Suç ve polisiye edebiyatında bir gezinti

Suat Duman: Dosya konusu her ne kadar “suç” ise de suç dediğimiz şeyin polisiyenin temel malzemesi olduğu ortada. Siz de Türkiye’de polisiye yazınına akademik düzeyde eğilen az sayıda isimden birisiniz.  Diğer taraftan Türk edebiyatında suç ve onu çevreleyen kavramlar bütünü sadece polisiyenin ilgi alanına girmiyor haliyle. Bütün olarak edebiyatımızın suç, suçluluk, adaletle olan alışverişi nerede başlıyor, ne gibi süreçlerden geçiyor?  

Seval Şahin: Suç hele de suçluluğun ele alınmadığı bir esere sadece bizde değil, dünya edebiyatında da rastlamamak çok zor. Suç yalan da olabilir, iffetsizlik de cinayet de. Ancak suçu belirleyen toplumsal normlar. Bu normun dışına çıkıldığında siz "suçlu" oluyorsunuz, sizin adınıza konuşan bir mekanizma bu şekilde karar veriyor. Suç ve edebiyat ilişkisinin bizim edebiyatımızdaki yansıması deyince benim aklıma ilk Peyami Safa geliyor. Tüm Peyami Safa edebiyatı habisliğin, kötücüllüğün kol gezdiği bir edebiyattır. Suç her yerdedir, kahramanlar suçlarını o kadar doğallıkla işlerler ki, bir süre sonra acaba suç gerçekten neydi diye düşünmeye başlarız. Oğuz Atay'a bakalım mesela. Topluma uyum sağlayamayan aydının kendi bölgesini yaratmak için kurduğu oyunlara. Bu oyunlarda suç baş köşededir. Ancak kahraman tüm yalanlarına hatta kendine söylediği yalanlara bile olsa bağışıklık kazanamaz. O halde burada suçlu kimdir? Düzeni sağlayan ve korumayı kafasına koyanlara karşı oyunlarla kafa tutanlar mı, yoksa bu sıkıcı habaseti (alçaklığı, kötülüğü) devam ettirenler mi? Bizim ve tabii yazarın nerede durduğu ve durduğu yerden nereye baktığı da önemli suç ve edebiyat ilişkisinde. Otomatik Portakal'da artık suç işleyemediği için mutsuz, sıkıcı ve sıradan birine dönüşen kahraman, kendiyle karşılaşmaya da tahammül edemez hale gelir, fakat tahammül edemediği suçsuzluktur aslında. 

SD: Suç kutsal kitaplardan itibaren tanımlanıyor. Devlet ve idare tanımlar koymakla görevini yaptığını düşünüyor, fakat suçu anlamak sonunda hep felsefeye ve edebiyata kalıyor. Romeo ve Julyet’ten Dante’nin İlahi Komedya’sına, Suç ve Ceza’ya, Soğukkanlılıkla’ya, Yaşar Kemal’in suçlu psikolojisini enine boyuna işlediği İnce Memed’e, Demirciler Çarşısı Cinayeti’ne dek tür ayırt etmeksizin edebiyatın belki başat teması, suçluluk, sonsuz adalet. Suçlu dediğimiz insan, bu eylemiyle hukuku olduğu kadar, edebiyatı da kışkırtıyor galiba.   

SŞ: Kışkırtmaz olur mu?! Suçlu her zaman normlarla sorunu olan biridir. Normun karşısında durduğu ve “normal”in dışına çıktığı için de cezalandırılması gerekiyor. Kimi zaman Halit Ziya'nın Aşk-ı Memnû’sunda olduğu gibi yazar bizzat kahramanını cezalandırıyor kimi zaman da cezayı adalet veriyor. Adaleti sağlamak için bir suçluya da her zaman ihtiyaç var. Tabii bunun beraberinde suçluyu alt edecek mekanizmaya, ehlileştirmeye, korku salmaya, sürekli norm belirlemeye de ihtiyaç var. Suç varsa kocaman toplumsal bir mekanizma da var. Edebiyat kimi zaman bu çarkın sürekli işlemesine, kimi zaman da çarkı paramparça etmeye yarıyor.  Bu noktada önemli olan yazarın nerede durmayı tercih ettiğidir. Toplumsal düzenden mi yoksa toplumsal adaletten mi bahsetmek istiyorsunuz, bu konuda da bir yazar olarak tercihinizi yapmak zorundasınız. Edebiyatın suç ile ilişkisinde oldukça eylemsel bir durum bu.
 

Söyleşinin tamamı Bilim ve Ütopya'nın haziran 2018 sayısında!
 

Doç. Dr. Seval Şahin
Mimar Sinan GSÜ Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi
Söyleşi: Suat Duman
​Yazar

Edebiyat