“İnsanoğlunun yapabilecekleri hayal ettikleri ile sınırlıdır.”
Arthur Charles Clarke
Bilimin Kurgusu köşemizde şimdiye kadar iki edebi eser, bir sinema filmi ve bir de alt tür inceledik. Sıra; türe önemli katkılarda bulunmuş bir yazarı didiklemeye gelince, üç büyükler tabir edilen (Asimov, Heinlein ve Clarke) yazarların hangisinden başlamalı diye bir düşündüm. Sir Arthur Charles Clarke galebe çaldı. Serimiz devam ederse, diğer ikisini de inceleriz. Ancak bu ay “Olabilirliği keşfetmenin tek yolu, imkânsıza doğru biraz daha gitmeyi göze almaktır” diyen Clark’ı mercek altına alacağız.
Arthur Charles Clarke (bundan sonra ACC olarak yazılacaktır), İsviçre ordu çakısı gibi bir şahsiyet. Gardırobunda muhtelif şapkaları var. Kimi zaman nesli tükenen gorillere destek olan bir grubun aktivisti, kimi zaman Sri Lanka’da sualtı keşifleri yapan bir dalgıç, kimi zaman Apollo-11’in ay görevini sunan spiker, çoğu zaman da bilimkurgunun gelişimi için elinden geleni yapan bir yazar…
İngiltere’nin kırsalı olarak nitelendirilebilecek deniz kıyısındaki küçük bir kasaba, Minehead’de, dört çocuğun en büyüğü olarak doğdu. Takvim 1917 Aralık’ını gösteriyordu. Birinci Dünya Savaşı sürerken, Mustafa Kemal Halep Yıldırım Orduları Grubu 7. Ordu Komutanlığı’na atanıyor, Rusya’da Ekim Devrimi yapılalı henüz iki ay oluyordu. ACC, standart bir çocukluk yaşadı. O zamanlar “pulp” bilimkurgu dergileri okuyor, fosil (malumunuz deniz kıyılarında bulması hiç zor değildir) topluyor, üstünde fosil resimleri olan çıkartma kartları biriktiriyordu. Bilimkurguya olan yöneliminin, o dönemde okuduğu üç metne atfeder: Amazing Stories dergisi, Olaf Stapledon’un “Last and First Men” ve David Lasser’in “The Conquest of Space” romanları.
Yeniyetmeliğinde “Gençlik Astnonomi Derneği”ne katılır ve derneğin “Uraia” adlı dergisine uzay araçları ve uzay seyahati hakkında yazdığı yazılarla derginin bir uzay yolculuğu bilimi bölümünün açılmasını sağlar. ACC, daha o yıllarda uzayı pruvaya yerleştirmiştir. Erken yaşta ölen babası nedeniyle medarı maişet motorunu yürütmek kolay olmadığından, ACC, henüz 19’undayken Londra’ya taşınır ve Eğitim Bakanlığı’nda emekli aylığı denetçisi olarak işe başlar. Bu neşeli(!) işte geçimini sağlarken İngiliz Gezegenlerarası Topluluğu’na katılır. Daha sonra 1946-1947 ve 1951-1953 yılları arasında başkanlığını yapacağı bu topluluğun yayınlarına çeşitli makaleler yazar ve bilimkurguya yavaştan girizgâh yapar.
Dünyaya rahatlık yoktur. İkinci Dünya Savaşı başlar. Orduya katılır, Hava Kuvvetlerinde (RAF) radar teknisyeni olarak göreve başlar. (Burada uzun bir parantez olacak sevgili okur! Royal Air Force [RAF] Kraliyet Hava Kuvvetleri olarak çevrilebilir. İngiliz savaş gemilerinde ise HMS kısaltması kullanılır. Bu da Her Majesty’s Ship /Majesteleri Kraliçenin Gemisi demektir. Her ne kadar demokratik görünse de İngiltere’nin aristokrasi geleneği, kendini ayrıntılarda faş etmektedir). ACC, savaş sırasında genellikle GCA olarak kısaltılan yer kontrollü yaklaşmalı radarda uzmanlaşır. Bu radarın savaşın gidişatına pek bir katkısı yoktur ama sıcak savaştan sonraki soğuk savaşta Berlin Hava Asansörü harekâtında pek bir önemli olacaktır. Orduda işinizi yapıp sesinizi çıkarmazsanız rütbeniz ilerler. Dünyanın her yerinde böyledir bu. ACC da önce radar eğitmeni, sonra sırasıyla teknik pilot subayı, kıdemli eğitici ve uçuş teğmeni olarak ilerler ve bu rütbeden mezun olur. Bu süreçte teknolojiyle yakınlaşması, iki birbirinden farklı esere temel olacaktır. 1945’te Wireless World dergisi ACC’ın “Karasal Röleler-Roket İstasyonları Tüm Dünya’yı Radyo Yayınlarıyla Kapsayabilir mi?” adlı makalesini yayımlar. ACC bu makalede küresel iletişimin ilk prensiplerini coğrafi yörüngelere yerleştirilen uydularla yapılabileceğini belirtir. Bir uydu, ekvatorun üzerine belirli bir mesafede konumlandığında; uydunun yörüngeyi tamamlama süresi Dünya’nın yörüngeyi tamamlama süresiyle örtüşmektedir. Bu, Dünya’da bulunan bir gözlemciye, uydunun gökyüzünde hareket etmediği, sabit bir konumda kaldığı anlamına gelir. Aslında bu tip yörüngeler ilk olarak 1928’de konuşulmaya başlanmıştı ancak jeostatik yörüngelerin Dünya çapında iletişim için kullanılabileceği düşüncesini ilk öneren kişi ACC olur. Bugün yerküremizin 36.000 kilometre üstündeki uyduların salındığı yörüngeye, Uluslararası Astronomi Birliği’nce “Clarke Yörüngesi” denmektedir. ACC’ın diğer eseri ise, ileride kariyerini oturtacağı bilimkurgu alanındadır. Dönemin en önemli süreli bilimkurgu yayını Astounding Science Fiction adlı dergide “Rescue Party” adlı kısa öyküsü yayımlanır. Bu arada ABD Hava Bürosu Bilimsel Hizmetler Bölümünün başındaki Dr. Harry Wexler ile hava durumu tahminleri için uyduların kullanılmasını önerdiği bir dizi yazışma yaparak, uyduların meteoroloji tahminleri için kullanımına da destek olur.
Kraliyet Hava Kuvvetlerinden terhis olunca birikimlerini eğitime yatırır. King’s College’den matematik ve fizikte lisans eğitimi alır. 1948’de onur derecesiyle mezun olduğunda bilim alanında mı yoksa edebiyatta mı sebat etmeli diye fazla tereddüt etmez. Aylık Science Abstracts yayınlarında yardımcı editörken 1950’de kurgu olmayan “Interplanetary Flight” adlı kitabını yayımlar. Burada uzay yolculuğu ihtimalinin gerçekleşme olasılığı hakkında görüşler bildirir. 1951’de ilk uzun bilimkurgu romanı yayımlanır “Prelude to Space”, daha sonra ise ardı ardına bilimkurgu romanları gelir.
Bu arada 1956’da aniden Sri Lanka’ya taşınır. Kimileri bunun Sri-Lanka’da eşcinselliğin daha hoşgörülü olarak yaşandığı için, kimileri ise dalış için benzersiz imkânlar sunduğu için gerçekleştiğini öne sürer. Bu konuda herhangi kesin bir bilgi yok. Kişisel yaşamı düşünüldüğünde, 1953’te gerçekleşen kısa evliliği haricinde sadece “bir hayat boyu olabilecek yegâne mükemmel arkadaş” olarak nitelendirdiği Leslie Ekanayake adlı bir partneri olduğu biliniyor. Eşcinselliğini hiçbir zaman ön plana çıkarmadığı ama asla inkâr etmediği de yakın dostları tarafından dile getiriliyor. Kendisi hakkında kısa bir araştırma yapanların muhakkak karşılarına çıkacağını tahmin ettiğim bir diğer bilgi de hakkındaki pedofili ithamları. Tam da şövalyelik listesine alınmışken İngiltere’de tabloid bir gazete, elinde ACC’ın bu konu hakkında sesli bir röportajının olduğunu iddia ederek yazarı pedofili ile suçlar. Sansasyon peşindeki gazete amacına ulaşmıştır. Soruşturmalar başlar, gazete çokça satar. Araştırma komisyonları bu sesli kaydı isteyince Sunday Mirror yan çizer. Sri Lanka’daki soruşturmada da ACC’ın suçsuz olduğu ortaya çıkar. Mirror özür diler, gazetenin patronu Rupert Murdock bu haberi yazan gazetecilerin bir daha asla Fleet Street’de (İngiliz Babıalisi) iş bulamayacaklarını söyler. Ancak çamur atılmış izi kalmıştır. Basının karalayıcı etkisi nedeniyle bugün dahi, bu çok yönlü üretken yazar hakkında araştırma yapılırken karşımıza çıkan pedofili sonuçları, zihinleri bulandırmaktadır. Bu konu hakkında oldukça detaylı bir araştırma yapmaya çalıştım. Sri Lankalı Genel Polis Müfettişi Msm Nizam’ın konu hakkındaki yorumlarını dahi okudum ancak bu iddiayı gerçek kılacak herhangi bir veriye ulaşamadım. Bu asılsız iddiayı hak ettiği gibi burada kısa keselim ve Sri Lanka’ya yerleşen ACC’a geri dönelim. Önce güney sahillerindeki küçük bir kent olan Unawatuna, sonrasında ise başkent Colombo’da yaşamayı seçer yazar. Gençliğinden beri dalmaya çok meraklıdır. Arkadaşı Mike Wilson’la ülkenin her yerinde dalarlar. Dalış deneyimlerini The Coast of Coral (Mercan Kıyısı - 1956) ve The Reefs of Taprobane (Taprobane Resifleri - 1957) gibi eserlerde anlatır. Buldukları dalış rotaları çok popüler olur ve hatta 1956’da yaptığı bir dalışta bulduğu arkeolojik objeler, batık bir sualtı tapınağını ortaya çıkarır.
1962’de çocuk felci olmuştur. 1988’de hastalığı nükseder ve tekerlekli sandalyeye çakılır. Nedir ki bu zorluk ona asla engel olmaz. Arkadaşları, 89 yaşında (ölmeden bir yıl önce) bile dalmaya devam ettiğini, hatta sualtında su üstünde olduğundan daha hareketli olduğunu söyler.
ACC’ı çok farklı yerlerde görürüz. Tantal madenciliğinin soylarını tehdit ettiği gorillerin savunuculuğunu yapan Gorilla Organization’un başkanı olur. İngiliz Çocuk Felci Bursu Başkan Yardımcısı olur. Apollo-11’in Aya inişini sunan spiker olur. Uluslararası Uzay Üniversitesi ile Moratuwa Üniversitesi’nin uzun süreler rektörlüklerini yapar. BBC’de bilimin popülerleşmesi için televizyon programları çeker. Burada bir parantez açıp televizyon programlarına kısaca değinelim. Televizyon için çekilen bu diziler “pulp” olarak nitelendirilebilecek başlıklarda yayınlandı. Bu serilerin; Kayıp Maymun Adam, Göl Canavarı, Derinlerin Yaratığı gibi televizyon izleyicisinin merakını canlandıracak başlıkları vardı. O dönem televizyon izleyen kişilerin ilgisini bilime çekebilmek için dönemin tüm bilimkurgu üreten isimlerinin başvurduğu bir hileydi bu. Eserin çoğunu sansasyona ayırıp içine önceleri eser miktarda, izlenme oranları artınca da dozu arttırılarak bilim yerleştiriliyor. Mümkün olduğunca çok sayıda insanın bilime olan ilgisinin arttırılması amaçlanıyordu.
Yazımızda “2001, Space Odyssey”’den bahsetmezsek, eksik kalır. ACC, 1951 yılında “Sentinel” adlı bir kısa öykü yazar. 1964’te bir bilimkurgu filmi çekmeye niyetlenen Stanley Kubrick, öyküyü beğenir ve ACC’a senaryoyu birlikte yazmayı teklif eder. Hem senaryo üzerinde birlikte çalışırlar, hem de Clarke kısa öyküyü genişleterek filmle aynı adı taşıyan bir roman yazmaya koyulur. Senaryo biter, filmin çekimine başlanır, roman da ilerlemektedir. Nihayet 1968’de film yayınlanır. Kubrick mükemmeliyetçi bir yönetmen, Clarke ise iyi bir bilimkurgu yazarıdır. Ortaya çıkan iş, her yönden tatmin edicidir. Bugün bile filmin, bilimkurgu ve sinema alanında türünün en iyisi olduğu, önemli sinema eleştirmenleri tarafından söylenir. Ancak yönetmenle yazar arasında bazı çekişmeler olduğu da bilinmektedir (yüksek egoların aynı yolda yürümeleri güçtür!). Kubrick, uzay yolculuğunun sıkıcılığını izleyiciye hissettirebilmek adına uzay aracında yapılan 12 dakikalık bir spor egzersizini olduğu gibi filme katınca, Sir Clarke gözyaşları içinde salonu terk eder. Neyse ki aslında çok daha uzun olan film 2 buçuk saate kısaltılır ve izleyici, uzay yolculuğunun sıkıcılığını hissetmez. Filmde ve romanda, gelecek hakkında pek çok öngörü vardır. Bunların kimisi gerçekleşmiş (düz ekranlar, biyometrik tanımlama, küçük taşınabilir televizyon ve telefonlar, çok basamaklı telefon numaraları, son derece gelişmiş bilgisayarlar), kimisi de (henüz) gerçekleşmemiştir (Ay ve Jüpiter’de kurulacak koloniler, hibernasyon [derin uyku], yapay zekâ). Ancak ACC’ın birçok çağdaşından çok daha isabetli gelecek tahminleri yaptığını da belirtelim. İnternet, akıllı telefonlar, bilgisayarın günlük hayatımızdaki rolü, uydu teknolojisi ve daha birçok konuda çok isabetli öngörülerde bulunarak fütürist şapkasını da usturupluca takmıştır.
ACC, filmin başarısından sonra bu seriyi Odyssey Two (1982’de yayımlandı, 1984’te filmi çekildi), 2061: Odyssey Three (1987) ve 3001: The Final Odyssey (1997) adlı kitaplarla devam ettirir. Bu arada ödüller, payeler üst üste gelmektedir. İngiltere’den şövalyelik, Sri Lanka’dan Sri Lankabhimanya (Sri Lanka’nın Gururu anlamına gelen Sri Lanka’nın en büyük nişanı), 4923 numaralı asteroide adının verilmesi, Clarke yörüngesinden yukarıda bahsetmiştik, Hugo-Nebula-Locus gibi bilimkurgu ödülleri yanında bilimsel ve teknolojik pek çok ödülü de vitrininde sergileyen ACC, yaşamının son yıllarında dalışa devam etse de konuşma konusunda güçlükler çekmektedir. Aralık 2007’de arkadaşlarına ve hayranlarına görüntülü bir hoşça kal mesajı gönderir ve üç ay sonra ölür. Ölümünden birkaç saat önce dünyaya GRB olarak bilinen çok büyük bir gamma ray ışınımı ulaşır. GRB 080319B olarak bilinen bu büyük gamma ışınımının, yerküremize ulaşması 7.5 milyar yıl sürmüştür (neredeyse büyük patlamanın yarı yaşı!). Amerikan Ateizm Derneği bu GRB ile ilgili olarak “bir zamanlar sadece tanrılara ait olduğu düşünülen evrene aklımızı ve gözümüzü yöneltmeye bu kadar yardımcı olan bir kişilik için doğrusu son derece uygun bir övgüdür” yorumunu yapar. Vasiyeti uyarınca hiçbir dini tören yapılmadan, hayattaki en mükemmel arkadaşı Leslie Ekanayake’nin yanına defnedilir. Geriye ise gözlerini uzaya diken insanlara yol gösterip eğitim veren bir vakıf (Arthur C. Clarke Vakfı) ve Uzay Eğitimi Enstitüsü’nü bırakır.
Kitaplarını okuduğunuzda kimi zaman bilime kimi zamansa pembe diziye yakın duran kitaplar olduğunu görebilirsiniz. Yazıldıkları dönem göz önünde bulundurulduğunda bu anlaşılabilir. ACC’ı çağdaşlarından ayıran ise enerjisini tamamen uzaya çevirmesi. Bunun için, haklı olarak bilimkurgu türünün temel taşlarından biri kabul ediliyor. İthaki Yayınları, yazarın 2001 serisinin dört, Rama serisinin dört ve Tetik serisinin iki kitabını dilimize kazandırdı. Filmini ise türle ilgilenenlerin ıskalaması imkânsızdır. Uzaya yakın durmak isteyen bu eserlere de kayıtsız kalmayacaktır.
Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın Mart 2019 sayısında yayımlanmıştır.