Osmanlı matematiği ile ilgili doğru sanılan yanlışlar

Günümüz Türkiyesi’nde her kesimden insanın genel olarak Osmanlı bilimi, özel olarak da Osmanlı matematiği ile ilgili bir “fikri” olduğu muhakkak. Ne yazık ki bu “fikirler” tarihsel gerçeklerden çok kişilerin siyasi eğilimlerine dayanmaktadır. Muhafazakâr kesimin Osmanlı’yı ellerinden geldiği ölçüde ve gerçek dışı argümanlarla yüceltme eğilimleri, laik kesimin de yine gerçek dışı yergileri ile karşılık bulmaktadır. Peki, gerçek nedir? Osmanlı’nın modern Türkiye’ye bıraktığı bilimsel ve matematiksel miras nedir? Osmanlı bilimi çok mu ileriydi? Yoksa Osmanlı’da hiçbir bilimsel faaliyetin yeri yok muydu? Yazımızda bu konudaki önyargılara, tamamıyla tarihsel gerçekler çerçevesinde ışık tutacağız.

Öncelikle, Osmanlı’daki bilimsel faaliyetlerin gelişiminden bahsetmek için pozitif bilimler ve matematiği birbirinden ayırmamız gerekmektedir. Çünkü Osmanlı Devleti’nde bilimlerin gelişim aşamaları birbirinden farklı seyretmiştir. İlk dönemlerden itibaren matematik, özellikle astronomi, ferâiz, arazi ölçümleri ve savaş sanatında kullanıldığı için, yani uygulama alanı çok geniş olduğu için diğer bilimlerden daha çok itibar görmüştür. Namaz saatlerinin tam olarak hesaplanması, köprü yapımı, atış hareketleri, hendek kazımı, detaylı optik problemleri vb. birçok alanda kullanılan matematik, anlaşılması ve uygulanması zorunlu bir bilim olarak, Osmanlı’nın ilk dönemlerinden itibaren kullanılmış ve ilk kurulan medreselerde müfredat dâhilinde okutulmuştur (14. yüzyıldan itibaren). Ayrıca felsefi olarak da herhangi bir argümanla çekişmediğinden, İslâm dini ile hiç çelişmemiş, sessiz sedasız varlığını sürdürmüştür. Diğer bilimlerin, özellikle modern anlamda kimya ve biyolojinin imparatorluk topraklarına girmesi Osmanlı’nın daha geç dönemlerine denk gelmektedir. Fizik bilimi de yine savaş sanatı, mekanik ve astronomi için gerekli olduğundan gelişim seyri farklı olmuş ve diğer bilimlerden daha önce çalışılmaya başlanmıştır.

Osmanlı’nın matematiksel gelişiminde iki farklı ekolün etkisi olmuştur. Bunlardan ilki, yukarıda da bahsettiğimiz ilk medreselerin kurulduğu 14. yüzyıldan mühendishanelerin açılmasına, yani 18. yüzyıla kadar takip edilmiş olan İslâm bilimi ekolüdür. Bu dönemde başta Nasıreddîn Tûsî ve ibn Heysem olmak üzere Ömer Hâyyam, Sabit ibn Kurra vb. önemli İslâm bilginlerinin eserleri kaynak olarak kabul edilmiş, korunmuş ve okutulmuştur. Bu okutulan eserler Osmanlı uleması arasında mutavassıtât olarak isimlendirilen, antik Yunan kaynaklı klasik İslâm matematik-geometri ve astronomi eserleridir. İlk olarak İstanbul’da Fatih’in (1432- 1481) isteği üzerine çoğaltılmışlardır. Fatih, bilimsel çalışmaları teşvik eden bir padişahtır. Döneminde Semerkant’tan yetişmiş ünlü bilginlerden Ali Kuşçu’yu himayesine aldığı bilinmektedir. Kuşçu, İstanbul’a gelirken beraberinde değerli eserler getirmiştir.

Dr. İrem ASLAN SEYHAN

Yazının tamamı Bilim ve Ütopya'nın mart 2018 sayısında!

 

Bilim Tarihi