Ruhsal travmanın ve travma terapilerinin doğasından Bilim ve Ütopya’daki önceki yazılarımızda biraz bahsetmiştik. Şimdi bu yazıda özellikle toplumla, grupla ve ötekilerle iletişimin ve etkileşimin ruh sağlığımız üzerinde etkilerinden bahsetmeye çalışacağım.
Bilişsel Davranışçı Terapi ve pek çok psikoterapi ekolünde sıkıntı ile başvuran kişilerin kendileri ve dünya hakkında arada kaldığı durumlarda çeşitli teknikler uygulanır(1). Psikoterapiste başvuran kişi genellikle farketse de farketmese de bir ikirciklilik arasındadır(2). Örneğin depresif semptomlarda; “Öyle olmadığını biliyorum ama kendimi beceriksiz ve yetersiz hissediyorum” ya da “Mantıklı yanımla düşününce saçma geliyor ama duygusal yanımla hayat anlamsız ve gelecek umutsuz geliyor”, “gelip geçen bu düşüncelerimin yersiz olduğunu bilmeme rağmen kendimi bunlar doğrultusunda yaşarken buluyorum” gibi... Bununda yanında fobi, panik bozukluk, obsesif kompulsif bozukluk gibi kaygı şikâyetleri ile giden hastalıklarda, kişi gerçek bir tehlike olmadığını bilse dahi tehlike varmış gibi davranabilir. Duygusal yanı veya içsel mekanizmalar diye tanımladığımız yönü, kişiyi, ona mantıklı gelse de gelmese de kişiyi bu kaçınma davranışlarına itebilir. Bu tür durumlarda, çeşitli psikoterapi okullarının farklı farklı kuramlarla uyguladığı kimi zaman birbirine benzer veya kimi zaman ise birbirine hiç benzemeyen bakış açıları ile teknikler önerir. Bu farklı tekniklerde çoğunlukla ortak olan alanlardan biri ise toplum ve kültürle olan ilişki vurgusudur. Bu tür durumlarda seansın bir noktasında terapistlerin ağzından kimi zaman şu teropotik cümleler çıkar: “Bu yaşantının başka bir açıklaması olabilir mi?”, “Aynı olayı bir başkası yaşasa yine böyle mi düşünürdü?”, “Bir yakınınız aynı durumu yaşasaydı ne hissederdi?”, “Peki, bir başkası ne yapardı?”, "Öyleyse aynı davranışı başkası yapsa, hatta kıymet verdiğiniz biri yapsa ona ne önerirdiniz?”, “Aynı duyguyu sevdiğiniz o kişi yapsa ya ona ne derdiniz?”, “Peki, aynı düşünceye çok sevdiğiniz arkadaşınız sahip olsa ona ne demek isterdiniz?” gibi… Psikoterapi uygulamalarının içindeki binlerce bilimsel olarak önerilen tedavi edici teknikten, yeri ve zamanı geldiğinde ve kuram doğrultusunda kullandığımız bu sorular terapotik olarak bir amaca hizmet eder. Özellikle depresyonda gördüğümüz kendisi, dünya ve gelecek hakkındaki olumsuza kaymış yanlı bakış açısının, grubun diğer üyeleri ile uyumlu olup olmadığını irdelemek bazen önem taşır. Burada bir çelişki olduğunu fark etmek yeri geldiğinde kritik bir müdahale olarak kullanılmaktadır. Bunun gibi kaygı ile ilişkili hastalıklarda kaçma veya kaçınma davranışının kaygı düzeyini nasıl etkilediğini incelemek ve bu yönde tedavi edici deneyler hazırlayarak bu düşünceleri test etmek teropotik bir rol oynar(3). Bunun üzerine diğer teknikler biner fakat o yine başka bir yazının konusu olsun.
Tam bu aşamada aslında artık epeyce popüler olan ayna nöron konusuna değinmek istiyorum. Primatlarla yapılan araştırmalar, deneysel ortamda birbirini izleyen maymunlardan, biri bir hareket yaptığında onu izleyenin de beyninde hareket yapınca çalışan bölgelerin aktifleştiğini göstermiş(4). Yine diğer araştırmalarla birlikte baktığımızda artık biliyoruz ki siz spor yapan birini izlediğinizde beyninizde sporla ilgili komut veren yerlerde bir “kıpırtı” oluyor. Aynı şekilde biz biliyoruz ki, önceki yazılarımızda konuştuğumuz gibi, televizyondan bir travmatik sahneye maruz kalmak bile kişiyi bizzat yaşamış gibi travmatize edebiliyor(5). İzlediklerimiz ve yaşadıklarımız, yani temas ettiklerimiz, fark etmesek de bizi şekillendiriyor. Günlük yaşantımızda daha önce karşılaşmadığımız davranışları ve anlamlarını toplumun diğer bireylerini gözlemleyerek öğreniriz(6). Bütün bu verileri toparlayıp başka şekilde söylersek gözüken şudur: Her temas iz bırakır!
Başka bir alana bakarsak çocuklar, kaygı ve travma alanında yapılan araştırmalarda ilginç veriler ortaya çıkmıştır. Örneğin stresli olaylara ya da travmalara maruz kalan çocuklarda onların stresle baş etmesi için önemli olan faktörlerden birinin, bakım verenin(anne, baba veya diğer) bu stresöre verdiği tepki olduğu bulunmuş. Anne ve baba ne kadar kolay baş edebiliyorsa çocuk da o kadar kolay baş edebiliyor(7). Muzafer Sherif'in grup normları ve grubun doğrudan algıya etkisi konusu burada önemli faktörlerden biri olarak görülebilir(8). Bu konuyu yine başka bir yazıda derinlemesine inceleyeceğiz. Fakat buraya gelmeden hem erişkin hem çocuk psikoterapisinde kullandığımız “Başkası olsa bu durumda ne düşünür?”, “Bu gerçekleştirmek isteyip bir türlü yapamadığınız davranış kalıbını çevrenizde yapabilen kimler var, biraz onlardan bahseder misiniz” gibi sorular aslında şikayetin içsel bileşenleri ile grubun diğer üyelerindeki benzerleri arasında ilişki kurarak fayda sağlayan cümleler olarak önem taşıyor.
Bu aşamada önemli bir öneri ortaya koyulabilir. Hedeflediğiniz yeni ruhsal durum için çabalarken, mümkünse hayatınızda en az bir tane, size bu konuda örnek olabilecek “içsel kaynak” oluşturabilecek kişi ile iletişimde olun. Eğer değilseniz iletişime geçmeye çalışın.
- Türkçapar, H. (2009). Bilişsel terapi: Temel ilkeler ve uygulama. HYB Yayıncılık, 2002 (Medico Graphics Ofset).
- Engle, D. E., & Arkowitz, H. (2006). Ambivalence in psychotherapy: Facilitating readiness to change. Guilford Press.
- Burns, D. (2012). İyi hissetmek. Çev. Tuncer, E.). İstanbul. Psikonet Yayınları.
- Lotto, A. J., Hickok, G. S., & Holt, L. L. (2009). Reflections on mirror neurons and speech perception. Trends in cognitive sciences, 13(3), 110-114.
- http://www.bilimveutopya.com.tr/makale/ruhsal-travma-ve-evrimsel-dogasi
- Demir, E. A., & Gergerlioğlu, H. S. (2012). Ayna Nöron Sistemine Genel Bakış. Eur J Basic Med Sci, 2(4), 122-126.
- Siqueland, L., Kendall, PC ve Steinberg, L. (1996). Çocuklarda kaygı: Algılanan aile ortamları ve gözlenen aile etkileşimi. Klinik Çocuk Psikolojisi Dergisi , 25 (2), 225-237.
- Sherif, M. (1936). The psychology of social norms.