Yıllar sonra anılan dâhi: Alan Turing

23 Haziran 1912’de Londra’da doğan Alan Mathison Turing 20. yüzyılın belki de en önemli matematikçilerinden biridir. 2. Dünya Savaşı sırasında kod kırıcı olarak çalışan ve böylece birçok insanın hayatının kurtulmasını sağlayan ve günümüzde en çok kullanılan aletlerden biri olan bilgisayarın temelini oluşturacak fikirler ortaya atan yine Alan’dır. Kendisini hiçbir zaman bir filozof olarak tanımlamasa da 1950 yılında yayınlanan makalesi ‘Makinelerin İşleyişi ve Zekâ’ modern felsefe tarihinde en çok alıntı yapılan makale olmuştur.

14 yaşında Dorset’teki Sherborne Okulu’na başlayan Alan burada hayatıyla ilgili çok önemli iki şeyi keşfedecektir. Matematiğe olan ilgisinin ne kadar büyük olduğunu görerek hayatını bu yönde ilerletmeye karar veren Alan aynı zamanda bir hemcinsine âşık olarak eşcinsel olduğunun da farkına varmıştır. Daha sonra Cambridge Üniversitesi King’s College’a giden Alan, matematik bölümünü gittikçe artan bir başarıyla bitirir ve 1935 yılında üniversiteye akademi üyesi olarak seçilir. 1936 yılında yayınladığı makalesi ‘Hesaplanabilir Sayılar Üzerine’ ise onun ilk ve belki de en büyük zaferi olacaktır. Bu yazıda hesaplamanın tanımını yapmakla kalmaz aynı zamanda hesaplamanın başarabileceklerinin sınırlarını da ortaya koyar. Bu nedenlerle de yazısı, modern bilgisayar biliminin kurucu çalışması olarak anılır. Bu çalışması sayesinde mantık ve matematiğin diğer alanları üzerine çalışmak üzere Princeton’a gider. Amerika’da kalma şansı olmasına rağmen 1938 yılında İngiltere’ye dönmeye karar verir ve hemen ardından da 2. Dünya Savaşı sırasında İngiliz haberleşmesinin sağlanması amacıyla işe alınır.

1939–1945 yılları arasında sürekli Alman şifreleme makinesi Enigma ile ve diğer kriptolojik araştırmalarla meşgul olur. Enigma’nın çözümlenmesinde çok büyük katkıları olur ve Alman denizaltı haberleşmelerinin de okunmasını gibi önemli bir sorumluluğu da alarak bu konuda bilimsel olduğu kadar aynı zamanda askeri bir figür haline gelir.

Avrupa’daki savaşın sona ermesiyle yeni bir tutkusu ortaya çıkar. Matematikteki mantık üzerine fikirlerini, kriptolojideki deneyimlerini ve elektronik aletler hakkındaki bilgisini bir araya getirerek modern anlamdaki ilk elektronik bilgisayarı oluşturmaya karar verir. Ama planları, güçlü bir şekilde desteklenen bir Amerikan projesi nedeniyle gölgede kalır. Aynı zamanda savaş zamanında elde edilen başarıların sır olarak kalması gerekliliği nedeniyle rahatça çalışamaz. Amacına ulaşamayan çabaları nedeniyle ilgisini başka bir alana çevirir ve güçlü bir maraton koşucusu olarak ortaya çıkar ve 1948 İngiliz olimpiyat oyunları için neredeyse yeterli olarak kabul edilir.

Turing’i harekete geçiren etkenler ticari ya da endüstriyel olmaktansa bilimseldir ve kısa bir süre sonra da hesaplamanın teorik kısıtlamalarıyla yeniden ilgilenmeye başlar. Bu sefer hesaplamanın ve insan beyninin gücünün karşılaştırılması üzerine yoğunlaşmaya başlar. Olması gerektiği gibi programlandığı takdirde bilgisayarların insan beynine rakip olabileceğini öne sürer.

1948 yılında Manchester Üniversitesi’ne gider ve iki yıl sonra da ünlü makalesini (“Makinelerin İşleyişi ve Zekâ”) yayınlar. 1936’daki başarılarından dolayı 1951 yılında Kraliyet Derneği’ne akademi üyesi olarak seçilir ve aynı anda tamamen farklı bir alanda çalışmaya başlar; biyolojik morfogenezin matematiksel teorisi. Ama bu çalışması Alan’ın 1952 yılında bir hemcinsiyle ilişki yaşaması üzerine tutuklanmasıyla kesintiye uğrar. Önünde iki seçenek vardır, Alan Turing ya hapse girecek ya da yüksek dozda östrojen hormonunun vücuduna enjekte edilmesiyle hadım edilecektir. Alan ikinciyi seçer, hadım olmayı kabul eder. Ancak bu tam bir kurtuluş değildir. Aksine Turing şifrelemeyle ilgili çalışmalarının devamı için yetersiz bulunur. Bu ceza davasına rağmen özgürlük anlayışı bastırılmak yerine daha da güçlenir ve entelektüel kişiliği de her zamanki gibi canlı kalır. Sadece biyolojik teorilerinin değişik uygulamaları için kolları sıvamaz, aynı zamanda temel fizik ile ilgili yeni fikirler geliştirir.

İşte tam da bu yüzden yeni teoriler ortaya çıkarmaya başlamışken 7 Haziran 1954’de evinde ölü olarak bulunması bilim dünyası ve kamuoyu için oldukça şaşırtıcı olmuştur. Geriye bakıldığında Alan’ın üzerinde çağdaşlarının da bihaber olduğu baskılar olduğu görülebilir. Dawson gibi bazı eleştirmenler suikast ihtimalinin de göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünmüşlerdir. Ama adli tıp doktorunun da dediği gibi ölümü büyük ihtimalle intihar olarak kabul edilmiştir. Annesi, onun acemice yapılmış bir kimya deneyinden sonra ellerinde kalan siyanür nedeniyle öldüğünü düşünüyordu ama annesinin tam da böyle düşünmesi için siyanürle intihar ettiğini düşünmek Alan Turing’i tanıyan pek çokları için daha inandırıcı gelmektedir. Ölümünden sorumlu olan yarısı yenmiş siyanürlü elma Alan Turing’in intiharının bir simgesi haline gelmiştir.

Turing geride tamamlanmamış işler bıraktı. Bunların arasında morfogenezin matematiksel teorisi de vardı. Bu teori, kimyasal reaksiyonlar ve difüzyon için lineer olmayan eşitlikleri göstermeyi temel alıyordu ve Alan da bu tür bir iş için bilgisayar kullanan ilk kişiydi. Bu yüzden bazı yazarlar bu teoriden ‘yapay zekâ’ olarak bahsederler.

Alan zamanının fikirsel akımlarından hiçbirine tam olarak uymaz. 1950’lerde yorumcular onu tanımlamak için çok az kelime bulabiliyorlardı. Ama aslında 1970’lere kadar onun hayatının gerçeklerinden söz edilmedi. Onu aslında hala 20. yüzyıl düşünce tarzında bile uygun bir yere yerleştirmek çok zor. Belki de zamanının en orijinal zihni, kişisel özgürlük için en ısrarcı olanı oydu.

Alan Turing’in zihni hala bir “Enigma”.

Pınar YURT

Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın ağustos 2013 sayısında yayımlanmıştır.

Bilim Tarihi