Venezuela’da Bolivarcı Devrim’in geleceği artık yalnızca bu ülkeyi değil tüm Latin Amerika’yı ve dolayısıyla hepimizi ilgilendirir duruma geldi. Günümüz dünyasında bırakalım devrimci olmayı, demokrat olmanın kıstası dahi Venezuela’da hangi cephede yer aldığımıza göre belirleniyor. Demokratlık hiç olmazsa halkın kendi kaderini tayin etmesi prensibine dayandığından en başta emperyalist kuşatmayı reddetmelidir. Aklı başında hiç kimse emperyalist saldırı ve kuşatma altında, varlık mücadelesi veren bir ülkenin sorunlarını doğal siyasal süreçlerde çözemeyeceğini bilir. Bu yüzden Venezuela yalnızca bir milletin onur meselesi değil aynı zamanda insanlığın vicdanıyla ilgili bir sorundur.
Peki ya vatanseverlik? Bugün Venezuela’yı savunmayan biri yarın vatanını hangi etik değere dayanarak müdafaa edebilir?
Nasıl ki Suriye bağımsızlık ve anti emperyalizm için evrensel bir sınır taşı olduysa, Venezuela da hem anti emperyalizm hem de sosyalizm konularında güncel hareket noktasıdır. Zira Venezuela ekonomik, sosyal, politik alanlarda sosyalist deneyimlerin güncel olarak yaşandığı az sayıda ülkeden biridir. Venezuela’da kapitalizmin ve sosyalizmin en uç unsurlarını aynı sistem içerisinde gözlemlemek mümkündür. Mao’nun deyişiyle, Venezuela içinde “kaplan ve maymun”un çetin bir mücadelesi sözkonusudur. Bu nedenle 21.yüzyılda sosyalizmle ilgili bize birçok ipucu sağlayacak deneyim Venezuela’da ortaya çıkmıştır ve çıkmaktadır.
Devrimin ortaya çıkış koşulları
Bu ülkedeki sosyalist politikaları analiz etmeden önce ülkenin karakteri ve devrimin aşamalarını ayrıntılı biçimde tanımamız gerekir. Her şeyden önce Venezuela’da “Comandante”nin iktidara gelişinin Küba veya daha önceki herhangi bir sosyalist ülkeye benzemediğini tespit etmeliyiz. Chávez silahlı bir savaş ya da herhangi bir halk ayaklanması sonucunda yönetimi almadı. 1999 yılında yasal seçimleri kazanarak Devlet Başkanı seçildi. Chávez’in yanında Fidel’inki gibi nitelikli bir kadro grubu yahut öncü bir parti de yoktu. Süreç “Comandante”nin hamleleriyle ilerledi ve halk-ordu desteğiyle tahkim oldu. Fakat süreç uzadıkça bahsi geçen “yokluklar” sebebiyle eski rejimin unsurları yeni oluşturulan sistem içinde kendine yer buldu. Geçmiş düzenin tüm alışkanlıkları Bolivarcı Devrimin “doğal” bir parçası haline geldi. Kötü alışkanlıklar bürokrasi ve toplumsal ilişkilerde yeniden üretildi. Başkan Chávez’in sağlığında çok önemli atılımlar yapılmasına rağmen Bolivarcı Devrim başarması gereken kopuşu hiçbir zaman tam olarak gerçekleştiremedi.
Bolivarcı Devrim yüzyıllara dayalı sömürgeci ve oligarşik mekanizmayı parçalayarak işe başlamıştı. Kamucu ekonomi bu işi yapmanı tek yoluydu. Fakat Venezuela’da hiç kimsenin böyle bir tecrübesi yoktu. Devrim emperyalizm tarafından bir asırdır yağmalanan ülke kaynaklarını koruma altına aldı. Bununla beraber içeride oligarşinin ekonomik gücünü sınırlamaya girişti. Kamulaştırmalar yine önemli bir araç olarak belirdi. Uluslararası mahkemeler bu kamulaştırmalara çok yüksek maliyetler belirlediler. Bu maliyetler uzun vadeli bir yük olarak ekonominin sırtına bindi.
Burada bir hatırlatma yapalım: Küba Devrimi gerçekleştiği sırada ülkedeki tüm telekomünikasyon, enerji, taşımacılık, turizm ve fabrikalar ABD sermayesinin elindeydi. Ölçüler farklı olmakla beraber Venezuela’da da benzer bir durum vardı. Küba’da Fidelci hareketin iktidarı alması silahlı bir savaş ve genel halk ayaklanması yoluyla gerçekleştiğinden ekonominin millileşmesi devrimci bir yöntemle hızla bu işletme ve topraklara el konularak yapılabilmişti. Dönemin Ekonomi Bakanı Ernesto “Che” Guevara, Küba hazinesindeki rezervlerin ABD’ye taşındığı ve ABD sermayesi elindeki tüm işletmelerin kanunsuz biçimde diktatörlüğe verilen rüşvetler sonucu elde edildiğini tespit etmişti. Dolayısıyla kamulaştırılan işletmeler için ABD’ye bir bedel ödemek zorunda olmadıkları kararını verdiler. Venezuela’daki soygun ve emperyalist yağma Küba’dan çok daha derindi. Venezuela petrolü bir asırdır hesapsız ve sorumsuz biçimde ABD tekellerine hediye edilmişti. Fakat Bolivarcılar Che’nin çıkardığı hesabı çıkarıp masaya koyacak mücadele koşullarına sahip değillerdi. Ellerindeki tek kaynak olan petrolü uluslararası piyasada satma zorunluluğu onların elini kolunu bağladı. Bu nedenle her şeyi uluslararası egemen sistemin kanunlarına uyarak yapmak zorunda kaldılar. Bu da çok yüksek ekonomik ve siyasi bedellere mal oldu.
Özgür UYANIK
Arjantin
Yazının tamamı Bilim ve Ütopya'nın ekim sayısında!