Türklerde çiçek aşısı

Yazan
Prof. Dr. Yavuz UNAT
Kastamonu Üniversitesi Felsefe Bölümü

Muhteşem Yüzyıl, Kösem Sultan dizisini izleyenler belki hatırlar. Dizide 14. Osmanlı Padişahı I. Ahmed (1590-1617) çiçek hastalığına tutulur ve Kösem Sultan bir şifacıya gider, şifacı da ona büyülü bir ilaç verir. Şifacının verdiği bu ilaç, ceviz kabuğu içinde yer alan çiçek hastalığına yakalanmış bir kişinin deri parçalarıdır. Şifacı bu deri parçası üzerine Kösem Sultan’ın kanını da akıtır ve verir. Bu ilacı Kösem Sultan, I. Ahmed’in kanına akıtır. Uygulama bilinen ilk çiçek aşısı yöntemlerinden biridir.
Çiçek hastalığının ilk olarak M.Ö. 10.000’lerde Afrika’da ilk yerleşik uygarlıklarda ve Mısır’dan Hindistan’a giden tüccarlarda görüldüğü düşünülmektedir. Hastalığa ilişkin ilk somut kanıtlar ise M.Ö. 1570-1085 yıllarında bazı mumyaların yüzlerinde tespit edilmiştir. Firavun V. Ramses’in (ö. M.Ö. 1160) mumyasında da çiçek izleri bulunmuştur. Çiçek hastalığına ilişkin ilk kayıt ise M.Ö. 1000 yıllarında Çin’dedir. Yine Çin’de M.Ö. 4. yüzyılda Ko Hung tarafından yazılan bir tıp kitabında bu hastalıktan bahsedilir. Kitap beriberi, hepatit, veba ve çiçek hastalıklarına ilişkin en erken raporları içerir. Çiçek hastalığının M.S. 571 yılında Mekke’de Etiyopyalı askerleri yok ettiği, 654 yılında da Çin’de bir çiçek salgını olduğu kayıtlarda yer alır. Hastalık 6. yüzyılda Fransa'da, 7. yüzyılda Mısır'da görüldü ve oradan İspanya'ya ve tüm Avrupa'ya yayıldı. Amerika’ya ise çiçek hastalığını Avrupalı sömürgeciler getirdi. Avrupa'da 18. yüzyıla kadar her yıl insanlar neredeyse 200.000–600.000 çiçek hastalığı yüzünden ölüyordu.
Kimi kaynaklara göre çiçek aşısına ilişkin ilk uygulamalar 1000 yıl önce Çinliler tarafından geliştirilmiştir. Bazı kaynaklara göre ise eski Türkler bu uygulamayı çok daha önce biliyor ve uyguluyorlardı. Uygur Türkleri zamanında yazılmış bazı tıp kitaplarında kızamık ve çiçek hastalığına ilişkin bilgiler bulunmaktadır. Bu uygulama daha sonra Anadolu’ya gelen Türkler tarafından çiçek salgını görüldüğünde uygulanmıştır. Cevdet Paşa’nın kayıtlarında da çiçek aşısının Anadolu Yörükleri arasında uygulandığı yazılıdır. Fakat Türklerde çiçek aşısının hangi tarihlerde uygulandığını kesin olarak bilmiyoruz.

Kaynaklara göre Türklerin muhtelif çiçek aşısı yöntemleri vardı. Bunlardan en iyi bilineni, çiçek hastalığına tutulmuş birinin irini alınıp bir ceviz kabuğuna konulup saklanması idi. Genellikle mayıs ayında gülsuyu ile sulandırılan bu madde çocuğun kolu çizilip damlatılırdı. Mikrop böylece çocuğa geçer ve vücutta dağınık 10-15 çiçek çıbanı çıkar fakat hastalık hafif geçirilirdi. Eski Çin’de de çiçek kabukları sağlam olanların burunlarına yerleştiriliyor veya hastanın giysileri sağlam olanlara giydiriliyordu. Hintliler ise hastadan aldıkları irinleri sağlam olanların kollarına açtıkları yaralara sürüyorlardı. Muhtemelen Hint ve Çinliler bu tür yöntemleri Türklerden öğrenmiş olmalıdırlar. Ayrıca Çin’e Hint usulü çiçek aşısının sıkı ticaret ilişkileri nedeniyle Uygur Türklerince götürüldüğü ve oradan da Selçuklularca ikinci yüzyılda Anadolu’ya getirildiği iddia edilmektedir.

Çiçek hastalığına ilişkin olarak Antik Yunan hekimlerinde bir bilgi yoktur. Hastalığa ilişkin ilk bilgiler Orta Çağ hekimlerinden Razi, Ali İbn Abbas ve İbn Sina’nın kitaplarında yer alır. Razi’nin (865-925) el-Cudari ve’l-Hasbah adlı eseri çiçek hastalığına ilişkindir ve burada Razi, çiçek ve kızamığı ayrı hastalıklar olarak tanımlamıştır. Eser, çiçek ve kızamık hastalıkları hakkında yazılan ilk kitaptır. Kitapta çiçeğin deri, göz, kulak, boğaz, eklemlerdeki belir­tilerini sistematik olarak vermiş, kızamık hastalığıyla arasındaki farkları ortaya konulmuş, bu hastalıkların diyet ve tedavisi verilmiştir. 1498-1866 arasında Avrupa’da 40’tan fazla baskısı yapılmıştır.
10. yüzyıl hekimlerinden Ali İbn Abbas’ın da konuyla ilgili eseri vardır. Kâmil el-Sınâa olarak bilinen bu eser daha sonra Kâmil el-Sınâa Tercümesi adıyla Aydınoğlu Umur Bey adına tercüme edilmiştir (14/15 yüzyıl). Eserin 34. bölümü ülserler, çiçek ve kızamıkla ilgilidir.
İbn Sina’nın (980-1037) kaleme almış olduğu Kanun adlı eserinin 34. bölümü ülserler, çiçek ve kızamığa dairdir. İbn Sina cüzzam, uyuz, çiçek, veba, kızıl, tüberküloz gibi hastalıkların bulaşıcı olduğunu, temasla geçtiğini tespit etti ve korunmak için karantina uygulanmasını önerdi. Yine İbn Sina, çiçek, suçiçeği, kızıl ve kızamık gibi döküntülü hastalıkların döküntülerinin, yiyeceklerden ileri gelen alerjik döküntülere benzediklerini, ancak çiçek döküntülerinin, loğusalık humması, kızamık ve yiyecek döküntülerinden farklı olduğunu bildirdi. İbn Sina'ya göre, ilkbaharda güneyden esen rüzgârlar çiçek ve kızamık gibi bazı salgın hastalıklar getirirler. Hastalık evvela çocukları, ikinci derecede gençleri ve daha sonra da erişkinleri yakalar. Hararet ve nemi fazla olan şehirlerde rutubetli bünyeliler, kuru bünyelere göre hastalığa daha fazla yakalanırlar. Çiçek ilkbaharda, sonbahardan fazla görülür. Çiçek yalnızca ciltte değil, vücudun bazı azalarında da görülebilir ve çiçekten sonra felçler olabilir. Çiçekte kaşıntılı noktalar çıkar ve zamanla bunların içi irinle dolar. Sonunda bunlar kurur ve düşerler.
Cevdet Paşa Tarih-i Cevdet’inde şöyle yazar: 12 yüzyılda Avrupa’da çiçek hastalığı biliniyordu. Avrupalılar çocuk kanında al ve kırmızı yuvarlardan fazla olan dayanıksız ve yeni gelişenleri tabiat atar bilinciyle bir defa olsun insanların vücudunda bu kabarcıklar çıkıp sönerek kan temizlenir ve kuvvetlenir diyorlardı. Ancak Arnavutluk ile Sudan'ın bazı yerlerinde bu hastalık bulunmuyor, hatta ahalisi başka bir diyara giderse çiçek çıkarırlarmış. Çin'de çiçek hastalığı yokken Kanton şehrine gelip giden Basra tüccarından geçti diye iddia ediyorlarmış. Amerika'da önceleri çiçek hastalığı yokken Kolomb'un keşfinden sonra Avrupalılarla karışma sonunda orada da hiçbir yerde görülmedik durumda şiddetli çiçek hastalığı ortaya çıkarak pek çok nüfus eksildiği söylenir. Aşının ilk ortaya çıkışı Osmanlı devletinde olup hafif çiçek çıkarmış olan çocukların kabarmış ve dolmuş olan çiçeklerinin suyunu alıp henüz çıkarmamış bir çocuğun kolunu çizip o suya sürerek aşı yapılıyor yapılan yerde bir kabarcık çıkıyor bununla o çocuk nöbeti savuşturarak çiçek hastalığından kurtuluyordu.
17. yüzyıldan kalma bazı kayıtlar da Osmanlılarda çiçek aşısı tatbikatının olağan bir durum olduğunu göstermektedir. Hatta bazı kayıtlarda “aşımacızade” lakaplı kişilere rastlanmaktadır. 18. yüzyılda ise, “variolisation” denilen yani çiçekli bir adamdan alınan cerahatle yapılan çiçek aşısına (telkîh-i cüderi) rastlanır.
Osmanlılarda çiçek aşısına ilişkin ilk bilgiler 18. yüzyılda İstanbul’da görev yapan hekim ve elçilerin mektuplarında geçer. Araştırmalar göstermiştir ki aşının Avrupa’ya yayılmasında özellikle inolülasyon tarzındaki çiçek aşısının Avrupa’ya tanıtılmasında IV. Murat’ın (1611-1640) saray hekimi olan Vincent Timoni’nin torunu Emmanuel Timonius’un çalışmaları önemli rol oynamıştır. 1714’te onun yazmış olduğu bir mektup şöyledir: “Bu ustaca söylemin yazarı, kırk yıl boyunca Türkler arasında ve İstanbul’da kalarak gözlememiştir ki, ilk olarak Çerkezler, Gürcüler ve diğer Asyalılar tarafından bir çeşit aşılama yoluyla çiçek hastalığı tedarik etme pratiğini başlatılmıştır. Her ne kadar ilk başta bu uygulamanın kullanımında ihtiyatlı olsa da, yine de, bu sekiz yıl boyunca binlerce konuda gördüğü mutlu başarı, tüm şüpheleri ortadan kaldırdı. Her yaştan, cinsiyetten ve farklı mizaçlardan insanlara operasyon yapıldığından beri hiçbirinin çiçek hastalığı yüzünden öldüğü tespit edilmedi… Bu aşılamayı kendilerine uyguluyorlar ve çok az semptomlara maruz kalıyorlar… Asla yüzünde iz ya da çukur bırakmıyor.”
Bu mektup Philosophical Transactions’da yayımlandı ve Kraliyet Cemiyeti'ne bağlı bir bakan olan Cotton Mather bunu tekrar dile getirerek bir yazı kaleme aldı: “Timonius ile temastan sonra bu olumlu görüşü onaylamak istiyorum. Dahası sizi temin ederim ki çiçek hastalığının aşı ile tedavi edildiğinin Avrupa’nın bazı yerlerinde duydum, bir hizmetçimden de Afrika’da uygulandığını öğrendim. Zeki ve akıllı bir siyahi adam olan arkadaşım Onesimus’a çiçek kapıp kapmadığı sorulması üzerine hem evet hem hayır cevabını verdi.  Kendisini sonsuza kadar koruyacağını söyledikleri çiçek ile ilgili bir operasyona maruz kaldığını belirtti ve bunun Garamantes’te sıklıkla kullanıldığını ve sonsuza dek bulaşma riskini önlediğini söyledi. Daha sonra operasyonu anlattı ve üzerinde kalan izi bana gösterdi. Tarifinin ise Timonius ile ilgili olduğunu gördüm.”
Diğer taraftan, 1716 yılında saygın bir doktor olan Jacob Pylarinius, 1660 yılında aşının İstanbul’da Yunan bir kadın tarafından tanıtıldığını belirtmiştir. Pylarinius şöyle yazar: “Çiçek aşısı ile ilgili benim görüşüm isteniyor, bunun hakkında ne bildiğim; birkaç kelime söyleyeceğim. Eğer birisi çocuğunu aşılatmak isterse, onu hastalıktan yatağa düşmüş birisinin yanına götürür. Bu hasta kişinin püstüllerinin ise tam olgunluğa erişmiş olması gerekir. Daha sonra cerrah elin arkasına başparmak ile işaret parmağı arasına bir kesik atar ve en büyük ve içi dolu püstül sıkılarak yaranın üzerine bir miktar madde koyulur. Çocuğun elinin havayla temas etmemesi için mendil ile sarılır. Dört günün sonunda çocuğun ateşi yükselene kadar serbest bırakılır. Bundan sonra Tanrı’nın izniyle çocuğun üzerinde birkaç tane çiçek püstülü oluşur. Tüm bunları ailevi olarak doğrulayabilirim. Babam bizi yani 5 erkek, 3 kız kardeşi çiçek olup yatan bir kızın evine götürdü ve hepimizi aynı gün aşıladı. Şimdi hepimizde yirmiyi geçmeyen püstüllerimiz vardı. Bu çok masum bir uygulamaydı ve aşılanan 100 kişiden iki kişi bile ölmemişti. Öte yandan doğal yollardan enfekte olanlardan 40 tanesi ölmüştü. Bu üstelik hiç kimsenin ilk ortaya nasıl çıktığını hatırlamadığı Trablus, Tunus ve Cezayir Krallıkları tarafından yapılan bir uygulamaydı. Bu sadece genellikle o bölgedeki kent sakinleri tarafından yapılan bir uygulama değil aynı zamanda dağınık Araplar tarafından yapılan bir uygulamaydı da.’’
Yine çiçek aşısına ilişkin diğer bilgiler, İstanbul'a 1716 tarihinde elçi olarak atanan E. Wortley Montagu’nün eşi Lady Mary Wortley Montagu (1690-1762) tarafından yazılan mektuplarda geçmektedir. Lady Montagu bu mektuplardan birinde çiçek aşısının Türkiye’de pek eskiden beri uygulandığını, hatta kendisinin tören ve eğlencelerle yapılan böyle bir “aşı âleminde” hazır bulunduğunu ve aşının faydalarını bildirmiştir. Bu mektup şöyledir: “Hastalıklar bahsinde size bir şey söyleyeyim ki, size burada bulunmanızı temenni ve arzu ettirir. Bizim aramızda ölüme götüren ve yaygın olan çiçek hastalığı burada aşı adı verilir, bir buluşla yapılır. Tamamen zararsız bir şey olmuştur. Burada birtakım kadınlar var ki, bunu sanat haline getirmişlerdir. Yazın şiddetli sıcakları geçip de güzün Eylül ayında yaparlar. Şöyle ki, nice adamlar ahbabına haber gönderip aşılanmak ister misin diye sorarlar. Toplanıp kır gezintisine çıkarlar. On beş on altı kişi bir yere toplanınca bir ihtiyar kadın bir ceviz kabuğu içinde en iyi çiçek çıkarmış olanlardan birinin çiçeğinin cerahatini getirip hangi damarından aşılanmak istersin diye herkesten sorar ve ona göre o damarı deler. Acısı ancak bir tırmık acısı kadar olabilir. Oraya iğnenin alabildiği kadar cerahati karıştırır ve üzerine bir yarım ceviz kabuğu kapatır ve bu suretle dört beş damar açar. Rumlar ekseriya mutaassıp olduklarından bir alınlarının ortasından ve birer kollarından ve birer göğüslerinden açtırıp haça benzer aşılamayı adet haline getirmişlerdir. Ama bu aşıların birer parça izi kaldığından sonu pek fena oluyor. Bu bakımdan mutaassıp olmayanlar dizlerinden veyahut kollarının görünmez yerlerinden aşılatırlar. Gerek çocuklar ve gerek sairleri aşılandıktan sonra akşama kadar oynayıp eğlenirler ve akşamdan sonra kendilerinin ateşi çıkar iki gün ve nadiren üç gün kadar yatak da yatmaya mecbur olurlar. Yüzlerinde yirmi-otuz kadar çiçek çıktığı pek görülmez, onların da asla lekesi kalmaz ve sekiz gün içinde eski haline gelir. Çiçekler tamam oldukları vakit aşı vurulan yerlerden bir sulu madde akar. Hiç şüphe etmem ki, hastalığın hafif geçmesine bunun çok etkisi vardır. Nice bin kişiler her sene bu işlemi yaparlar. Fransa Elçisi diyor ki, bizlerde eğlence için ılıcalara gidildiği gibi burada da herkes çiçek çıkarmayı bir gezinti sayıyorlar. Aşılanıp da ölen hiç yoktur. Bu tecrübelerin neticesinden bana ne derece emniyet geldiğini anlatmak için kendi sevgili çocuğuma bu aşıyı yaptıracağımı siz bildiririm.”


Türk elbiseleriyle Lady Montagu (Jean-Étienne Liotard, 1756, Polonya, Ulusal Müze)

Cevdet Paşa yine konuyla ilgili olarak şöyle yazar: “Osmanlı Devleti’nde elçi olarak bulunan İngiltere elçisinin zevcesi olan Leydi Montegü Edirne'de bunun iyiliklerini görüp hatta kendi çocuğunda da tecrübe etmişti. Buna dair 1130 hicrî senesinde (1718) İngiltere'ye bir mektup yazmış ve İngiltere’de de tecrübe edilerek iyilikleri görülerek olay her tarafa yayılarak Avrupa tıp adamları tarafından kabul edilerek onaylanmış ise de böyle Allah tarafından gelen umumî bir ilaç yapmak Allah'ın emrine karşı gelmektir diye Papazlar tarafından karşı konulunca önceleri Avrupa halkının çoğu aşıyı kabul etmeyip olur diyenlere de dinsiz gözüyle bakarlar belki katimi vacip görürlerdi. Bunun üzerine Avrupa devletleri her kim evladını aşılatırsa bir miktar para vererek güzel bir davranışta bulunmuşlardı. Lakin sonra herkes aşının iyiliklerini görerek ve çiçek hastalığına karşı Allah'ın şifahanesinden lütuf ve ihsan buyrulmuş bir deva olduğunu itiraf ederek hepsi kabul edip kendileri para sarfı ile çocuklarını aşılatmaya başlamışlardır. İlk önce Fransızlar da yapılmasında duraklamışlardı. Voltaire gibi bazı yazarlar bunun yapılmasını uygun bulup tecrübesi yapılarak iyiliği görülerek 1172 senesinde (1758) Fransız mekteplerinde de onaylanarak herkese yapmaya başlamışlardır.
Cevdet Paşa’ya göre aşı ilk önce Osmanlı devletinde bilinen bir çeşit basit ameliyat gibi bir şeyken Avrupa'ya geçmiştir. Ama ilk önce kim bulmuş ve nasıl bulmuş buna dair doğru bilgiler bulunamamıştır. Bazıları bunu ilk önce Araplar bulmuş diye söylerse de bu söylenti ispat edilememiştir. Bazıları da ilk önce Anadolu yürüklerinde kullanıldığını söylerler. Onlardan biri İstanbul'a geldiğinde çiçek salgınına rastlamış “biz ineklerimizin memelerinden sirayetle çobanların parmaklarında çıkan çiçekten aşı alıp her sene çocukları aşılarız; onun üzerine bir daha çıkarmazlar” deyince bazı kimselerin denemeye kalkışmış olduklarını duyan Lady Montegu da İngiltere'ye yazmıştır. Bazıları da aşının Çerkez, Abaza, Gürcü milletinden birinde çıktığını söyler, fakat bunlardan hangisinin bulduğu belli değildir. Çünkü bu kabilelerle köle ve cariye alışverişi yapılırdı çiçekse insanın yüzünde güzelliği bozar ticaret aksardı. Buna çare arayıp bulmaya mecbur olmalarıyla araştırarak aşıyı bulmuşlardır diye söylerler. Ancak bu uzak bir ihtimaldir.

Edward Jenner’ın Inguify into the Causes and Effects of the Varioiae Vaccinae kitabından çiçek aşısı uygulaması

Lady Mary Wortley Montagu’nun bu mektubu İngiltere’de kasaba hekimi Edward Jenner’in (1749-1823) dikkatini çekmiştir. Türkiye’de hastaların ya­rasından alınan irinin bir süre bekletildikten sonra aşılanacak kimsenin derisine yapılan çiziğe sürülmesiyle (variolation) gerçekleştirilmesine mukabil, Jenner çiçek hastalığına yakalanan ineklerin yaralarındaki irini kullanmıştır (vaccina­tion). Modern çiçek aşısı ineklerden alınan cerahatle yapılmaktadır. İneklerden alınan çiçek aşısının (vaccination) Türkiye’de eskiden beri uygulandığına dair bir bilgi mevcut değildir. Bilindiği gibi bu tarz aşı, yani bugünkü çiçek aşısı, Edward Jenner tarafından İngiltere’de 1796 tarihinde keşfedilmiştir. Jenner bu yöntemi,  1798 yılında yayımladığı Inguify into the Causes and Effects of the Varioiae Vaccinae adlı eseriyle dünyaya bildirmiştir. Bu eseri Mustafa Behçet (ö. 1834) 1801’de J. Marshall tarafından Vajuolo Vaccino adıyla yayımlanan İtalyanca tercümesin­den Risâle-i Telkîh-i Bakarî (Çiçek Aşısı Risalesi) adıyla tercüme etmiştir. Şanizâde ise Miyâr el-Etibbâ’sında ayrı bir başlık altında konuyu işlemiştir. Klasik Osmanlı medrese tahsiliyle yetişmesine ve hekimliği aile ocağından öğ­renmesine rağmen, Batıda gelişen tıbbın önemini kavradığından yeni açılan tıp mektebinin modern bir eğitim kurumu olması için elinden gelen gayreti gösteren Mustafa Behçet’in kardeşi Abdülhak Molla (ö. 1854) Avusturya’dan tıbbiyenin başına getirilen Bernard’a yardımcı olmuş, Karantina Teşkilatının kurucuları arasında bulunmuş ve ordu mensuplarına çiçek aşısı mecburiyetini getirmiştir. Bu sayede Jenner’in çiçek aşısı metodu Osmanlı’da uygulanmaya başlamıştır. Çiçek aşı­sının bulunması ve tatbik edilmesiyle, salgın hastalıklardan korunmayı sağlayan aşıların geliştirilmesi yolu açılmış, bu da tıpta immünoloji dalının doğmasına yol açmıştır.
Kaynaklar
Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi Kitapevi, 4. Baskı, İstanbul 1982.

Ali Haydar Bayat, Tıp Tarihi, Merkez Efendi Geleneksel Tıp Derneği, Geliştirilmiş 3. Baskı, İstanbul 2016.

Bedi N. Şehsuvaroğlu, Türk Tıp Tarihi, Bursa 1984.

Cevdet Paşa, Târih-i Cevdet, (12 Cilt), Cilt I, İstanbul 1271-1301.

Esin Kâhya ve Ayşegül D. Erdemir, Bilimin Işığında Osmanlıda Cumhuriyete Tıp ve Sağlık Kurumları, TDV Yayınları, Ankara 2000.

Esin Kâhya ve Murat Öner, Modern Biyolojinin Doğuşu, Nobel, Ankara 2012.

Esin Kâhya, Onsekizinci Yüzyılda Tabii Bilimler, Ankara 1982.

Gülten Dinç ve Yeşim Işıl Ulman, “The Introduction of Variolation ‘A La Turca’ to the West by Lady Mary Montagu and Turkey’s Contribution to This”, Vaccine, (25), 21, 2007, s. 4261-4265.

Haldun Eroğlu, Güven Dinç, Fatma Şimşek, “Osmanlı İmparatorluğunda Telkîh-i Cüderî (Çiçek Aşısı)”, Millî Folklor, 2014, Yıl 26, Sayı 101, s. 193-208.

Hüseyin Gazi Topdemir ve Yavuz Unat, Bilim Tarihi, Onuncu Baskı, Pegem A Yayınevi, Ankara 2019.

Orhan Küçüker, Biyoloji Tarihi, Nobel, İstanbul 2014.

Osman Şevki Uludağ̆, Beşbuçuk Asırlık Türk Tabâbeti Tarihi, Sadeleştiren: İlter Uzel, Kültür Bakanlığı, Ankara 1991.

Sevim Tekeli, Esin Kâhya, Melek Dosay, Remzi Demir, Hüseyin Gazi Topdemir, Yavuz Unat ve Ayten Aydın Koç, Bilim Tarihine Giriş, Onuncu Baskı, Nobel, Ankara 2018.

http://www.jameslindlibrary.org/articles/the-origins-of-inoculation/

 

 

Bilim Tarihi
Etiketler
tıp