Aşkın biyolojisi

Aşkı anlatmak kolay değildir. "Akıl aşkı anlatmada çamura saplanmış eşek gibi kalır." buyurmuş Mevlâna. Anlatılması bu kadar zor olan bir şeyin bilimsel bir dile dökülmesi ise daha zordur. Hem de insanların bu kadar değer verdikleri bir olgunun “beyindeki biyokimyasal değişiklikler” olarak sunulması, insanların çoğuna indirgemecilik olarak görüldüğü için yadırganır. Yine de ben bu iki zorluğu göze alarak “beynin bir işi” olan aşk konusuna beyin bilimlerinin nasıl baktığını anlatmaya çalışacağım.

Aşkın genel olarak insanlara özgü olduğu varsayılsa da aşka benzer bağlanma davranışının diğer memelilerde de olduğu bilinir. Aşkın ve sosyal bağlanmanın işlevi üremeyi kolaylaştırmak, güvenlik duygusu sağlamak ve kaygıyı azaltmaktır. Hayvanlarda eşe bağlanma davranışı cinsel aktiviteden bağımsız olarak gelişebilir, ancak cinsel aktivitenin bağlanma davranışını kolaylaştırdığı da bir vakıadır.(1) İnsanların da sosyal bağı oluşturmadan önce gergin oldukları, bir kez ilişki kurulduktan sonra ise bunun yerini bütünleşme, istikrar ve memnuniyetin aldığı bildirilmektedir.(2)

Geleneksel olarak insanlarda romantik aşk ve olgun aşk olmak üzere iki farklı aşk türünün olduğu kabul edilir. Bu ayrıma göre, romantik aşk bencildir, temelinde kendini yüceltme ya da yansıttığı kendi ideal benliğine tutulma vardır, bu yüzden âşık olunan kişi idealize edilir, olmayan birtakım büyüsel vasıflar ona atfedilir.(3) Yoğun bir erotik cezbedilme hali romantik aşka eşlik eder. Aslında âşık olunan tam anlamıyla, yani etli-canlı bir dünya insanı olarak tanınmaz; kişinin her şeyiyle tanınma süreci çoğu kez romantik aşkın sonunu hazırlar (ya normal sevgiye döner, ya da her şey biter). Romantik aşkta normal toplum kurallarını önemsememe hali vardır (bu benim hayatım, istediğimi yaparım, özgürüm vs.). Başkalarının incinmesi çoğu kez önemsenmez. Sevilen kişinin dünyada tek olduğu düşünülür, onun iyi taraflarına odaklanılır, kötü tarafları görülmez.

Romantik aşk artmış enerji, neşe, uyku ihtiyacının azalması, iştah kaybı, titremeler, kalp çarpıntısı ve heyecan ile birliktedir ve bu belirtilerin beyinde norepinefrin ve dopamin denilen kimyasal ileticilerin artışına bağlı olduğu ileri sürülür. Sevilen kişinin takıntılı biçimde düşünülmesi ise bir başka iletici olan serotonin eksikliği ile ilişkili olabilir.(4)

Reddedilme korkusu, kıskançlık, ayrılık kaygısı belirgindir. Kılık kıyafet, tavırlar, günlük programlar sevilen kişiye göre yeniden ayarlanır. Sevilen kişiye karşı yoğun cinsel istek varsa da onunla duygusal ve ruhsal olarak birleşme daha önceliklidir. Çoğu kez hissedilenlerin kontrol edilemez olduğunun ve bir hata olduğunun kişi de farkındadır, ancak yaşadıklarından kendini alamaz, bu yüzden kişinin yakınları ya da bazen kendisi bile “büyü yapıldığını” düşünebilir.(3) Romantik aşk sırasında kişi çoğu kez önceki sosyal gruplarından kopar ya da en azından sosyal ilişkilerin azaltıldığı görülür. Ergenlerde yapılan bir çalışmada kızların % 53’ünün, erkeklerin %32'sinin en iyi arkadaşlarının romantik aşka tutulmasından sonra yalnız kalmaktan şikâyetçi oldukları bulunmuştur.(5) Buradan yola çıkılarak romantik aşka düşen kızların arkadaşlarını daha çok unuttukları ileri sürülebilir.

Nedense tüm bu saydığımız olumsuz taraflarına rağmen, romantik aşk genellikle başkalarınca hoş görülme, hatta bazen gıpta edilmeyle karşılanmaktadır.

Bazı antropologlar romantik aşkın endüstriyel Batı kültürünün ürünü olduğunu ileri sürmüşlerse de yapılan bilimsel çalışmalar bu görüşü doğrulamamış, romantik aşkın evrensel bir olgu olduğunu göstermiştir.(6) Fakat Batı kültürünün romantik aşkı aşırı derecede önemsediği ve yücelttiği bir gerçektir.

İnsanca (olgun) aşkta ise, âşık olunan kişi olduğu gibi, kusurlu taraflarıyla birlikte görülür ve beğenilir, yani kişi bütünüyle sevilir. Bu anlamda seven kişi karşıdakini kendi egosunu tatmin için kullanmak yerine ona değer verir. Olgun aşk fedakârdır, sade ve basittir, özünde eşiyle dostluk ve arkadaşlık vardır, hayat paylaşılır ve küçük şeylerle yaşanır.(7)

 

Tekeşlilik ve evlilik

Zaman zaman istisnaları olsa da insan topluluklarının çoğunluğunun pale-olitik dönemden (yontma taş devri) beri tekeşli oldukları düşünülmektedir. Çünkü avcılıkla karın doyururken insanın birden fazla karısı olamaz.(8) Hayvanlar içinde de tekeşli olanlar vardır. Hayvanlarda tekeşlilik daha çok çocuğun büyütülmesi için iki ebeveyne de gereksinim olduğunda görülür. Bu durumda sosyal bağların (ya da aşkın) geliştirilmesi, üremeyi ve çocuğun yaşamasını kolaylaştırarak doğal seçilimde avantaj sağlar. Memelilerin % 3 kadarı tekeşlidir, insanlar da bu orana dahildir. İnsanlarda tekeşliliğin kökeni konusu tartışmalıdır: İnsan bebeğinin uzun süre bakıma ihtiyaç duyması, sert koşulların erkeğin birden fazla kadınla evlenmesine imkân tanımaması ve tekeşliliğin erkekler arası yarışmayı azaltması gibi etkenlerin sonucunda, insanların evrimsel süreçte tekeşliliği tercih etmiş olabilecekleri ileri sürülmektedir.(9)

Tekeşli hayvanlarda çoğunlukla erkek ve dişi benzer fiziksel özelliklere ve büyüklüğe sahiptir. Çokeşli türlerde ise genellikle erkekler daha büyük, daha saldırgan, daha renklidir ve çocuğun bakımıyla ilgilenmezler. İnsanın erkeği bu bakımlardan daha çok, çokeşli hayvanların erkeklerine benzer. Bu yüzden doğasında çokeşliliğe eğilim olduğu iddia edilmektedir. Nitekim dünyadaki tüm seks endüstrisi erkeklere yöneliktir ve internet’te pornografik sitelere girenlerin % 95’i erkektir. Tabii ki bir şeyin doğal olması onun bizim için en iyi şey olduğunu göstermez! Tekeşli birlikteliklerde, eşlerin çoğu kez birbirlerine benzedikleri ileri sürülmektedir. Birçok durumda eşler yaş, ırk, eğitim, kültür bakımından ve hatta fiziksel bakımdan da birbirlerine benzerler, bu durum homogami tabiriyle tanımlanmaktadır. Homogami, evliliğin başarısını ve istikrarını artırmakta, benzer ilgi ve tutumları olan eşlerin evlilikleri daha uzun sürmektedir.(10) Eşlerin birbirlerine yüz bakımından benzediğini bildiren çalışmaların yanı sıra, tersini bildirenler de vardır.(11) İkinci görüşü savunanlara göre, insanlar kendilerininkine benzeyen yüzlere (akrabalığı telkin ettiği için) daha çok güvenebilir ve onlarla kolay dostluk kurabilirler, ancak aynı nedenle onları daha az çekici bulurlar. Bu nedenle insanlar kendine benzeyen yüzlere sahip karşı cinsten kişileri uzun süreli dostluk ve evlilik için tercih ediyor olsalar bile, bunlar arasında kısa sürede oluşan cinsel çekim olayı yaşanmaz (11).

248 çiftin incelendiği bir çalışmada, özellikle ahlaki değerler bakımından birbirlerine benzer tutumları olan eşlerin evliliklerinden aldıkları tatminin daha yüksek olduğu, dini inanç derinliğindeki benzerliğinde ise bu konudaki etkisinin daha zayıf olduğu bulunmuştur.(12)

 

Aşkın ve sosyal bağlanmanın biyolojik temelleri

Aşkın ve sosyal bağlanma davranışının biyolojik temelinde oksitosin ve vazopressin hormonlarının esas rolü oynadıkları kabul edilmektedir.(13) Bu hormonlar beynin hipotalamus dediğimiz yapısında üretilen hormonlardır. Oksitosin ve vazopressin, olumlu sosyal davranışları artırır. Sosyal hayvanlarda toplum içindeki işlevsellik, tanıdık bireylerin görülünce tanınmasına bağlıdır. Sosyal işaretleri tanıma ve sosyal hatırlamada vazopressin ve oksitosin hormonları önemli bir işlev görür.(14)

Tekeşli olan ve olmayan hayvan türlerinde oksitosin ve vazopressin reseptörlerinin beyindeki dağılımı farklı bulunmaktadır. Bu nedenle bu iki hormonun türlerin tekeşliliği tercih etmesinde önemli oldukları, hatta eşe sadakati arttıran etkenler olabilecekleri öne sürülmektedir.(13) Aslında oksitosin ve vazopressinle cinsel bağlanmanın ilişkisi karşılıklıdır. Çünkü cinsel birleşme de bu iki hormonun kan düzeylerini artırarak eşlerin birbirlerine bağlanmasını arttırmaktadır .(15)

İnsanlarda, âşık olunan kişinin resmi gösterildiği zaman etkinliği artan beyin bölgeleri, kokain kullanıldığında uyarılan bölgelerin aynısıdır (ventral tegmental alan, nükleus akkumbens, yani beynin ödül yapıları).(4) Bu demektir ki bir kişiye bağlanmanın ödüllendirici bir etkisi de vardır ve bu şekilde türün devamına katkıda bulunulmuş olur. Bu nedenle bazı yazarlar tarafından romantik aşk, tekeşlilik ve sosyal bağlanmanın beynin ödül yapılarını uyaran bir tür bağımlılık olup olmadığı sorgulanmaya başlanmıştır. (13,14)

Âşık olan insanlarda yapılan bir çalışmada, hem erkek hem de kadınların âşık oldukları sırada kortizol düzeylerinin (olasılıkla özgün olmayan bir stres cevabı olarak) yükselmiş olduğu, serum testosteron miktarının ise âşık olan kadınlarda artarken erkeklerde azaldığı gözlenmiştir.(16) Söz konusu çalışmada aynı âşık insanların hormonlarına 12 - 18 ay sonra yeniden bakıldığında, hormon düzeylerinin (ilişkileri sürdüğü halde) normale döndüğü bulunmuştur. Bir başka deyişle, romantik aşk -tatlı olmasına rağmen- uzun sürmez, türün devamı açısından sürmemelidir de. Çünkü romantik aşkı sürdüren bir ebeveyn iyi bir ebeveyn değildir. Çocuğun büyütülmesi için sakin, güvenli, huzurlu, kararlı bir ortam gerekir, bu da ancak eşine sadakatle bağlı olan, ancak romantik aşktan da kurtulmuş anne ve babanın olmasıyla mümkündür.

 

Aşkta ve evlilikte kıskançlık

Kıskançlık; bir rakibin varlığında ortaya çıkan ve değerli bir ilişkinin kaybedilmesi tehdidine karşı oluşan genel bir insan tepkisidir.

İnsanlarda kıskançlık doğal bir duygu olarak vardır, çünkü kadın ve erkeklerin eşlerini aldatma eğilimleri vardır. Evrimsel gelişimin bir noktasında, insanların eşlerini aldatma ve buna bağlı olarak aldatıldıklarını keşfetme yetenekleri gelişmiştir. Kişi, kıskançlık duygusu sayesinde rakiplerini bertaraf edip yalnızca kendi genlerinin devamını sağlamak üzere eşinin sadece kendisi tarafından döllenmesini temin etmektedir. Ancak ortada bir rakip yokken yanlış bir inanç sonucunda kıskançlık oluşursa, o zaman bu uyumsal özelliğini kaybeder ve kişinin boşuna enerji harcamasına neden olur.

Amerika'da yapılan çalışmalarda; doğan her on çocuktan birinin, kadının sadakatsizliğinden olduğu, her üç çocuktan birinin evlilik dışı ilişkilerden olduğu bildirilmektedir.(17) Kadınların, eşlerini en çok yumurtlama (ovulasyon) zamanında aldattıkları ileri sürülmektedir.(18)

Kıskançlık birçok hayvanda ve özellikle erkek cinsiyette belirgindir, ancak tekeşli hayvanlarda çok daha şiddetlidir, çünkü tekeşlilik durumunda erkek bütün kaynaklarını tek bir eş ve onun çocuğuna hasretmiştir, aldatmanın bedeli erkek için çok daha büyüktür. (19)

Kıskançlığın erkeklerde çok görüldüğü bilinmekte, ancak bunun nedenleri çok iyi bilinmemektedir. Evrimsel bakış açısından bunun nedeni olarak dişinin her zaman çocuğun kendisinden olduğundan emin olması, erkeğin ise olmaması gösterilmektedir.

Kadın ve erkeğin kıskançlığının evrimsel temelleri farklıdır. Kadınlar daha çok, erkeğin başka bir dişiye kapılıp evi terk etmesinden, dolayısıyla çocukları büyütebilmek için gerekli kaynakları kaybetmekten korkarlar.(20) Erkekler eşlerinin cinsel sadakatsizliğinden, kadınlar ise duygusal sadakatsizliklerinden daha çok etkilenirler. Kadınlar kendilerinden güzel olan, erkekler ise kendilerinden zengin ya da başarılı olan rakiplerden rahatsız olurlar.(21)

Erkekler cinsel sadakatsizliği daha zor affetmekte ve eşinin ilişkisi cinsel bir mahiyet kazanmışsa evliliği bitirme eğilimleri daha fazla olmaktadır.(22)

Sağlıklı kadın ve erkek deneklere, eşlerinin cinsel ya da duygusal sadakatsizliğine işaret eden cümleler okunduğu zaman, erkeklerin cinsel sadakatsizliğe, kadınların ise duygusal sadakatsizliğe daha çok beyin uyarılması ile cevap verdikleri gözlenmektedir. Erkekler bu sırada hipotalamus ve amigdala gibi cinsellik ve saldırganlıkla ilişkili beyin yapılarında, kadınlar ise üst temporal yarık gibi sosyal mesajları anlama ile ilgili beyin yapılarında daha çok uyarılma işaretleri göstermektedirler.(23) Bu da erkeklerin aldatılma olayının daha çok cinsel yönü ile ilgilenerek saldırmaya hazırlandıklarını, kadınların ise diğerinin niyetini anlama ve olayın sosyal normlara uygunluğunu araştırmakta olduklarını göstermektedir.(23)

Erkek için aldatılmadığından emin olmanın bir yolu, çocuğun kendine benzeyip benzemediğini anlamaktır. Bu yeteneğin hayvanlarda aşikâr olarak mevcut olduğu, insanlarda da var olup evrimsel gelişim sırasında gelişmiş bulunduğu, ama bilinçsiz olarak çalıştığı ileri sürülmektedir. Erkeklerin, kendilerine benzeyen yüzlere kadına göre çok daha duyarlı oldukları nörobilimsel çalışmalarda ortaya konmaktadır. Erkekler, kadınlardan farklı olarak, baktığı çocuk kendine benzediği zaman çok daha yaygın bir beyin etkinliği göstermektedirler.(24)

Sonuç

İnsan sosyal bir hayvandır. Sosyal bir yaşama uyum sağlaması ve sosyal davranışları geliştirmesi muhtemelen evrimsel süreçte ona büyük bir avantaj sağlamış olmalıdır. İnsanın sevgi, aşk, sosyal bağlanma, bir eşe bağlanma ve kıskançlık gibi sosyal davranışlarının da biyolojik temellerinin olduğu son yıllardaki bilimsel çalışmalarda ortaya konmakta ve giderek artan bir ilgi görmektedir. Tabii ki, insan sosyal ve psikolojik olduğu kadar aynı zamanda biyolojik bir varlıktır ve davranışlarımızın altında yatan biyolojik süreçlerin anlaşılması genel olarak insanın anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.

 

Kaynaklar

Young LJ, Murphy Young AZ, Hammock EA. Anatomy and neurochemistry of the pair bond. J Comp Neurol. 2005; 493: 51-57.

Emanuele E, Politi P, Bianchi M, Minoretti P, Bertona M, Geroldi D. Raised plasma nerve growth factor levels associated with early-stage romantic love. Psychoneuroendocrinology. 2006;31: 288-294.

Johnson RA. Romantik Aşkın Psikolojisi (Çev: Kemal Kutlu), Gül Yayınları, İstanbul, 1993.

Bartels A, Zeki S. The neural correlates of maternal and romantic love. Neuroimage. 2004;21: 1155-1166.

Roth MA, Parker JG. Affective and behavioral responses to friends who neglect their friends for dating partners: inşuences of gender, jealousy and perspective. J Adolesc. 2001;24: 281-296.

Jankowiak WR, Fischer EF. A cross-cultural perspective on romantic love. Ethnology. 1992; 31: 142.

Fisher H, Aron A, Brown LL. Romantic love: an fMRI study of a neural mechanism for mate choice. J Comp Neurol. 2005; 493:58-62.

Simmonet D, Courtin J, Veyne P, Le Goff J, Sole J, Ozouf M, Corbin A, Sohn A-M, Bruckner P, Ferney A. Aşkın En Güzel Tarihi (Çev: Saadet Özen), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2003.

Campbell A. Female competition: causes, constraints, content, and contexts. J Sex Res. 2004;41: 16-26.

Caspi A, Herbener ES. Continuity and change: assortative marriage and the consistency of personality in adulthood. J Pers Soc Psychol. 1990;58: 250-258.

DeBruine LM. Trustworthy but not lust-worthy: context-specific effects of facial resemblance. Proc Biol Sci. 2005;272: 919-922.

Gaunt R. Couple similarity and marital satisfaction: are similar spouses happier? J Pers. 2006;74: 1401-1420.

Young LJ, Wang Z. The neurobiology of pair bonding. Nat Neurosci. 2004; 7:1048-1054.

Insel TR. Is social attachment an addictive disorder? Physiol Behav. 2003; 79: 351-357.

Porges SW. Love: an emergent property of the mammalian autonomic nervous system. Psychoneuroendocrinology. 1998; 23: 837-861.

Marazziti D, Canale D. Hormonal changes when falling in love. Psychoneuroendocrinology. 2004; 29: 931-936.

Shackelford TK, Mouzos J. Partner killing by men in cohabiting and marital relationships: a comparative, cross-national analysis of data from Australia and the United States. J Interpers Violence. 2005; 20:1310-1324.

Jones BC, Little AC, Boothroyd L, Debruine LM, Feinberg DR, Smith MJ, Cornwell RE, Moore FR, Perrett DI. Commitment to relationships and preferences for femininity and apparent health in faces are strongest on days of the menstrual cycle when progesterone level is high. Horm Behav. 2005;48: 283-290.

Rilling JK, Winslow JT, Kilts CD. The neural correlates of mate competition in dominant male rhesus macaques. Biol Psychiatry. 2004;56: 364-375.

Weisfeld GE, Woodward L. Current evolutionary perspectives on adolescent romantic relations and sexuality. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry 2004; 43: 11-19.

Buss DM. Desires in human mating. Ann N Y Acad Sci. 2000;907: 39-49.

Buss DM, Haselton M. The evolution of jealousy. Trends Cogn Sci. 2005;9: 506-507;

Takahashi H, Matsuura M, Yahata N, Koeda M, Suhara T, Okubo Y. Men and women show distinct brain activations during imagery of sexual and emotional infidelity. Neuroimage. 2006;32:1299-1307.

Platek SM, Keenan JP, Mohamed FB. Sex differences in the neural correlates of child facial resemblance: an event-related fMRI study. Neuroimage. 2005; 25:1336-1344.

 

Prof. Dr. Ertuğrul Eşel
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi
Psikiyatri Anabilim Dalı

Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın şubat 2014 sayısında yayımlanmıştır.

Biyoloji
Etiketler
aşk
biyoloji
cinsellik
üreme
hormon
ertuğrul eşel
bilim ve ütopya
bilim