenomenolojisini, büyük birleşme modellerini, süpersicimleri, grup teorisinin nükleer fizik ve genel relativitede kullanılmasını, istisnai gruplann fiziğe kalmak üzere yerleştirilmesini, Skyrmiyonların ve Kerr-Schild geometrilerinin incelenmesini içine alan geniş bir yelpaze oluşturdu. Gençlik yıllarından beri ilgi duyduğu, kuatemiyon ve oktoniyonların fizikteki rolü ve Einstein’ın rüyası olan büyük birleşme teorileri üzerinde çalışmaları son gününe kadar devam etti.
Bir gönül adamı
Feza Bey, fizik ve matematiğe olan aşkının yanı sıra pek çok değişik merakı ve bilgisi olan bir entelektüeldi. Şiir, Selçuklu mimarisi, tasavvuf edebiyatı, Wagner operaları, soyut sanat gibi çok değişik konu hakkında, derin bir bilginin verdiği kolaylıkla, son derece akıcı bir şekilde konuşabilirdi. Ester Costa Meyer (Yale Üniversitesi Beşeri Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi) şöyle diyor: “Fezanın dünyasının ne merkezi ne de demir perdeleri vardı. Hiçbir zaman onun evrensel boyutlarına erişemememize rağmen bilgimizin sınırlarını tarihsel ve coğrafi olarak genişletirdi. Bize tüm medeniyetlerin mirasçısı olduğumuzu öğretti.”
Feza Bey, öğrencileri için örnek bir insan, yaratıcılık aşılayan bir öğretmen ve her zaman destek veren bir arkadaş oldu. Feza Bey ve Süha Hanım’ın evinin kapısı herkese, her zaman açıktı. Yarattıkları olağan dışı atmosfer adeta sihirli bir buğu gibi sizi sarar ve sizi daha heyecanlı, daha meraklı, daha akıllı ve daha mesut hissettirirdi. Fizikte bıraktığı izlerin yanı sıra, birçok ülkede Feza Bey’in bıraktığı izler öğrencilerinde, meslektaşlarında ve dostlarında yaşıyor. Türk öğrencileri ve meslektaşları onun açtığı yoldan giderek bilimsel çalışmalarını sürdürüyorlar.
Bu yazı "Yitirdiğimiz Hocalarımızla Anılar" adlı kitapçıktan alınmıştır (Ed. M. Erbudak, 23. Uluslararası TFD Toplantısı, Muğla, 2005) ve Bilim ve Ütopya'nın 137. sayısında yayımlanmıştır.