Yöntemini arayan düşünce: Francis Bacon

Kadim “dünyayı bilme sorunu”nun çözümü için atılacak ilk adımın bunun için “doğru yöntem”i keşfetme olduğu fikri Antik Yunan’da Platon ve Aristoteles’e dek geriye götürülebilir. Ortaçağ üzerindeki etkisi düşünüldüğünde, özellikle Aristoteles’in bu konudaki çalışması ön plana çıkmaktadır. Öyle ki, bu “yöntem” anlayışı yüzyıllar boyunca başat konumunu korumuştur.(1) Hıristiyan ve İslam Dünyasında, doğru bilgiye ulaşmanın, bunun da ötesinde bilginin doğruluğunu kanıtlamanın tek güvenilir yolu olarak görülen tümdengelimci Aristoteles Mantığı, bu yöntem anlayışının önemli bir parçası olarak çağın düşüncesinin vazgeçilmez bilme biçimini oluşturmuştur. Pek çok alanda otorite konumuna gelen Aristoteles düşüncesi ve bu düşüncenin doğrudan ya da dolaylı ürünleri olan canlıların sınıflandırılmasından astronomi sistemlerine dek geniş bir yelpazedeki kuramlara karşı aykırı örnekler git gide birikse de, yöntem konusundaki kuşku gecikmeli olarak su yüzüne çıkmıştır.

Bu gecikme bizlere, düşüncenin (özelde bilimsel düşüncenin) tarihsel gelişimi ve işleyişi konusunda önemli ipuçları sunmaktadır. Örneğin, Aristoteles-Batlamyus Sistemi’ne aykırı onca gözlem mevcutken, beklenti bu sistemin terk edilmesi olduğu halde, çağın düşüncesi öncelikle “görüntüyü kurtarmaya” yönelik ek hipotezlere sığınmış ve hatta gözlemin kendisini reddetme noktasına kadar varmıştır. Çünkü, eldeki tümdengelimsel yöntem, yani sistemden olguya inen düşünme biçimi(2), gözlemi sistemden –özellikle de alternatifi bulunmayan sistemden- daha kolaylıkla gözden çıkarabilmektedir.(3) Elbette bu “vazgeçememe” ve “yöntemden kuşku duymama” durumunu pekiştiren psikolojik, siyasi ve hatta dini etkenler de unutulmamalıdır. Sorun epistemolojiye indirgendiğinde de durum karmaşıklığını korumaktadır. Örneğin, gözlemlenen gök cisimlerinin hareketlerinin açıklanması ve geleceğe dair öngörüler konusunda 16. yüzyılda Kopernik Sistemi ile Batlamyus Sistemi arasında hemen hemen aynı doğruluk derecesi söz konusu olduğunda, rekabet halindeki iki kuramdan (sistemden) hangisinin seçilmesi gerektiği fiili bir sorun olarak ortaya çıkmıştı. Tüm bu manzara bağlamında, 17. yüzyıla gelinceye dek bu sorunun epistemolojik boyutunu kapsayacak biçimde, önceki yüzyıllarda Robert Grosseteste, Roger Bacon, John Duns Scotus, Ockhamlı William gibi düşünürlerin tamamen Aristoteles’in yöntem çerçevesi içerisinde kalarak meşgul oldukları sorulardan farklı ve doğrudan yöntemi konu edinen “Aristoteles nerede hata yaptı?” sorusu yüksek sesle sorulamamıştır.

Bu soruyla birlikte genel olarak bu yüzyılın ve Modern Felsefenin belirleyici niteliği “yöntemli bilme”ye yapılan vurgudur (bir diğer niteliği ise Özne kavramının merkeze alınmasıdır). Descartes’ın “(…) pek yavaş yürüyenler de, eğer daima doğru yolu izliyorlarsa, koşup da doğru yoldan uzaklaşanlardan daha çok ilerleyebiliyorlar” (Descartes, 1994: 8) ve Bacon’ın “doğru yolda giden bir topal, yoldan çıkan süratli bir kişiyi yarışta geçer ve doğru yolda koşmayan birinin ustalığı ve hızı da onun hatasını arttırmaktan başka bir işe yaramaz” (Bacon, 1011: 137) ifadeleriyle başlattıkları “yol” arayışı bu vurgunun yansımalarından birisidir. “Doğru yol” metaforu ile ifadesini bulan bu yöntem arayışıyla birlikte, felsefenin hakikat arayışının öncelikle bir yöntem sorununa çekilmesi ve hakikate ulaştıracak doğru yöntemin bulunmasından sonra, “karanlıkta el yordamıyla yapılan bir arama tarama” (Kant, 1000: 11 [BVII]) yerine bilimin güvenilir yolunda, hakikate adım adım “ilerlenmesi” gerektiği anlayışı kendisini göstermiştir. David Harvey bu durumu Modern Düşüncenin ulaşacağı Aydınlanma’nın bir varsayımı olarak ele almakta ve şu ifadeleri kullanmaktadır:

“(…)Aydınlanma projesi için, herhangi bir soruya ancak tek bir cevabın mümkün olduğu fikri bir varsayımdı. Buradan mantıksal olarak şu sonuç çıkıyordu: Eğer doğru biçimde resmeder ve temsil edebilirsek dünyayı kontrol altına alabilir ve akılcı biçimde düzenleyebiliriz. Ama bu bir tek doğru temsil tarzı olduğunu varsayıyordu; bütün bilimsel ve matematiksel çabalar da buna erişmek içindi. Eğer bu doğru tarzı keşfedebilirsek, Aydınlanma hedeflerine ulaşmış olacaktı” (Harvey, 1006: 41).

Bu varsayıma göre temel mesele, o tek doğru cevaba götürecek ya da bulunan cevabın doğru cevap olduğundan emin olunabilmesini sağlayacak “doğru”/”uygun” yöntemin bulunabilmesidir. Böylelikle “yöntemli bilme”, Descartes’la başlayan modern felsefenin, temel motivasyonu haline gelmiştir. Bir başka deyişle, bu dönem bilginin kendi hakikatliliğini aklama girişimlerinin ardı ardına açığa çıktığı bir dönemdir. Bilgiye sağlam ve güvenilir bir temel bulma arayışı, rasyonalizm ile birlikte kesinlik arayışıyla iç içe geçerek modelini matematikte görmeye başlarken (bir anlamda Pythagorasçı yönelimi benimserken), git gide parlayan doğa bilimlerinde tek tek gözlemlerin ve deneyin öneminin göz ardı edilemez oluşu empirizmin epistemolojik ve metodolojik modelini güçlendirmiştir. Böylelikle, “matematikle yazılmış doğa kitabı”nın (yani Galileo’nun “dünya”sının) nasıl okunacağı konusunda “doğru yöntem” arayışı temelde rasyonalizm ve empirizm arasındaki gerilimde biçimlenmiştir.

 

Francis Bacon: Novum Organum

Benim yöntemim uygulamada zor olmasına rağmen açıklamada kolaydır ve şöyledir: Ben, kesinliğin ilerleyici adımlarını kurmayı öneriyorum. Duyunun açıklığı, elimizdekileri düzeltme sürecine yardım eder ve rehber olur. Fakat, ben, çoğunu reddettiğim duyu eylemini izleyen zihinsel faaliyetin yerine, zihnin doğrudan doğruya basit duyusal algıdan başlayarak ilerlemesini sağlayan yeni ve kesin bir yol açıyorum ve bunu gösteriyorum (Bacon, 1011: 111).

Francis Bacon’ın Great Instauration (Büyük Yenileme) adını verdiği kapsamlı bir çalışmanın parçası olan Novum Organum, Aristoteles’in yönteminin yerini alacak “yeni” bilimsel yöntemin ana hatlarına ilişkindir. Bilim tarihçisi Alexandre Koyré ve E. J. Dijksterhuis dışarıda bırakılacak olursa, bilim tarihi ve felsefesi açısından bu eser ve bu eseri yazan Bacon yenilikçiliği ve tümevarımcı-deneysel yöntemin savunuculuğu ile ön plana çıkarılmış ve hatta –modern- “bilimsel yöntemin kahini” sıfatıyla anılmıştır (Losee, 1008: 76). Bununla birlikte  o, epistemolojinin ve genel olarak felsefenin Kant’a doğru yürüyüşünün habercisi niteliğinde şu sözlerin de sahibidir: Bilimleri inceleyenler ya empiristler ya da dogmatikler olmuştur. Empiristler karıncaya benzerler, yalnızca yığarlar ve stoklarını kullanırlar. Dogmatikler örümcekler gibi kendi ağlarını örerler. Arı, her ikisi arasındadır. Bahçenin ve çevrenin çiçeklerinden alması gereken şeyi seçip alır; ama çalışır ve onu kendi çabalarıyla biçimlendirir (Bacon, 1011: 173).

Bacon’ın Novum Organum’unun başlangıç ilkesi, doğanın anlaşılabilir (bilinebilir) olduğudur. Onun ifadeleriyle, “tabiatın hakimi ve yorumlayıcısı olarak insan, hem nesneleri hem de zihnin işleyişini dikkate alarak tabiatın düzeni üzerine yaptığı gözlemlerin kendisine izin verdiği ölçüde onu anlayabilir ve onunla baş edebilir” (Bacon, 1011: 119). Bu ifadenin hemen sonrasında, günümüz tekno-kapitalist dünyası için açık bir vaka haline gelmiş ve bununla birlikte tekno-bilim imgesinin temelinde yer alan meşhur tespit gelir: “Bilgi ile insan gücü eş anlamlıdır” (Bacon, 1011: 110), “bilimlerin gerçek ve doğru hedefi, yeni keşifler ve zenginliklerle insan yaşamını donatmaktır” (Bacon, 1011: 157). Bu tespit aynı zamanda, Ortaçağ boyunca pek çok bilim-dışı etkiye maruz kalmış ve bunun acısını çekmiş (ve günümüzde depremlerde ve maden felaketlerinde acı çekmekte olan) insanlığa bir çağrı ve hatırlatmadır: “(…)tabiat, sadece yine tabiatın kurallarına uyularak kontrol altına alınabilir” ve bu kuralları keşfetmek için “tek ümidimiz gerçek tümevarımdır” (Bacon, 1011: 110, 111).

Bacon’ın yöntem önerisi tümevarımın işleyişinde farklılaşır. O, tümevarımın Aristoteles’in yönteminde de mevcut olduğunun farkındadır ve bu anlamda yeni bir keşifte bulunmamaktadır. Gerçeği (tabiatın kurallarını) araştırmanın ve keşfetmenin iki yolundan bahsederken, duyulardan ve tikellerden yola çıkarak en genel aksiyomlara doğru hızla ilerleyen ve tartışılmaz gerçeklik sanılan en genel aksiyomlardan ilerleyerek de aradaki aksiyomları keşfeden ilk yolun (Aristoteles’in yolunun) o güne dek kullanılan yol olduğunu ifade eder. Eğer tabiat, yalnızca tabiatın kurallarına uyularak kontrol altına alınabiliyorsa ve mevcut durum tabiat karşısında insanlığın acziyetiyse, yürünen yol yanlış demektir. Henüz denenmemiş olan “yeni” yol ise, duyulardan ve tikellerden başlayarak en genel aksiyomlara yükselene kadar aralıksız ve derece derece artarak kendi aksiyomlarını kuran yoldur.

Bu iki yoldan her biri, duyulardan ve tikellerden başlayarak, en kapsamlı genellere kadar çıkar. Fakat onların arasındaki fark hesap edilemeyecek kadar büyüktür. Çünkü birisi, deneyin ve tikellerin sınırlarına sadece dokunurken, diğeri gereken şekilde ve düzenli olarak onların içinden geçer; yine birisi daha başlangıçta bazı soyut ve faydasız genel ilkeler koyarken, diğeri, gerçekten, tabiatta tamamen ortak olan bu genel ilkeleri derece derece meydana çıkarır (Bacon, 1011: 113).

Bacon bu tarz bir tümevarımın etkili biçimde çalışabilmesi için insan zihninin doğa karşısında tekrar bir çocuk gibi olabilmesi gerektiğini ve bu yolda önyargılardan ve bazı doğal eğilimlerden arındırılması gerektiğini de belirtir. “Öyle ki, bilimler üzerine kurulmuş olan insan krallığına giriş, çocuklar dışında hiç kimsenin kabul edilmediği Tanrısal Krallığın girişine benzeyebilir” (Bacon, 1011: 145). Bu arınma, çağdaş epistemolojik dille ifade edilecek olursa, yola çıkarken ve yolda nötr-gözlem dilini kullanan ve kullanabilen araştırmacıya dönüşmekten başka bir şey değildir. Bu, sonraki çağlarda ve günümüz bilim felsefesinde de aktif olarak tartışılmış ve tartışılmakta olan bir hususa dikkat çekilmesi açısından çok önemli bir tespittir. Bacon, bilgiye giden yolda ya da daha genel anlamıyla dünyayla kurduğumuz ilişkide ön-anlamaların, önsel kavrayışların olumlu / olumsuz işlevi, yeri ve önemi konusu üzerine tartışmaların ve kuram-öncelikli yaklaşımın, “hipotez (kuram) olmadan olgular görünür olmazlar ve buna bağlı olarak da farklı kuramlar (/paradigmalar) aynı dünyada farklı olgular görürler” gibi tespitlerinin dahil olduğu tartışmaların başlatıcılarından biridir. Öyle ki, Thomas Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı’nda “ördek/tavşan örneğinin gösterdiği gibi, retina tabakalarında aynı izlenimler olan iki insan çok farklı nesneler görebilmektedir. Diğer taraftan da, ters mercekler örneğinde olduğu gibi, retina tabakalarında farklı imgeler olan iki kişi de aynı şeyleri görebiliyor” (Kuhn, 1000: 191) dediğinde, katışıksız bir gözlem dilinin (kuram bağımsız nötr bir dil, yani tümevarımın katışıksız başlangıcının dili) olanaksızlığını savunurken karşısında –bir anlamda da- Bacon bulunmaktadır.

Bacon’a göre, araştırmanın başlangıcında insan zihnini kuşatan ve onda derinlemesine kök salmış olan idoller ve yanlış fikirler yalnızca insan zihnini kuşatarak veri girişini önlemekle kalmaz, giriş sağlandığında bile spekülasyona ve yanlış yönlenmelere neden olur. Bacon’ın kategorizasyonuna göre insan zihninde dört tür idol bulunmaktadır: (1) Soy İdolleri, (1) Mağara İdolleri, (3) Çarşı-Pazar İdolleri, (4) Tiyatro İdolleri.

Soy İdolleri, insanın doğasında bulunan ve insanın kendisinin “şey”lerin ölçüsü olduğunu iddia etmesine neden olan kavrayıştır. Bilginin gereği olan düzenliliğin “dış dünyada” değil de insan zihninde olduğunun öne sürülmesinin ve bu yolla temelde “gerçeğin” bilinemez olduğunu öne sürmenin nedeni bu idoldür. Aynı zamanda bu idol, bilinçsiz bir biçimde, uzun bir dönem boyunca, karşıt örneklere rağmen gök cisimlerinin hareketinin dairesel olması konusundaki ısrarda görüldüğü gibi, doğaya olduğundan daha fazla “düzen” yüklenmesinin de nedenidir.

Mağara İdolleri, bireyseldir. Bunlar, her bir bireyin eğitiminden, diğer kişilerle olan ilişkilerinden, okuduklarından, hayranlık ve saygı duyduğu kişilerin otoritelerinden ve bunun benzeri çeşitli etki ve koşullardan dolayı “tabiatın ışığını durduran ve bozan kendi bireysel mağarasına sahiptir” (Bacon, 1011: 117). Bu idolün bilincinde olmadığı sürece, herkes bilgiyi bu “küçük” mağarada arar.

Çarşı-Pazar İdolleri, insanların birbirleriyle olan ilişkilerinden ve bu ilişkinin temelinde yer alan dil kullanımından ortaya çıkan idollerdir. Dilin, özelde ise sözcüklerin uygunsuz yapılanması, yani tanımların muğlak, açıklamaların belirsiz olduğu durumlarda açığa çıkan yanlış anlama ve yönlendirme durumudur. Bilim dilinin net, sade ve belirli olmasının amaçlanmasının ardında zihnin Baconcı anlamda bu idollerden temizlenmesi amacı yer alır.

Tiyatro İdolleri, insan zihnini saran çeşitli düşünce yapılarından (felsefe sistemlerinden, ideolojilerden vb) edinilmiş dogmalar ve yöntemlerdir. Bunlar, Bacon’ın ifadeleriyle, gerçek dünyayla ilişki kurmayı engelleyen kurgusal ve tiyatrovari bir dünya yaratırlar. Bu anlamda Bacon’ın karşı karşıya olduğu tiyatro idolü Ortaçağ yorumlarıyla bezenmiş Aristoteles Felsefesidir.

Bu idollerin farkına varmayan bir zihin, herhangi bir durumda, “ortada durumun çok ikna edici ve bol miktarda örneği olmasına rağmen, yine de gözlem yapmaz, ya da bu örnekleri küçümser, ya da güçlü ve zararlı bir önyargının ilk sonuçlarını feda etmektense, bu önyargıyla bir ayırma işlemi yaparak onları başından atar ve reddeder” (Bacon, 1011: 119). İşte bu ifadeler, yüzyıllar boyu “neden Aristoteles’ten vazgeçilemedi?” sorusunun eleştirel cevabı niteliğindedir. İdolleri ayıklamanın hiçbir yolunu bırakmayarak onları sabitleştiren ve varlıklarını ebedileştiren bir diğer tehlike alternatifsiz bilme iddiası ya da gerçekliğin bilinemez olduğu iddiasından herhangi birinde görülen aşırılıktır. İlkindeki aşırılık, Aristoteles’te görüldüğü gibi, araştırma için gereken makul şüpheyi ortadan kaldırarak hızlıca genel ilkelere yükselmekte ve bu noktada dogmatikleşmekte ve bilimi diktatörce biçime sokmakta kendisini gösterirken, ikincisindeki aşırılık, insan zihnini gerçeği keşfetmekten ümitsiz bırakır ve her şey gevşemeye başlar. “İnsanlar bundan dolayı, kendilerine hoş gelen çekişmelere ve tartışmalara yönelirler ve önemli bir araştırmaya dayanmak yerine, bir konudan diğerine atlarlar” (4) (Bacon, 1011: 145).

İnsan zihni idollerden temizlendiğinde, bilimsel yöntemi kullanmaya hazır hale gelir. Ancak, Bacon’ın uyarısı hatırlanacak olursa, yöntemin uygulama aşamasında da idollere karşı tedbirli olmak gerekmektedir. Ona göre, doğa filozofu (araştırmacı / bilim insanı) araştırma alanındaki olguları saptadıktan sonra bu olgular arasındaki ilişkileri araştırmalıdır. Düşük dereceli genellemelerden (ilişki tespitlerinden) kapsamlı olanlara doğru tümevarımsal olarak ilerlerken bu yavaş ve adım adım ilerleyen bir tümevarım olmalıdır. Bacon’ın ifadeleriyle, “zihne kanatlar eklemekten ziyade onun henüz yapmamış olduğu atlamayı ve uçmayı engellemek için, ona kurşun bağlamalıyız. Bu yapıldığı zaman bilim için daha büyük ümitler besleyebiliriz” (Bacon, 1011: 178). Örneğin, demir çubuk ısıtılınca genleşir tespiti, ısı ile demir çubukta görülen değişim arasında bir ilişki kurduğunda bunun hemen ardından tüm metal cisimler ısıtıldıklarında genleşirler önermesinin gelmesi hatalıdır. Bunun yerine izlenecek yol, mümkün olduğunca çok demir çubukta ısıya bağlı genleşme olgusunun gözlemlenmesinin ardından, (a) demir çubuk ısıtılınca genleşir, (b) demirden yapılmış nesneler ısıtılınca genleşirler, (c) bütün metaller ısıtılınca genleşirler, (d) bütün katı nesneler ısıtılınca genleşirler ifadesine varmaktır. (a)’dan (d)’ye varan süreç bir tümevarımsal genellemedir. Burada sıralama, gözlemler, sabit bağıntılar, daha geniş kapsamlı korelasyonlar ve –Baconcı terimle- formlara (en genel ilkelere) doğru bir tümevarımsal genellemedir.

Formlara (yasalara) giden tümevarımsal genelleme sırasında, olgular arasındaki bazı korelasyonların “rastlantısal” olabileceği de dikkate alınarak, tümevarımsal yönteme bir tür “dışarıda bırakma” yöntemi de eşlik etmelidir. Aksi halde, tümevarımın sadece bir “sayma” işleminin ötesine geçmesi zorlaşacaktır. Bacon’ın önerdiği tümevarım, yerinde dışlamalar yaparak gereksiz olanı atan, araştırılan tabiatı ayıran, olumsuzlamaların yeterli bir sayısını topladıktan sonra, oradan olumlama için sonuç çıkarabilen tümevarımdır. Geniş bir alana yayılmış olan tikel nesnelerin “karmaşıklığı” uygun ve iyi düzenlenmiş bir biçimde sıralanmadıkça ve düzenlenmedikçe, bunun için araştırma konusu olarak keşfedilen noktaların tabloları bir sıraya ve düzene yerleştirilmedikçe ve zihin, bu tabloların verdiği düzenlenmiş ve özetlenmiş hazır şeyle meşgul olmadıkça, zihnin kendi içindeki çatışmaları ve tartışmaları faydasız kalacaktır (Bacon, 1011: 177, 178). Bacon, bu yöntem için “Mevcut Olma”, “Mevcut Olmama” ve “Dereceler” tabloları oluşturmuştur. Bu tablolardan sonuç üretilmesi için de son tablo “dışlayıcı tablo”dur. Bir niteliğin mevcut olduğu, bir diğerininse olmadığı, ya da niteliğin düşüş gösterdiği sırada diğerinin yükselişe geçtiği durumların tespitine yönelik bir tür veri raporları olarak düşünülebilecek tablolar söz konusudur. Bacon, rastlantısal korelasyonlar bu şekilde dışarıda bırakıldıktan sonra geriye yalnızca temel korelasyonların kalacağını düşünüyordu ve temel korelasyonlar da daha ileri tümevarımsal genellemeler için uygun bir konu oluşturuyordu (Losee, 1008: 80).

Bacon’ın kendi verdiği örnekle, “ısı formu”na ilişkin “mevcut olma” tablosunda “(1) güneş ışınları, (2) yoğunlaşan güneş ışınları, (3) yanan meteorlar, (4) yanarak aydınlatma, (5) yanardağların oluklarından alev püskürmesi, (6) her çeşit alev, (7) yanan katılar, (8) doğal sıcak banyolar, (9) sıcak ve ısıtılmış banyolar” şeklinde yirmi sekiz madde yer alır. Görüleceği üzere bu ilk tablo, hiçbir eleme yapmaksızın “ısı”nın gözlemlendiği her durumu içermektedir ya da potansiyel olarak içerebilecek yapıdadır. Zihin, daha önceleri olduğu gibi, sırf bu örneklerden bir genellemeye giderse, güncel bir doğrulama gerektiren aksiyomlarla hayallerin, kuramlarla yanlış tanımlanmış kavramların iç içe olduğu bir durum içerisine girecektir. Bu nedenle, Bacon’ın deyişiyle, “insan, ilkin olumsuzlamalar yaparak ilerler ve daha sonra olumlamalar yaparak sonuç çıkarır” (Bacon, 1011: 137). Böylelikle, bu tablonun hemen ardından “ısı formu”na ilişkin “mevcut olmama” tablosu oluşturulur. Bu tabloda, “(1) Ay’ın, yıldızların, kuyruklu yıldızların sıcaklık hissi vermeyen ışınları, (1) Güneş ışınlarının kutup bölgelerindeki yansımaları, (3) büyütecin tersi olan merceğin ışınların ısısını azaltıp azaltmadığına ilişkin yapılacak deneyin sonucu, (4) yanma olmadan açığa çıkan parlamalar” gibi otuz iki madde yer alır. Bu tablodaki maddelerin bir kısmının araştırmacıları deneye yönlendirmekte olduğuna dikkat edilmelidir. Bu tabloların oluşturulmaları sırasında, Bacon, çok basit konularda dahi “deney yapılsın; daha ileri bir araştırma yapılsın” notunu düşmek zorunda kalmasının, o güne dek insanlığın empirik bilgi konusundaki zayıflığının göstergesi olduğunu belirtmektedir (Bacon, 1011: 137). Üçüncü tablo, karşılaştırmalı örneklerin bulunduğu “dereceler” tablosudur. Hareketin ısıyı arttırması, rüzgârın alevi canlandırması, sıcak bir cismin ortam ısısını da arttırması gibi doğası araştırılan ısı formunun göreli olarak arttığı ya da azaldığı durumlar incelenir ve veri olarak kaydedilir.

İkinci ve üçüncü tablolardaki veriler kullanıldığında, her çelişik örneğin bir hipotezi yıktığı görülür. Temelde aranan, “ısı” ile birlikte her tekil örnekte görülen ve ısı mevcut olduğu sürece o da mevcut olan, onun mevcudiyeti ortadan kalkınca “ısı”nın da ortadan kalktığı “gözlemlenebilir” bir diğer olgudur. Isının mevcut olduğu, fakat hipotez olarak “ısı formu” olarak öne sürülen diğer olgunun var olmadığı örnekler hipotezi yıkacaktır. Bu çerçevede Bacon’ın örneğinde ulaştığı sonuç (ilk ürün), ısı formunun “hareket” olduğudur. Bu sonuç “ilk ürün”dür, çünkü tablolardan sonuç üretmek konusunda bir adımdır ve daha incelikli araştırmaya açıktır ve Bacon da örneğini hareketin ısı ile ilişkisi içerisinde incelenmesi ile devam ettirir (bkz. Bacon, 1011: 151-360). Böylece, her ne kadar kendisi bu deneyleri yapmamış olsa da, deney düşüncesiyle güçlendirilmiş tümevarımsal bir yöntemin 17. yüzyıldaki ilk örneği verilmiş olmaktadır.

Sonuç Yerine

Bazı bilim tarihçileri aksini iddia etse de, Francis Bacon epistemoloji ve bilim tarihinde önemli bir isim olmayı sürdürmektedir. 17. yüzyılda gerçekliği kavrayabilmek için yöntemini arayan insan düşüncesi, Bacon’la birlikte Aydınlanma yolunda ilk adımlarını atmış ve Bacon’ın eserinde daha sonra da tartışmaya devam edeceği pek çok noktayı göreli olarak erken bir dönemde görebilmiştir. Bacon’ın yöntem konusunda sorunları çözdüğünü ve kendisinin bilimsel yöntemi tam ve eksiksiz olarak geliştirebildiğini söylemek elbette ki yanlış ve abartılı olacaktır. Fakat, yönteminin ya da daha genel olarak insanlığın yöntem arayışının temeline yerleştirdiği tespit bir kez daha hatırlanmalı ve hatırlatılmalıdır: “(…)tabiat, sadece yine tabiatın kurallarına uyularak kontrol altına alınabilir.

Yrd. Doç. Dr. Ömer Faik ANLI
​Ankara Üniversitesi DTCF Felsefe Bölümü

Dipnotlar:

(1) John Losee, bu disiplinin tarihini geriye çekerek, Aristoteles’i “ilk bilim felsefecisi” olarak adlandırmaktadır (bkz. Losee, 2008: 14).

(2) Bu düşünme biçiminin Aristoteles’in orijinal düşüncesinden farklı olduğu, Aristoteles’in tümevarıma yaptığı vurgunun Ortaçağdaki yorumcuları tarafından görmezden gelindiği ve bilimi deneysel temelinden koparan dogmatik bir kuramcılığı teşvik eder hale getirildiği yönünde eleştiriler mevcuttur. Losee’nin ifadesiyle, “Yanlış bir Aristotelesçiliğin uygulayıcılığını yapanlar, gözleme dayanan kanıtlar yoluyla tümevarım yaparak değil, Aristoteles’in kendi başlangıç ilkeleriyle başlayarak onun yöntemine kısa devre yaptırmışlardır” (Losee, 2008: 79).

(3) Kuram seçiminin koşulları üzerine tartışma çağdaş bilim felsefesinin merkezi konuları arasında yer almaktadır. Bu hususu önemle vurgulayan çalışmalar ve yeni bir kurama geçiş koşullarına dair tartışmalar için Karl Popper’ın ve Thomas Kuhn’un çalışmalarına bakılabilir.

(4) Bu ifadelerde Bacon’ın 21. yüzyılda Postmodernizm adı altında yürütülen bazı tartışmaları öngördüğü söylenebilir.

 

Kaynaklar:

BACON, Francis (1011), Novum Organum, çev.Sema Önal, Say Yayınları, İstanbul.

DESCARTES, Rene (1994), Metot Üzerine Konuşma, çev. Nilüfer Kuyaş, Alan Yayınları

HARVEY, David (1006), Postmodernliğin Durumu, çev. Sungur Savran, Metis Yayınları

KANT, Immanuel (1000), Arı Usun Eleştirisi, çev. Aziz Yardımlı, İdea Yayınları

KUHN, Thomas (1000), Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Çev. Nilüfer Kuyaş,  Alan Yayınları

LOSEE, John (1008), Bilim Felsefesine Tarihsel Bir Giriş, çev. Elif Böke, Dost Kitabevi

Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın mart 2015 sayısında yayımlanmıştır.

 

Felsefe