Sahtebilimin en önemli özelliği, yarım yamalak ve muğlak bir şekilde tanımlanmış kavramlar üzerine büyük argümanlar inşa etmektir. Örneğin uzaylıları gördüğünü iddia edenlerin başvurduğu en tipik cümle, “Uzaylılar kesin var, UFO’yu kendi gözlerimle gördüm!” cümlesidir. UFO, İngilizcede “Unidentified Flying Object”, yani Türkçe meâliyle “Tanımlanamayan Uçan Cisim” demektir. Bu temel bilgi ve bilimsel perspektifle az önceki cümleyi okuyacak olursanız, UFOcuların en temel iddialarının bile temelinin çürüklüğünü görebilirsiniz: UFO, tanımlanamayan bir cisimse, onun “uzaylı” olduğunu nereden bilmekteyiz, nasıl iddia edebiliriz? Daha önceden Evrim Ağacı üzerinden “UFO” olarak bahsedilen ve sonradan tanımlandığı için UFO olmaktan çıkan cisimlerin bir listesini yayınlamıştık.[1] O listeye göz atacak olursanız, meteorlardan tutun da roketlere kadar, meteoroloji balonlarından tutun da uçaklara, yıldırımlara, uçakların bıraktıkları izlere, keşif balonlarına, “parhelya” adı verilen “Yalancı Güneş” olgusuna, paraşütlere ve hatta örümcek ağlarına kadar sayısız cismin bugüne kadar “uzaylı ihbarı” olarak ileri sürüldüğünü; ancak sonradan çürütüldüğünü anlatmıştık.
Peki bu durumda ne yapmalıyız? UFOcular sahtekar ve yalancılardan ibaret diye, uzaylı canlıların varlığı olasılığını göz ardı mı etmeliyiz? Hayır, elbette hayır! Çünkü uzayda yaşamın olduğunu biliyoruz: Biz varız! Dünya’mız üzerindeki her bir canlı, “uzaylı”ların, yani “uzayda yaşamın” canlı kanlı ispatlarıdır. Biz canlılar, Dünya isimli bir gezegende yaşayan ufacık varlıklarız. Bu gezegenimiz, diğer 7 gezegenle ve birkaç cüce gezegen ile birlikte Güneş isimli bir yıldızın etrafında dönüyor. Bu yıldız ise, Samanyolu Galaksisi dediğimiz bir galaksinin içerisinde bulunuyor. Bu galaksi içerisinde 100-400 milyar arasında yıldız olduğu düşünülüyor. Bu yıldızların etrafında toplamda 100 milyar gezegen olduğu düşünülüyor. Ancak Samanyolu Galaksisi, Gözlenebilir Evren’deki tek galaksi de değil elbet. Sadece Hubble Teleskobu gibi “eski teknoloji” bir uzay teleskobu ile bile 100 milyar civarında galaksinin varlığını tespit edebiliyoruz. En olası ihtimalle Gözlenebilir Evren içerisinde 300-350 milyar civarında “teleskoplar ile tespit edilebilecek kadar büyük” galaksi bulunuyor. 7 trilyon civarında ise cüce galaksinin var olduğu düşünülüyor. Bu galaksiler, toplamda 25 milyar farklı galaksi grubu ve 10 milyon farklı süperküme oluşturacak şekilde kümelenmiş halde Gözlenebilir Evren’i dolduruyorlar. Üstelik Gözlenebilir Evren, 93 milyar ışık yılı (yani ışığın 93 milyar yılda alabileceği mesafe kadar) genişliktedir; ancak bunun ötesinde ışığın bize henüz ulaşamamasından ötürü gözleyemediğimiz çok daha büyük bir kısım bulunmaktadır. Henüz bu konuda bilimsel bir anlaşma bulunmuyor olsa da, Evren’in toplam büyüklüğünün, Gözlenebilir Evren’in büyüklüğünden katrilyon kere katrilyonlarca kat fazla olduğu hesaplanmaktadır! En tutucu hesaplamalar, Evren’in Gözlenebilir Evren’den 250 kat büyük olduğunu söylerken [2], en gevşek varsayımlara dayalı hesaplamalar ise bu miktarın 10 üzeri 10 üzeri 10 üzeri 122 kat olabileceğini söylemektedir [3]. Bu sayının devasalığını düşünmeyi size bırakıyorum. Dolayısıyla böylesine akıl almaz büyüklükteki bir Evren içerisinde, canlılığın sadece Dünya üzerinde bulunuyor olma ihtimalini de... Uzaylı hayatın varlığı olasılığı üzerinde durmak için, sarhoş Amerikalı çiftçileri ve kafası kıyak gençlerin gece 2’den sonra gördükleri ışıkları referans almamıza gerek yoktur. Bilim, bize zaten doğru ve isabetli olan düşünce yöntemlerini gösterecektir.
Peki, Akıllı Tasarım’dan bahsedeceksem, neden UFO’lardan ve Evren’in büyüklüğünden söz ediyorum sizlere diye düşünebilirsiniz? İki nedenle: İlk neden, evrimsel biyolojinin ve Evrim Teorisi’nin ortaya koyduğu modern açıklamalara ve gerçeklere karşı alternatif olarak ileri sürülen Akıllı Tasarım fikrinin ve argümanlarının özünde UFOcular ve onlar tarafından sarf edilen argümanların geçerliliğinden hiçbir farkı yok. İkisi de eşit derecede geçersiz, boş ve anlamsız. Buna geri geleceğim. Evren’in büyüklüğünden bahsederek konuya girmemin ikinci nedeni ise, bu devasa yaşam alanının kendisinin varlığının bile Akıllı Tasarım’ı ileri sürüp de savunanların en temel argümanlarını çürütmeye yeterli olduğunu görmenizi istiyorum. Ama bunu görebilmeniz için, Akıllı Tasarım nedir, önce onu net bir şekilde tanımlamamız gerekiyor.
Akıllı Tasarım, günümüzdeki yaşamın ve çeşitliliğin evrimsel biyoloji çerçevesinde varlığını bildiğimiz doğal seçilim, cinsel seçilim, yapay seçilim, akraba seçilimi, mutasyonlar, genetik sürüklenme, göç olayları, transpozonlar gibi doğal ve kendiliğinden olan mekanizmalar yoluyla değil de, “akıllı bir gücün” yönlendirmesi ve isteğiyle ortaya çıkıp sürdürüldüğünü ileri süren bir çeşit sahtebilim türüdür. “Bir dakika, bir dakika!” diyebilirsiniz hemen. “İyi de, bu tanım, bildiğiniz yaratılışçılığın tanımı değil mi?” Güzel soru!
Akıllı Tasarım, hepimizin yakından tanıdığı evrim karşıtlığı ve modern bilim düşmanlığının en güçlü temsilcilerinden olan yaratılışçılık akımından özünde tamamen farksızdır. Her ikisi de Evren ve içerisindeki süreçlerin bir “süper güç”, “yaratıcı”, “ilah”, “Tanrı” tarafından sürdürüldüğünü ileri sürer.
Çağrı Mert BAKIRCI
Texas Tech Üniversitesi Öğretim ve Araştırma Görevlisi
Yazının devamı Bilim ve Ütopya Ocak sayısında ...