“Eğer fırsatını bulursa hayal her zaman gerçeği tepeler” der, Stanislav Lem Gelecek Bilim Kongresi adlı kitabında. Teknoloji ve bilimdeki gelişmelerle, gelecekte bilgisayarların zekâsının, insan zekâsının ötesine geçeceği, yapay zekânın insanın entelektüel yeteneğine gerek kalmaksızın her şeyin kontrolünü ele alacağına dair bütün anlatılar böyledir. Bu konuda en çok bilinen isim olan Google'ın mühendislik bölümü yöneticisi ve aynı zamanda bir mucit ve fütürist Ray Kurzweil, 2029 yılına geldiğimizde teknolojik tekilliğe (singularity) ulaşacağımızı ve makine zekâsının, tümleşik insan zekâsından daha güçlü olacağını, bununla birlikte beyin haritalama ile insan beyninin en ücra köşelerine kadar keşfedileceğini söylüyor.
Tekillik, transhümanizm ve mavi beyin projesi
Bilim insanlarının görevi, sınırları zorlamak, bilinen sınırların ötesine bakmak ve oraya geçmeye çalışmaktır. Fakat bazen sınırların ötesinde gördüğümüz şeyin, teknoloji mi yoksa bilimin kendisi mi olduğunu anlamak pek kolay değildir. Teknoloji, bilimin tüm nimetlerinden faydalansa da bilimin kendisi değildir. En sadık yardımcısıdır, o yardımcıdan en fazla faydayı sağlamak için onu ilerletmek bilimin görevidir. Fakat, bütün bunları yaparken teknolojinin cazibesine kapılıp gerçeğin bilimde olduğunu unutmamak gerekir. Gerçek her zaman bilimde, soruda ve merakta yatar.
Bugün pek çok çevrede teknoloji bir canavar haline geldi. İnsanlığın teknoloji ile yer değiştireceğine, teknolojinin insanlığı yok edeceğine inananların sayısı gün geçtikçe artıyor. Bu ise, biyolojik sistemin hiçbir türevinin bu türevi oluşturan biyolojik sistemden daha karmaşık olamayacağı fikrine aykırıdır. Teknoloji, insan zihninin bir yansımasıdır ve yansıma gerçekten daha karmaşık olamaz. Bu düşünceye karşı çıkan ve makine zekâsının tümleşik insan zekâsından daha güçlü olacağına inananlar bunu insan beyninin tüm bağlantıları ile birlikte keşfedilebileceğine inanarak söylüyorlar. Beyni ve onu oluşturan bağlantıları bir kere keşfedip bunları bilgisayar ortamına aktardığımızda, insan beynine gerek kalmayacağı ve beynin yapabildiği her işlemin bilgisayar tarafından da yapılabileceği iddiasındalar.
Bu iddialarını kanıtlamak üzere, tersine mühendislik yöntemi kullanarak beynin fonksiyonlarını, beynin ağ yapısını çözerek anlamayı hedefleyen araştırmacılar tarafından, hemen hemen eşzamanlı olarak Avrupa ve Amerika'da büyük bütçeli beyin projeleri başlatıldı. Amerika'dan çok kısa bir süre önce Avrupa’da başlayan ve Mavi Beyin Projesi (Blue Brain Project) adı verilen proje, sıçan beynini biyolojik doğruluk düzeyi yüksek olacak şekilde simüle ederek buradan edinilen bilgi ve tecrübe ile insan beynini de aynı şekilde simüle etmeyi hedeflemekteydi.
2005 yılında başlayan projenin yöneticisi olan Henry Markram, 2009 yılında geleceğe dair bir öngörüde bulunup, 2018 yılına kadar dünyanın ilk bilinçli yapay zekâsını ortaya çıkaracağını söylemişti. 2017 yılının sonlarına gelindiğinde dünya genelinde araştırma yapan 5 büyük Beyin Girişimi bir araya gelerek, hiçbirinin kendi başına insan beyninin kodunu çözümlemeyi başaramayacağını, bu sebeple işbirliği yapacaklarını beyan edip Uluslararası Beyin Girişimi’ni oluşturdular. Bu yazının yazıldığı 2020 yılında ise hâlâ sıçan beyninin ötesine geçebilmiş değiller.
Mavi Beyin Projesi’ne başından beri karşı çıkan pek çok bilim insanının ortaklaştığı nokta, bu projenin sadece tekil sinir hücrelerinin yapısını, bağlantılarını inceleyip buradan öğrenilen bilginin, teknoloji yardımıyla harmanlanıp milyonlarca sinir hücresinin çalışmasını simüle etmek üzerine olduğu. Mühendislik bakış açısıyla, sistem çözümlenmesi üzerine kurulan bu yöntem ilk bakışta mantıklı gibi gözükse de konu beyin olunca işin özü daha karmaşık oluyor.
Beyin gibi karmaşık bir sistemde bireysel elemanlar bir bütün olarak sistemin yeni davranışını oluşturmak için birbirleri ile dinamik olarak etkileşime girerler. Buna karşılık ortaya çıkan yeni davranışlar sistemin çeşitli öğelerini doğrudan etkiler. İnsan beyni de dâhil olmak üzere hayvan beyinleri, entegre bir sistem olarak görülmelidir. Böyle bir sistem ise ne yazılımı donanımdan ne de bilgi işlemesi bellekten ayrılmaksızın, bir bütün olarak çalışan özel bir süreçtir.
Beyin, dijital bir bilgisayar mıdır?
İnsan beynini bilgisayara aktarma fikrini savunanların bir kısmı bilgisayarı beyne benzeterek ilerlemeye çalışırken diğer bir kısmı ise beyni bilgisayara benzetmeye çalışarak ilerlemeye çalışıyorlar.
Beynin bir bilgisayar olduğunu iddia edenlerin temel noktalarından biri Claude E. Shannon’un “İletişimin Matematiksel Kuramı” adlı makalesidir. 20. yüzyılın en önemli yayınlarından biri olarak kabul edilen bu makale, dijital bilgisayarların yapıtaşı olan elektrik anahtarının temelini atarak bilginin ölçülebilir bir büyüklük olduğunu ve biriminin de bit olduğunu söylüyordu. Bugün tüm dijital cihazlar, hesaplarını bu en küçük ikili bilgi birimi (bit) ile yaparlar.
Devrim niteliği taşıyan makalesinden yıllar önce Shannon, bir elektrik devresindeki herhangi bir mantıksal veya sayısal ilişkiyi oluşturmak için bir kişinin sadece iki sayıya 0 ve 1’e ihtiyaç duyduğunu göstermişti. Bu ise yeterli sayıda 1 ve 0 yan yana geldiğinde evrendeki tüm bilginin temsil edilebileceği anlamına geliyordu. Bu inanılmaz teorik iç görü, transistörün icadı ve Alan Turing'in idealleştirilmiş bir bilgi işleme makinesinin ilk teorik formülasyonu ile birleşince dijital bilgisayarların tarih sahnesine çıkışı mümkün oldu.
Shannon’un teorisi sadece cansız sistemler için geçerli değildir. DNA'nın bilgiyi bir sonraki nesle aktarmak için 4 temel nükleotidinin farklı dizilimlerini kullanarak kodlaması bu keşfin genetik ve moleküler biyolojide uygulanmasıdır.
İletişimin matematiksel kuramı adlı makalesinde Shannon, bilginin oluşması için gerekli en önemli kavramın entropi (belirsizlik) olduğunu söyler. Buna göre bilginin varlığını (dolayısıyla bir başka noktaya iletilmesini) ölçen şey, iletilen mesajın ne kadar belirsiz olduğudur. Buna göre, iletişim kanalı üzerinden tek bir mesaj iletiliyorsa, mesajın belirsizliği ile ilgili herhangi bir durum olmadığı anlamına gelir. Bu da mesajın aslında hiçbir bilgi taşımadığını gösteriyordur.
Bunu en basit olarak şöyle düşünebiliriz: Diyelim ki bir zar oyunu oynamaya karar verdik ve elimizdeki zarın hileli mi düzgün mü olduğuna dair bilgi edinmeye çalışıyoruz. Eğer her attığımızda 6 olarak geliyorsa, bu zarların hileli olduğu anlamına gelir ve artık bilgi değildir. Bilgi zarın durumu ile ilgili belirsizlik varsa oluşur.
Peki, sinirbilimde bu teori nasıl yanlış kullanılıyor?
İnsan beyninin bilgisayara aktarılabileceği iddiasında bulunanlara göre beynimiz duyu organları aracılığı ile dış dünyadan aldığı tüm mesajları (ses, görüntü, vs.) 0 ve 1’den oluşan ikili koda (binary code) çevirir. Daha sonra bu ikili kodlardan oluşan mesajlar bilgi olarak kullanılmak veya depolamak üzere beynin çeşitli yerlerine gönderilir veya hafızaya aktarılır. Bu sistemi savunanların en büyük hatası, beynimizin de ikili sistemde çalıştığını düşünmeleridir.
İnsan beyni bu şekilde çalışmaz. Bunun en iyi örneğini ise hayalet uzuv sendromunda görürüz. Kaza sonucu el, kol, bacak gibi organını kaybeden kişiler, kesik uzuvlarını sanki yerindeymiş gibi hissederler. Hatta bu durum bazı kişilerde olmayan kolda şiddetli ağrı şeklinde kendini gösterir. Bu ağrıyı tedavi etmenin bir yolu beyni kandırmaktır. Aynalı kutu (mirror box) olarak bilinen bu yöntemde, kişiden ellerini iki bölmeli ve ortasında aynı bulunan bir kutuya koyması istenir. Böylece kişi ayna sayesinde var olan elinin yansımasını görerek diğer eli de varmış algısına kapılır.
Shannon’un bilgi teorisine göre çalışan dijital bir bilgisayarda bu durum asla gerçekleşmeyecektir. Bilgisayara göre kol ya vardır (1) veya kesilmiştir (0). Her ikisinin de arasında olan bir durumun olması mümkün değildir. Öte yandan beyinde her iki durum da birlikte var olmaktadır. Beyin her ne kadar mesajı dışarıdan Shannon teorisine göre alsa da bu şekilde işlememektedir. Beyin dediğimiz donanımdan tek bir yazılım çıkartmak ve bu yazılımın beynin işlevlerini göreceğini söylemek mümkün değildir.
Beyin, bir laboratuvarda veya bir makinede simüle edilemeyen milyonlarca rastgele adım içeren evrimsel bir sürecin ürünü olan sistemdir. Sürekli olarak dış dünyanın değişen yapısına uyum sağlayan, birbirine bağlı 90 milyar elementten oluşur. Plastisite olarak da bilinen beynin bu adaptasyonu, onun kod gerektiren bir dijital makine tarafından taklit edilmesini imkânsız hale getiriyor. Bir laboratuvarda veya bir makinede simüle edilemeyen, milyonlarca rastgele adım içeren, evrimsel sürecin ürünü olan bir sistemdir.
Teknolojinin, insan beyninin gelişmesini, özgürleşmesini sağlayacağı kesindir. Fakat bunun yolu beyni taklit etmek değildir. Teknolojinin avantajlarından yararlanan beyin hayal kurmaya, üretmeye daha büyük zaman ve enerji ayırabilecektir.
*sinem.serap1@gmail.com