Marksizm toplumbilim ve felsefenin devrimci bir bireşimidir

19. yüzyıl, işçi sınıfının Avrupa’da çok güçlü bir biçimde mücadele sahnesine çıktığı bir dönem oldu. Dalga dalga Avrupa’yı sarsan bu mücadeleler, toplumbilim ve felsefe alanında güçlü bir atılımı tetikledi. Marx’ın Engels ile birlikte oluşturduğu bilimsel sosyalizm böyle bir ortamda doğdu. Ancak Marksizm, kuşkusuz 19. yüzyıla özgü bir “öğreti” değildir. Marksizm, toplumbilim ve felsefenin devrimci bir bireşimini oluşturan bilimsel sosyalizmdir. Onun için Marksizm, Marx’ın doğumunun 200. yıldönümünde, kendi doğumundan bu yana geçirdiği gelişim sürecinin bütünü ele alınarak değerlendirilebilir. Çünkü Marksizm hâlâ canlıdır. Ona can veren, bilimsel sosyalizmin iki yüzyıla yakın bir süredir insanlığın devrimci dönüşümünde oynadığı ve oynamayı sürdürdüğü roldür.
Tarihsel öngörüler, ne sadece toplumbilim, ne da yalnızca felsefe temelinde yapılabilir. Tarih yapımında yol göstericiliği sağlayacak olan, bu iki etkenin uygun bir bireşimidir. Bilimsel sosyalizmin yönelimi de bu doğrultudadır.

Bilim, felsefe ve tarih 
Bilim, gerçekliğe ilişkin genel ve sistemli bilgilerimizden oluşur. Bilimsel bilgiyi genel ve sistemli kılan, gerçekliğe ait nedensellik ilişkilerinin keşfidir. Bilimde bilginin kaynağı nesnel gerçeklik olduğu gibi, bilginin doğruluğunun ölçütü de, yine nesnel gerçeklikle sınamadır. Onun için bilim, deney ya da gözlem aracılığıyla görgül olarak sınanabilir kestirimlerle uğraşır. 
Nesnel gerçekliğin varlığı, bilimin önkoşuludur. Herkesin kendi öznel gerçeklikleriyle varolduğu bir dünyada, ortak bir sınama ölçütü kalmaz ve bilim olanaksızlaşır. Ama nesnel gerçekliğin varlığı, bilim değil, felsefe düzlemine ait bir önermedir. Çünkü nesnel gerçekliğin varlığı, yine nesnel gerçeklikle sınanamaz. Nesnel gerçekliğin varlığını hareket noktası olarak alan felsefe, materyalizmdir.
Bilim, “değişim”i yöneten nedensellik ilişkilerini keşfetmekle uğraşır. Farklı bilim dallarını birbirinden ayıran, konu edindikleri “değişimin türü” olup; onları birleştiren, “değişim” kavramının kendisidir. Bilim bilinenle bilimeyenin sınırında cereyan eden bir etkinliktir. Bilinenlerin cephesi ötelendikçe, temasa geçilen dolayısıyla bilimin araştırma gündemine aldığı bilinmeyenler de artar. Bilinmeyene ilişkin sınanabilir savların oluşturulmasının pusulası, değişime yön veren genel kurallılıklardan kaynaklanan sezgidir. Diğer bir deyişle, bilim nasıl hayata yol göstericilik yapıyorsa, bilim de yolunu felsefe yordamıyla bulmaya çalışır. Bilime yön gösterme işlevini üstlenen felsefe, diyalektik materyalizmdir. 
Marx, tarihsel gelişmeyi maddi bir temele oturtarak ve değişimin genel kurallılıkları uyarınca ele almıştır. Diğer bir deyişle, diyalektik materyalizmi toplumsal gelişmeye uygulamıştır. Bu, tarihsel materyalizmdir.
Marx’ın uygarlık tarihini açıklamak için kullandığı temel kavram, “artık”tır. Üretici güçlerin gelişmesiyle üretilen ürünün yaşamı ancak sürdürülebilir kılmanın ötesine geçmesi, yani “artık ürün”ün ortaya çıkması, aynı zamanda bu artığa belli toplumsal düzeneklerle el koyan sınıfları da ortaya çıkarmıştır. İşte bu el koyma biçimi ve araçları, söz konusu sistemin “üretim ilişkileri”nin temel etkenini oluşturmaktadır. Marx, kapitalizm altında işçi sınıfının sömürülme düzeneğini açıklamak için de “artı değer” kavramını geliştirmiştir. Artı değer, genel “artık” kavramının işgücünün metalaşması sonucu kapitalizm altında büründüğü ve kapitalizmi daha önceki toplumsal sistemlerden ayıran biçimdir. Marx üretim ilişkileri ile üretici güçler arasındaki çelişmeyi tarihin gelişmesinin motoru olarak belirlemiş ve tarih boyunca sınıf mücadelelerinin bu toplumsal maddi temel üstünde oluştuğunu ileri sürmüştür. 
Üretim ilişkileri ve üretici güçler birlikte üretim tarzını, toplumsal sistemin altyapısını oluşturur. Sınıflara bölünmüş bir toplumsal sistemin sürdürülmesi, yaptırım gücünü ve egemen sınıfların elinde toplanmış bir zor tekelini gerektirir. Sistemin işlerliği, ancak aynı zamanda sisteme olan itirazın toplumun kıyısına sürülerek yeterince geniş bir toplumsal rızanın sağlanmasıyla güvence altına alınır. Bu rıza, hukuk, din, gelenekler ve kültür gibi toplumsal ve ideolojik araçlarla elde edilir. Bu da, toplumun üstyapısını oluşturur. 
Mevcut sistemin sürdürülmesi amacıyla tasarımlanan üstyapı, doğal olarak sistemin maddi temelini oluşturan üretim tarzı uyarınca şekillenir. Ama toplumun üretim tarzını değiştirmeyi hedefleyen devrimci mücadelelerin itici gücü, eski toplumun bağrında öncelikle ideolojik, siyasi ve toplumsal düzlemlerde ortaya çıkar. Yani hedeflenen yeni üretim tarzı, toplumun yeni altyapısı olarak gerçeklik kazanmadan önce, o üretim tarzına uygun üstyapı bileşenleri istem, kavram ve ülküler biçiminde mücadelenin bayrağı haline gelir.  
Marx’ın gerek kapitalizm öncesi toplumsal sistemlerin gelişimi, gerekse kapitalizm hakkındaki savları “tarihin geçmişte oluşmuş olan maddesi” ile sınanabilir. Tarihsel öngörülerin de gelecekte tarihin kendisi tarafından sınanacağına kuşku yoktur. Tarihsel gelecek, geçmişin çözümlenmesi sonucu yaptığımız çıkarımlarla geleceğe ilişkin belirsizliğin bitiştiği yerde oluşur. 
Onun için tarihsel öngörüler bilimsel-felsefi bir nitelik taşır. Öngörünün bileşenlerinden biri, daha çok felsefe düzleminden kaynaklanır ve gelişmenin genel doğrultusuna ilişkindir. Diğer bileşen de, daha çok bilim düzlemine ait ve görece kısa erimle ilgili olup, günün olguları tarafından koşullandırılır. Marx’ın sosyalizm öngörüsü birinci, devrimin Avrupa’da kapitalizmin geliştiği ülkelerin işçi sınıfları tarafından gerçekleştirileceği öngörüsü ise ikinci bileşen doğrultusundadır. Bilimsel sosyalistlerin hem tarihin tunç yasalarından söz edip, hem de kâhin olmadıklarını belirtmeleri, anılan öngörülerin bilimsel-felsefi niteliği ile uyum halindedir.

Prof. Dr. Semih KORAY
Bilkent Üniversitesi İktisat Bölümü

Yazının tamamı Bilim ve Ütopya'nın mayıs 2018 sayısında!
 

Toplumsal Mücadele