Onura dizilmiş bir tren

Yazan
Bekir Karaoğlu
Yazının Okunma Süresi
33 dakika

İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Alman işgali altındaki Fransa... Savaşın daha başlarında Alman tankları altında ezilip saf dışı kalmış bu ülkede, insanlar dört yıldır düşman boyunduruğu altında yaşamaya ve direnmeye çalışıyor.
1944 yılının 4 Mayıs günü akşam saatlerinde Paris’in Doğu garından bir yolcu treni yola çıkmak üzere. Alman Gestapo subayları bekleme salonundaki yolcuları kimlik kontrolü yaparak trene alıyorlar. Hareket emri verildikten sonra tren şehrin banliyölerini geçiyor ve daha sonra gecenin karanlığında, acı düdük sesleriyle Fransa kırlarına açılıyor...
Bu trende iki kaçak yolcu var. Az önce istasyondaki kontroller sürerken, Fransız demiryolu işçileri bir yük vagonunda sakladıkları bu iki adamı kendi elleriyle kuşetli vagonlardan birine yerleştirmişler. Şimdi bir kompartmanda sadece bu iki kişi var, Fransız kondüktör yanlarına kimseyi koymuyor. Bu iki kişiden genç ve sağlam yapılı olanın gerçek adı René Mann. Mesleği kimya mühendisi, ama aslında Fransız Direniş Örgütü’nün bir üyesi. Bu akşam o trende önemli bir görev için bulunuyor...
René Mann yanındaki adama bakıyor. Bu 72 yaşındaki ak saçlı, ak sakallı ihtiyar adam ona emanet edilmiş. O gece tüm Fransa'nın duaları bu ihtiyar için... Herşey René'nin sağlam omuzlarına ve mangal gibi yüreğine bağlı. Genç adamın düşünceleri on gün kadar öncesine gidiyor...
Paris’te Sanat ve Meslek Enstitüsü (CNAM) laboratuvarlarından birinde o gece üç kişiydiler. René Mann buraya eski hocası Profesör Léon Denivelle’in daveti üzerine gelmiş. Denivelle hem bu enstitüde profesör, hem de Direniş örgütünün bir subayı. Şimdi her ikisi, karşılarında konuşan üçüncü adamı dinliyorlar.
“Arkadaşlar, savaşın sonlarına yaklaşıyoruz... Almanlar artık her cephede yenilmiş ve tükenmiş durumdalar... Fransa'dan çekilme planları yaptıklarını duyuyoruz.”
Konuşan adam o yıllarda Fransa'nın en büyük fizikçilerinden Frédéric Joliot-Curie. Onun pek bilinmeyen bir sıfatı daha var: Fransız Direniş Örgütü’nün (Front National) şefi. Devam ediyor:
“Almanlar çekilmeye karar verdiklerinde yanlarında Fransa için değerli olan pekçok kişiyi rehine olarak götürmek isteyeceklerdir. Bu rehinelerin kimler olabileceğini tahmin etmek zor değil.”
Joliot-Curie meslekdaşı Denivelle’e dönüyor:
“Sizden öncelikle bir bilim adamını ülke dışına çıkarmanızı istiyorum. Olası rehinelerin en başında gelen birisi...”
René Mann şimdi yanındaki yaşlı profesörle beraber, İsviçre sınırı yakınındaki Belfort kasabasına kadar olan 443 kilometrelik yolun başındalar. Belfort’tan sonra, sınıra kadar 50 kilometrelik bir yasak bölge var, oradan yayan geçip sınırı aşmayı deneyecekler. Uzun ve tehlikeli bu yolun her aşamasında yakalanıp kurşuna dizilmek de var... Yetmişlik bir ihtiyarın gücü nereye kadar yetebilir ki?
Bu ay dergimizin onurlandırdığı Paul Langevin'in hayatını sizlere dramatik bir üslupla anlatmak istiyorum. Fransa'nın yetiştirmiş olduğu bu en büyük fizikçi gerek bilimsel çalışmaları gerekse toplumsal mücadelesiyle ülkesinin ufkunda bir anıt gibi yükseliyor. Pierre Curie’nin en iyi öğrencisi olan bu adam hem teorik hem de uygulamalı fiziğe sayısız katkılarıyla 25 kez Nobel ödülüne aday gösterilmiş, fakat gençliğinde yaşadığı bir skandal yüzünden bu ödül ondan esirgenmiş. Einstein’ın en yakın arkadaşı olan bu adam, görelilik teorisinin doğruluğunu ilk fark eden ve tüm Avrupa'da kabul edilmesini sağlayan gerçek bir dost. Bu adam ayrıca, savaş öncesi Avrupa'da yükselen faşizme ve kapitalistlerin istediği yeni bir dünya savaşına karşı direniş hareketlerinin pek çoğunun önderliğini yapmış, bilim adamının toplumsal sorumluluğuna en güzel örnek olmuş birisi.
Paul Langevin’in Alman işgali altındaki Fransa’dan kaçırılış öyküsünde ibret alınacak çok şey var. Aslında bu öyküde ikinci bir kahraman daha var, belki de öykünün gerçek kahramanı. Onun kim olduğunu sohbetimizin sonunda bulacağız.

Küller arasından...
23 Ocak 1872 de Paris’in La Butte mahallesinde bir işçi çocuğu dünyaya geldi. O mahallede, daha birkaç ay önce acımasızca bastırılan Paris Komünü’nün külleri hala tütüyordu. Kısaca hatırlatayım: 1870 yılında Fransa’da hakim sermaye sınıfı, sömürgecilik uğruna ülkeyi Almanya’ya karşı bir savaşa sürüklemişti. Fransız ordusu köhne yapısı ve eski teknolojisi ile böyle bir savaşa hazır değildi, ama kapitalistler basın aracılığıyla savaşı kışkırtıyor, sokaklarda “Berlin’e! Berlin’e!" diye zafer naraları attırıyorlardı. Sonuç tam bir bozgun oldu. Fransız ordusu Bismarck’ın modern orduları karşısında tarihinin en büyük yenilgisini aldı. Almanlar Fransa'yı işgal ettiler. O zaman Paris halkı, yine aynı politikacıların ülkeyi satmaya eşdeğer bir teslim anlaşması yapmakta olduklarını haber alınca ayaklandı. Paris’te Komün adlı bir halk yönetimi oluştu. Kapitalist politikacılar Paris’ten kaçıp Versailles sarayında toplandılar ve işgalci Alman ordusuyla birlikte Paris’i kuşattılar. Komün yönetimi aç ve susuz kalıncaya kadar 14 ay direndi. Sonunda, Almanların himayesinde Paris’e giren Versailles ordusu tam bir katliam yaptı, sokak ve caddelerde kadın ve çocuklar da dâhil olmak üzere 40 bin kişiyi kurşuna dizdi. (Bu savaş ve Komün günleri Emile Zola’nın “Bozgun” adlı romanında Fransız halkına tüm acı gerçekleriyle anlatılmıştır.)
Barut ve kül kokuları hala tüten o sokakta büyüyen çocuk bunun izlerini ömrü boyunca unutmadı. 1945 de şöyle diyordu:
Ben 1870 Savaşı'nın ertesinde, cumhuriyetçi bir baba ve fedakar bir annenin arasında büyüdüm. Onlar Paris kuşatmasının ve Komün’ün görgü tanığı olarak, bir halkın nasıl kanla ezildiğini yaşamışlardı. Anne ve babamın bana anlattıklarıyla, yüreğim çok erken yaşta savaşa karşı ve adaletten yana duygularla aşılandı."
Paul Langevin seçkin okullarda okuyamadı, Fransız Devrimi’nin halka armağanı olan parasız belediye okullarında büyüdü. “Yoksulların lisesi” denilen Lavoisier meslek lisesini 16 yaşında bitirdiğinde, mühendis olmak istiyordu. O devirde meslek liselileri kabul eden sadece Sınai Fizik ve Kimya Enstitüsü (EPCI) vardı, oraya yazıldı. Bu okulda Pierre Curie'nin derslerinde göz doldurdu. Pierre Curie bu üstün yetenekli öğrencisini çok sevmişti, onunla bir arkadaş gibi yakın oldular.
Paul üniversiteyi bitirdiğinde, hocasının tavsiyesine uyarak sanayide çalışmaktan vazgeçti ve doktora yapmaya karar verdi. Fransa'nın en prestijli üniversitesi olan Ecole Normale Supérieure'e birincilikle kabul edildi. Doktora eğitimi sırasında, kazandığı bir bursla İngiltere’ye gitti ve bir yıl Cambridge Üniversitesi'nde Lord Rutherford ile araştırma yaptı. Fransa’ya döndükten sonra 1902 yılında doktora tezini bitirerek Collège de France’da önce öğretim görevlisi sonra da profesör oldu. İki yıl sonra, kendi okulu olan EPCI Enstitüsü’nde hocası Pierre Curie’den boşalan kürsüye atandı, sonraları 1925’te oranın müdürü oldu.

Fizikte bir yıldız
Langevin doktorasını bitirdikten sonra, birbiri ardına yaptığı buluşlarla bir anda tüm Avrupa'da ses getirmeye başladı. Sadece 1906 yılında 12 makalesi birden yayınlandı. Burada onun en önemli katkılarından sadece birkaçını size anlatmaya çalışacağım:
1. Sonar’ın icadı:Birinci Dünya Savaşı başladığında Fransa ordusu bilim adamlarından yardım istemişti. Langevin teorik araştırmalarını bir yana bırakıp, ülke savunmasına yardımcı olmak üzere, ültrases yardımıyla denizaltıların yerini bulan “sonar” cihazını icat etti. Bu alet daha önceden Pierre Curie tarafından keşfedilmiş olan “piezo-elektrik olay" fiziğine dayanıyordu. Günümüzde sonar cihazı askeri amaçlar yanısıra, sualtı araştırmalarında ve tıbbi alanda kullanılmaktadır. Langevin sonar cihazının patentini kendi üzerine yaptırdı, ama hocasının hakkını da unutmadı, oradan elde ettiği maddi geliri Pierre Curie ile paylaştı.
2. Manyetizma:1905 yılında mıknatıslanmanın mikroskopik yapısını açıklayan teorisini yayınladı. Bugün dahi geçerli olan Langevin teorisinde, madde içindeki atomların her biri küçük birer pusula ibresi gibi düşünülmektedir. Bu küçük pusula ibreleri arasındaki magnetik etkileşme sonucu hepsi aynı yönde hizaya gelmek isteyeceklerdir. Fakat, ortamın sıcaklığı dolayısıyla atomların titreşim hareketi bu düzeni kısmen bozar. İşte bu iki zıt etkinin termodinamik dengede olduğu durumda cismin sahip olduğu kısmi mıknatıslanma istatistiksel olarak hesaplanabilir. Nitekim, Langevin teorisiyle hesaplanan mıknatıslanma miktarı deneyle uyumlu sonuçları hemen vermektedir.
3. Brown hareketi:1827 yılında biyolog Brown tarafından bir sıvı ortamındaki polen taneciklerinin anlaşılmaz bir hareketi gözlenmişti. Keza, tütün dumanı içindeki karbon zerreleri mikroskopla gözlendiğinde, hava içinde değişik yönlerde ani sıçramalarla yer değiştirirler. 1905 yılında Einstein bu hareketin doğru bir açıklamasını yaptı: Bir zerre çevresindeki gaz molekülleri onunla sürekli çarpışırken, aktardıkları kuvvetin bileşkesi her zaman sıfır olmuyordu. Aynı yıl Langevin rasgele bir kuvvet etkisi altındaki parçacığın hareketini veren denklemini yayınladı. Langevin denklemi, o yıllarda yeni kurulan İstatistik Mekanik biliminin kabul edilmesinde önemli bir kanıt oldu. Ayrıca bu denklem, denge dışı diğer sistemlerin termodinamiğinde günümüzde hala başarıyla kullanılmaktadır. (1905 yılında fizikte en çok atıf alan ilk beş makaleden üçü Einstein’a aitti. Dördüncü makale Langevin’in bu çalışmasıdır.)
4. Görelilik teorisi:Langevin 1906 yılında elektromagnetizma üzerinde çalışırken şaşırtıcı bir sonuca ulaştı: Elektronun eylemsizlik kütlesi enerjiye eşdeğer oluyordu!.. Ancak birkaç ay sonra Einstein’ın görelilik teorisini bildiren makalesini okuyunca aradaki ilişkiyi kavrayabildi. O andan itibaren tüm enerjisini bu teoriyi derinleştirmeye ayırdı. Daha bilim camiası kabul etmemişken College de France müfredatına “Görelilik” dersi koydu, tüm bilimsel toplantılarda kabul edilmesi için çalıştı. 1922 yılında Einstein’ı bir dizi konferans vermek üzere Paris’e davet etti. Alman ırkçıları bu yolculuğa engel olmak isteyince Fransa’daki aydınlar ayağa kalktılar, öyle ki ziyaret günü Sorbonne sanki bayram yeriydi.
Langevin’in görelilik teorisine katkıları fazla teknik olduğundan burada anlatamıyorum. Ama, onun ders kitaplarına da girmiş olan çarpıcı bir katkısından, “İkizler Paradoksu”ndan sözedeyim. Bu örnekte ikiz kardeşlerden biri Dünya üzerinde kalırken, diğeri bir roketle uzayda geziye çıkıyor. Yıllar sonra, sözgelimi 20 yaşındayken döndüğünde, Dünya’da bekleyen kardeşini 80 yaşında buluyor! Bu nasıl olur diyeceksiniz. Görelilik teorisinde zamanın akışı gözlemcinin hızına göre değişen bir büyüklüktür. Hız arttıkça zamanın akışı yavaşlar, saatler daha yavaş çalışır. Elbette, gündelik olaylarda bunun etkisi gözlenmez, ancak ışık hızına yakın hızlarda kendini gösterir. Bu örnekte, rokette giden kardeş için zaman daha yavaş akmaktadır.
Böylece Paul Langevin Avrupa’nın bilim ufkunda bir yıldız gibi ışımaya başladı. Fakat, her dahi gibi, onun da ödemesi gereken bir bedel vardı... Onun kaderi yağmurlu bir öğleden sonra, Paris caddelerinde bir tramvay atlarının demir ökçeleri altında yazılmıştı...

“ Pierre’in cenazesinde en güzel konuşmayı Paul yaptı... (Marie Curie)”
1906 yılına gelindiğinde Pierre Curie'nin sağlığı, yıllarca radyoaktif maddelerle uğraşmaktan, giderek bozulmuştu. Sırt ve bacak ağrıları dinmiyordu, hatta Marie’ye artık laboratuvarda çalışamıyacağını söylüyordu. Yağmurlu bir öğle sonrası, Dauphine sokağında yalnız yürürken, arkadan gelen atlı tramvayın sesini duyamadı, bir anda atların ayakları altında ezilerek hayata veda etti. 41 yaşındaki Marie Curie iki kız çocuğuyla hayatta yapayalnız kaldı.
Sorbonne üniversitesi Pierre’den boşalan profesörlük kürsüsüne Marie Curie’yi getirdi. Böylece Fransa tarihinde böyle bir mevkiye atanan ilk kadın oldu. Fakat, araştırmaları yanısıra, yaşam zorlukları da iki kat artmıştı. Kızları Eve veya İrene hastalandıkça hastanelere taşınıyor, evde onlara bakıyordu. Ayrıca, Pierre’in yaşlı babası da onlarla kalıyor, sürekli bakım istiyordu. Çocukların okul yaşı geldiğinde, Fransa'daki eğitim sistemini beğenmeyen Marie öğretim üyeleri arasında bir aile okulu kurulmasına öncülük etti. Bu okulda Marie ve diğer profesörler gönüllü ders veriyorlardı.
Tüm bu yaşam zorluklarında Paul Langevin hep onun yanındaydı. Paul’ün evliliği mutlu değildi.  evlendikten hemen sonra eşi Jeanne ile şiddetli geçimsizlik başlamıştı. Birgün laboratuvara yüzü yara bere içinde geldi. Eşi, kaynanası ve baldızı birlikte olup onu dövmüşlerdi.
Marie bir erkeğin himayesine muhtaç yapıda bir kadındı. Hayatındaki boşluğu dolduracak bir erkeğe ihtiyacı vardı ve bunu Paul Langevin’de buldu. 1910 yılında gizli bir ilişki yaşamaya başladılar. Fakat bu gizillik fazla sürmedi.
Marie Curie 1911 yılında Belçika’daki ilk Solvay konferansına gitmişken skandal patlak verdi. Kocasından her zaman kuşkulanan Jeanne Langevin birgün onun yazı masasının kilidini kırıp mektupları buldu, bir gazetede çalışan kardeşi de bunları gazetesinde yayınladı. Bu mektuplardan birinde Marie, Paul’e eşinden boşanmasını öneriyordu. Yabancı düşmanı sağcı gazeteler Marie aleyhinde bir karalama kampanyası başlattılar. Marie ülkeye döndüğünde, evini kuşatmış olan gazetecilerin iki kızını nasıl korkuttuğunu görünce sarsıldı.
Bu zor zamanda Marie’nin dostları onu yalnız bırakmadılar. Önemli bilim adamlarından Jean Perrin, Henri Poincaré ve Émile Borel basın önünde onu savundular. Bu arada Jeanne Langevin gürültülü bir boşanma davası açmıştı. Paul Langevin karalama kampanyasını başlatan gazetenin yazı işleri müdürünü düelloya davet etti. Düelloda kimse ölmedi ama gürültü iyice ayyuka çıkmış oldu.
O yıl Marie'ye ikinci Nobel ödülü verileceği önceden belli olmuştu. Fakat, Fransa’da kopan bu gürültü üzerine İsveç Akademisi Marie’ye bir mektup yazıp, Stockholm’deki törene gelmemesini, ödülün kendisine gönderileceğini bildirdi. Langevin Nobel komitesine bir mektup yazıp bu haksız karalama kampanyası yüzünden değerli bir bilim kadınından yüz çevirmemelerini istedi. Marie Curie’nin kariyeri ve itibarı yokolmak üzereydi.
İşte o zaman Marie Curie hayatının en yürekli işini yaptı. İsveç Akademisi’nin isteğini dinlemeyip Stockholm’deki ödül törenine katıldı. Eğer bu törene katılmayıp kamuoyundan saklansaydı, belki de kariyeri orada bitmiş olacaktı. Onun bu cesur hareketi karalama kampanyasının da sonu oldu. Jeanne Langevin boşanma davasını geri aldı ve Paul evine döndü.
Marie Curie ile Paul Langevin arasındaki ilişkinin tam olarak ne düzeyde olduğunu asla bilemeyeceğiz. Yayınlanan mektupların sahte olduğu da ileri sürülmüştür. Yıllar sonra, oğlu André Langevin babasının hayatını anlatan kitabında şöyle diyordu:
“Pierre Curie’nin ölümü üzerinden yıllar geçmişken, bu iki insanın birbirine olan saygı ve hayranlığının bir sevgiye dönüşmesinden daha doğal ne olabilir ki?”
(Burada bir parantez açayım: Yukarda anlattığım olayın bazı yazarlar tarafından gizlendiğini veya geçiştirildiğini gözlüyorum. Bilimsel ahlaka göre, sadece yalan ve senaryo üretmek değil, eksik bırakarak yanlış anlamaya yol açmak dahi büyük suçtur. Daha önce yazdım, bu büyük insanların özel yaşamlarını hataları ve sevaplarıyla kabul etmek, biz ölümlüler gibi yargılamayıp önlerini kesmemek gerekir. Onların yaşamlarındaki bu trajedileri dehanın ödemesi gereken birer diyet gibi kabul edin.)
Bu olay yüzünden Paul Langevin yıllar boyunca, 25 kez aday gösterildiği halde Nobel ödülünü alamadı. Fakat o buna aldırmadı. Çünkü, artık başka bir ses onu çağırıyordu: Komün küllerinden yükselen, anne ve babasından dinlediği adalet ve barışın sesi...

Sosyal mücadele
Bilim adamının toplumsal sorumluluğu Avrupa’da ilk kez 1930'lu yıllarda ciddi olarak tartışmaya açılmıştı. O yıllarda yayınlanan bir kitapta bir genetik bilimcisi şöyle diyordu:
“Bizim işimiz doğa olayları hakkında öğrenebileceğimiz ne varsa araştırmaktır. Hangi olayları mercek altına alacağımıza kısmen biz karar veririz, kısmen de bizi finanse edenler. Araştırma sonuçlarımızın hangi amaçla kullanılacağı bizi ilgilendirmez, biz sadece kimyasal ve biyolojik olgulara bakarız. Bazı keşiflerimizin kötüye kullanıldığını görmek bizi üzebilir, ama işimizi yapmaktan alıkoymaz. ”
Bu teknokrat görüş özellikle Buharin, Gramsci ve Lukacs gibi marksist filozoflar tarafından o yıllarda eleştirildi, sakıncaları gösterildi.
“Bilim adamları, herkesten daha çok, bilimin savaşta nasıl kötüye kullanılabileceğini gördüler. Ayrıca, bilimin getirdiği bolluk bereketin nasıl kolayca üretim fazlalığı, işsizlik, açlık ve sefalete dönüşebildiğini de gördüler. Her milletten yetenekli insanların birlikte oluşturduğu ve dolayısıyla uluslararası özellikte olması gereken bilimin, nasıl “Nazi bilimi'' veya “Faşist bilim” adı altında yozlaştırıldığına tanık oldular. Faşist ülkelerdeki meslektaşlarının kürsülerinden kovuluşunu veya savaşa hizmet edecek birer makinaya dönüştürmesini seyrettiler. O zaman, bu ahmakça dünya düzeninden çok fazla uzak durduklarını veya bilimin meyvalarının insanlığa karşı kullanılmasını çok uzun süre görmezden geldiklerini gördüler ve bilimin sosyal bir işlevi olduğunu anladılar (Crowther et. al.)"
1918 yılında Paul Langevin, bilim adamının sosyal sorumluluğunu üstlenmeden huzur içinde araştırma yapamayacağını gördü: “Yaptığım bilimsel çalışmalar başkaları tarafından da sürdürülebilir... Fakat siyasi çalışma yapılmazsa bilim falan kalmayacaktır,” diyordu. Ona göre, sosyal sorunlar “adaletin bilimin gerisinde kalmasından kaynaklanıyordu.”Ayrıca, yeni bir dünya savaşına hazırlanan faşizmin ayak sesleri duyulmaya başlamıştı.
1921 yılında Einstein'ın daveti üzerine Berlin'e gitti ve iki dost birlikte savaş karşıtı bir gösterinin öncülüğünü yaptılar. 1927 yılında la Ligue des Droits de l'Homme (LDH: İnsan Hakları Derneği) başkan yardımcısı oldu. Bu dernek Dreyfus olayı sırasında kurulmuş, daha sonraları diğer özgürlük davalarının savunucusu olmuştu.
1934 yılında Comité de Vigilance des intellectuels antifacistes (Faşizm Karşıtı Aydınlar Dayanışma Komitesi) kuruldu. Amacı ikinci bir dünya savaşını önlemek olan bu hareketin kurucuları Paul Langevin, filozof Alain, Paul Rivet, Frédéric Joliot-Curie, Georges Politzer, ... gibi aydınlardı. Daha önce 1932’de kurulan İşçi Üniversitesi ile emekçiler ve aydınlar arasındaki bağlar güçlendirilmeye başlanmıştı.
1935 yılında Paul Langevin, yaklaşan seçimlerde faşizmin iktidara gelmesini önlemek amacıyla Rassemblement Populaire (Halkçı Bütünleşme) adlı hareketi başlattı. Böylece, 1936 yılında Front Populaire (Halkçı Cephe) koalisyonu seçimleri kazanıp hükümet oldu.
Ağustos 1936’da kurulan “Cumhuriyetçi İspanya Yardım Komitesi”nin eş başkanlarından biri de Paul Langevin’di.
1938 yılında Union Rationaliste adlı derneğin başkanlığına seçildi. 1939 yılında bilim adamları ile Marksist filozofları buluşturmak amacıyla, La Pensée (Düşünce) adlı dergiyi kurdu ve yönetimini üstlendi.
Fakat savaş karşıtı tüm bu çabalar bir sonuç vermedi ve 3 Eylül 1939'da Fransa Almanya’ya savaş ilan etti. Sonuç yine hüsran oldu; dokuz ay sonra, 10 Mayıs 1940’da Alman birlikleri Paris’e giriyordu...

İşgal ve direniş
İşgal altındaki Paris’te 30 Ekim 1940 günü... Altı aydır suskun ve dağınık olan Fransız halkı arasında o gün bir haber dalga dalga yayılıyor: EPCI Enstitüsü’nün kapılarını zorlayıp giren Gestapo birlikleri Profesör Langevin’i tutuklayıp götürmüş! Diğer dört bilim adamıyla birlikte Santé hapisanesine kapatılmışlar...
Bugün tüm tarihçilere göre, Fransız Direniş Örgütü’nün kuruluşu bu olayla başlamıştır. Nitekim, sadece sol çevrelerin değil, tüm vatansever Fransızların gurur duyduğu bu bilim adamının hapse atılması tüm Fransa’yı ayağa kaldırdı. 11 Kasım günü Paris’te tüm üniversite ve lise öğrencilerinin katıldığı büyük bir miting yapıldı. Bu mitingin örgütlenmesinde Langevin’in damadı genç fizikçi Jacques Solomon önde geliyordu.
Fransa işgal edildiğinde Paul Langevin, diğer pekçok bilim adamı gibi ülke dışına kaçmak istemedi. Kendi okuduğu ve halen müdürlüğünü yaptığı EPCI enstitüsünü bırakıp gitmeye gönlü razı olmadı. Ama bu kararıyla, sadece yurttaşlarının çektiği sıkıntıları paylaşmakla kalmadı, aile acılarıyla da ağır bir bedel ödedi.
Almanlar gösterilerin durmaması üzerine Paul Langevin’i 38 gün sonra serbest bırakmak zorunda kaldılar. Fakat, onu üniversitedeki görevinden azledip Troyes kasabasında gözetim altında yaşamaya gönderdiler. Haftada iki gün bir Alman karakoluna uğrayıp yoklama yaptırması gerekiyordu.
Mart 1942’de kızı ve damadı, Hélène ve Jacques Solomon tutuklandılar. Jacques Solomon kurşuna dizilirken ve kızı Hélène Auschwitz toplama kampına gönderilirken, yaşlı adam çocuklarının yanında olamadı.
1944 baharında savaşın gidişatı değişmeye başlayınca Fransız Direniş Örgütü onu ülke dışına çıkarmaya karar verdi. Yazımın başında örgüt şefi Frédéric Joliot-Curie’nin bu görevi kimlere verdiğini anlatmıştım.
Buradan gerisini, araştırmacı Sylvie Provost'un makalesinden özetleyerek anlatıyorum.

Onura dizilmiş bir tren
2 Mayıs 1944 sabahı Paul Langevin zorunlu ikamet ettiği Troyes’deki Alman karakoluna son bir kez görünüyor. Bir dahaki kontrola kadar önünde üç günü var. Hemen sonra, direniş örgütünden bir görevlinin yardımıyla Paris'e giden bir trene bindiriliyor.
Paris-Bastille garında onu Sanat ve Meslek Enstitüsü (CNAM) da öğretim görevlisi Audubert ve asistanı Marguerite Quintin bekliyorlar. Fakat, tren beklenenden geç geliyor ve sokağa çıkma yasağı başladığı için, üç kişi istasyonun bekleme odasında sabahlıyorlar.
Sabah, Audubert'in boş tuttuğu bir stüdyoya bırakılan Langevin orada 4 Mayıs’a kadar bekliyor. Akşam hava karardığında, iki kişi kararlaştırılmış bir düzenle kapıyı tıklıyorlar. Gelenler CNAM profesörü Léon Denivelle ile eski öğrencisi René Mann. Denivelle profesöre planı anlatıyor: René Mann ile birlikte Paris-Belfort treniyle İsviçre sınırına kadar gidecekler ve oradan, en geç üç gün içinde, sınırı yürüyerek geçmeyi deneyecekler.
Üç adam hareket saatinden bir saat önce Doğu garına geliyorlar. Fransız demiryolu işçileri onları gözlerden uzak boş bir vagonda bekletiyor. Denivelle kondüktöre, onların bulunacağı kompartımana Belfort’a kadar kimseyi almamasını tembih ediyor.
Fakat, trene alındıkları zaman beklenmedik bir zorluk çıkıyor: Kompartımandaki yerlerin asıl sahibi olan iki yolcu çıkageliyor. Bunlardan biri “resmi yolculuk” bahanesini kabullenip uzaklaşıyor. Fakat, diğeri yerini vermemekte direniyor, hatta Fransız istasyon şefine şikayette bulunmakla tehdit ediyor. O zaman Denivelle bu kişiye, akıl almaz bir soğukkanlılıkla, doğrudan Alman istasyon komutanına birlikte gitmeyi öneriyor. Yolcu bunun üzerine ürkerek uzaklaşıyor. Herşey tamam olunca Denivelle iki yolcuyla vedalaşıp ayrılıyor.
Tren, demiryolu işçilerinin korumasında, bir sorun çıkmadan bütün gece hedefine doğru yol alıyor. Sabaha karşı Belfort’a vardıklarında sokağa çıkma yasağı sürüyor. Yine bekleme salonunda kimlik kontrolü var. Fakat, Belfort istasyon şefi onları kompartımana kilitleyip o vagonu tenha bir yola çektiriyor.
Sabah saat sekizde, Ren nehri üzerindeki kanaldan sorumlu mühendis René Leger (aynı zamanda direniş istihbarat örgütü üyesi) üzerinde Almanca “Wasserstrassenamt” (sular idaresi) yazılı bir Peugeot 202 arabayla gelip onları alıyor, Montbéliard kasabasında çorba dağıtan bir imarathanede onlara sade bir kahvaltı yaptırıyor.
Mühendis yaşlı profesörü arabanın bagajında götürmek istiyor ama Langevin havasız kalacağını düşünerek buna karşı çıkıyor. O zaman ona daha önceden hazırlanmış sahte bir kimlik veriyor. Langevin birkaç saatliğine Su İşleri mühendisi Léon Pinel oluyor. Kucağında kalın bir dosyayla yeni bir baraj projesini yerinde incelemeye gidiyorlar. Böylece orman yollarından geçerek sınıra en yakın olan Chamesol köyüne varıyorlar. Orada Direniş Örgütü üyesi Scacetti kardeşler onları bekliyor. Yolun en zor kısmında profesöre yardımcı olacaklar.
Araba dar yolda gidebileceği kadar sınıra yaklaştıktan sonra iniliyor. Direnişçilerin kullandığı bir dağ yoluna tırmanıyorlar. Bu yol üzerinde yolculuğun en tehlikeli kısmı olan Combe Semont geçidi var. Orada Alman devriyeleri polis köpekleriyle dolaşıyorlar. Nitekim kısa süre önce orada bir direnişçi tuzağa düşüp yakalanmış.
Fakat, Direniş Örgütü hazırlıklı. Geçecekleri yolun sağında ve solunda 15 kadar direnişçi ormanda çoban veya oduncu gibi dağılmış bekliyorlar. Ne zaman Alman devriyeler profesörün ekibine yaklaşacak olsa bunlardan birkaçı öne atılıp kendilerini köpeklere yakalatıyorlar.
Langevin’in artık yürüyecek takati kalmamış, İtalyan kardeşler yaşlı profesörü sırtlarına alıp son kilometreyi geçiyorlar ve nihayet 455 No.lu sınır taşından İsviçre’ye bırakıyorlar.
Orada sınır taşına oturup biraz dinlenen Paul Langevin’in gözlerinden birkaç damla yaş akıyor, nedendir bilinmez...

Küllere dönüş
Savaş bittiğinde direniş örgütünün birlikleri Paul Langevin'i başlarına alarak ülkeye getirdiler. İnsan Hakları Derneği'nin başkanlığına seçildi. O zamana kadar yakınlık gösterdiği Fransız Komünist Partisi’ne üye oldu. Savaştan sonra, eğitimin önemini daha çok vurgulamaya başladı. “Mesleki formasyon bireyleri yalıtır, kültür birleştirir” diyordu. 1945 yılında meclis onu Eğitim Reformu komisyonu başkanı seçti. Onun çocuk pedagojisi uzmanı Dr. Wallon ile birlikte hazırladığı Langevin-Wallon planı 10-15 yaş arası çocukların ortak bir eğitim gördükten sonra yetenekleri ve istekleri doğrultusunda yönlendirilmelerini öngörüyordu. Bu plan onun ölümünden sonra hayata geçirilemedi.
19 Aralık 1946 da hayata gözlerini yumdu. Külleri daha sonra Panthéon müzesine, diğer Fransız büyüklerinin yanına kaldırıldı. Onun ölümü üzerine Einstein Amerika'dan bir mektup gönderdi. La Pensée dergisinde yayınlanan ve Paul Langevin’in hatırasına yazılmış en güzel satırları içeren bu mektuptan bir bölümü Suat Yıldırım’ın çevirisinden sunuyorum:
"... Langevin bizim sosyal ve ekonomik kurumlarımızın yetersizliklerini ve haksızlıklarını düşünerek bütüm ömrü boyunca acı çekti. Ama, aklın ve bilginin gücüne kesin bir inancı vardı. Arı bir insandı; tüm insanların, doğrunun ve akla uygun olanın ne olduğunu bildiklerinde, hiçbir fedakârlıktan kaçınmadan ona hizmet edeceklerine inanıyordu.
Akıl onun diniydi; yalnız ışığı değil, aynı zamanda kurtuluşu da getirmeliydi. Daha iyi bir yaşama ulaşması için insanlığa yardım etme isteği, saf entelektüel bilgiye duyduğu tutkudan belki de daha güçlüydü. Bu yüzden enerjisinin ve zamanının çoğunu politik çatışmaları açıklamaya harcadı. Onun toplumsal bilincine başvuran hiç kimse eli boş dönmüyordu. Sahip olduğu bu yüce kişisel ahlak, bazı vasat aydınlar arasında sevinçle karşılanan bir düşmanlık yaratıyordu. Ama o, o kadar yürekliydi ki onları hep anlayışla karşıladı ve asla kızmadı.
Bu insanı, bu aydınlatıcı saf bilim adamını tanıdığım için minnettarlığı ifade etmekten başka Bir şey yapamıyorum.”
Bu öykünün beni en çok etkileyen tarafı Fransız demiryolu işçileri ve Direniş Örgütü'nün böylesine ciddi bir örgütlenmeyle bu zor işi başarmış olmasıdır. Bence öykünün gerçek kahramanı onlardır. Emekçilerin gücü geniş bir dayanışma ve iletişim ağına sahip olmalarında yatar. Bu, parayla satın alınmaz. Ne yazık ki pekçok ülkede emekçilerin bölünmüşlüğü hüküm sürmekte. Elbette siyasi görüş farkları olacaktır, ama savaş, nükleer silahlar, çevre kirliliği, ... gibi temel davalarda bu farkları unutup bir araya gelebilmek, sınıfsal beraberliği hayata geçirebilmek gerekirdi. Bence her sosyal örgütlenme şu soruya içtenlikle cevap vermelidir: Paul Langevin gibi birini düşman işgali altındaki ülkenizden dışarı çıkarabilir miydiniz?
Yıllar sonra Paris’in ufak bir kilisesinde bir evlenme törenindeyiz.
Damat adayı, Paul Langevin’in torunu Michel Solomon. Annesi Helen Solomon, Auschwitz toplama kampına ölüme giderken geride bir oğlan çocuğu bırakmıştı. Adı Michel olan bu çocuk da büyüyerek dedesi gibi fizikçi olmuştu.
Michel Solomon’un kendine eş olarak seçtiği kız da bir fizikçi. Adı Helene Joliot. Bu kadın daha sonraları fizikte büyük keşiflere imza atacak ve Fransa Nükleer Komisyonu başkanlığına kadar yükselecekti.
Gelinin bir özelliği daha var:
Onun anneannesi de çok iyi bir fizikçiydi: Adı Marie Curie idi...

Kaynaklar:

1) P. Mariconda, M. Paty ve J.J. Szczeciniarz, eds. Paul Langevin, son oeuvre et sa pensée. Science et engagement, EDP Science, 2002.

2) Sylvie Provost, “Le cas de l'évasion de Paul Langevin”, 8. colloque de I’AHICF. Paris. 21-22 juin 2000.

3) Gary Werskey. "British Scientists and ‘Outsider’ Politics, 1931 - 1945”, Science Studies, (1971).

4) J. G. Crowther et. al., Science and World Order, Penguin pocket, 1942.a

Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın 188. sayısında yayımlanmıştır.

Bilim Tarihi
Etiketler
langevin
paul langevin
komün
rene mann
ikinci dünya savaşı