Tıp etiği ve edebiyat işbirliği

Yazan
Müge Demir
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik ABD Öğretim Üyesi
Yazının Okunma Süresi
8 dakika

Prof. Dr. Erendiz Atasü 4 Mart 2020 günü Hacettepe Üniversitesi öğrenci topluluklarından birinin davetlisi olarak “Türkiye’de Edebiyat ve Kadın” başlıklı bir konuşma yaptı. Bu konuşma sonrası yazarın hikayelerini yeniden okudum. Bir tıp etiği uzmanı olarak, Erendiz Atasü’nün temelinde toplumsal cinsiyet rollerinin olduğu kadının savunmasızlığı, sağlık çalışanının bu noktada nerede durduğunu konu eden, 1982 yılında Akademi Kitabevi Öykü Birincilik Ödülü’nü kazandığı “Kadınlar da Vardır” isimli hikayesinin bana düşündürdüklerini paylaşmak istiyorum.
Hikayeyi konuşmadan önce Erendiz Atasü kimdir sorusunu çok kısa cevaplamanın uygun olacağı kanaatindeyim. Yazarın kariyeri eczacılık fakültesinde akademisyenlikle başlıyor. Farmakognozi Profesörü unvanı ile 1997 yılında emekli olan Atasü bundan sonra yazar olarak hayatına devam ediyor. Hatta kendini akademisyen değil yazar olarak tanımlıyor. Atasü'nün yedi romanı, dokuz öykü ve yedi deneme kitabı ve çeşitli ödülleri vardır.
Kendime yakın hissettiğim yazarın feminist duyarlıkla kaleme aldığı edebiyat eserlerinden “Kadınlar da Vardır” isimli öyküsünde iki önemli kadın karakter var, Servet Hanım ve Dr. Gülşen. Servet hanım elli yedi yaşında yeniden adet kanaması olunca bir şeylerin ters gittiğini anlayan, ama kanser olduğu ailesi tarafından saklanan, büyük kızı eczacı, beş çocuklu bir kadındır. Servet Hanım’ın rahatsızlıklarını önemseyen, doktora gitmesine ön ayak olan komşu kadın Naciye’nin yeğeni Dr. Gülşen, kadın hastalıkları ve doğum uzmanıdır. Onun sayesinde Servet Hanım’ın hastanede işleri kolayca yürür. Servet Hanım, baskıcı kocası ve hizmette kusur etmediği çocukları, daha sonra torunları için yaşamış bir kadındır. Hiç gün yüzü görmeyen Servet Hanım’dan yılların özrünü dileyen ailesi hiçbir masraftan kaçınmaz ve Servet Hanımı ek ücret ödeyerek özel odada yatırır. Servet hanım ilk defa tek başına bir odada kalır, ilk defa gündelik ev işlerini düşünmeden sadece kendine ait bir zamanı yaşar. Hastalığına rağmen kendini hastaneye değil, tatile gelmiş gibi hisseder. Beni hikâyede en çok yakalayan yerlerden biri burasıdır. Kendine ciddi bir hastalığı konduramasa da, ameliyat olmuş olan ve tedavi süreci için hastanede yatan bu orta yaşlı kadın ilk defa kendi ile baş başa kalır. Öyle ki çocukluğunda kardeşleri, ninesi ile paylaşmıştır odasını. Evlendiğinde ise eşinin nefesi ile uyumuştur hep. Kendine kalan bu boş zamanda diğer hastalarla birlikte, ilk defa kendi ailesinin dışında bir yaşamın farkına vardır.
Kanser nedeniyle Servet Hanım'ın rahmini ameliyatla alan Dr. Gülşen 34 yaşında, işine bağlı, hekimliği seven, iki oğlu olan, Avukat Erol’la evli bir kadındır. Onun da annesi rahim kanserinden ölmüştür. Bir şekilde Servet Hanım ona annesini düşündürmektedir. Üniversitede okurken aşık olduğu eşi ile evliliği, Gülşen’in kurduğu dengelerle dışarıdan mutlu görünen bir yapıda devam etmektedir. Ama Gülşen’in içinde neler yaşadığını pek kimse bilmez. Evliliğindeki dengeleri korumaya çalışan Gülşen, işinde de hassas olan dengeleri korumaya çalışır.
Servet Hanım kanseri yenmiştir. Ama teşhisinden haberi olmadığı için aslında ona ikinci bir şans verildiğinden habersizdir. Gülşen, Servet Hanıma önündeki yıllarını hediye vermek ister. Zira Servet Hanım iyileştiğini duyunca bugünleri kolayca unutacak, ailesi ise evin sıradan bir eşyası gibi onun varlığını kanıksamış biçimde yaşamlarına kaldıkları yerden geri dönecektir. Gülşen, Servet Hanım’a gerçeği söylemeye karar verir.
Dr. Gülşen pek alışık olmadığımız şekilde Servet Hanım’dan kanser olduğunu saklayan ailesine rağmen hastaya gerçeği söyler. Bunun üzerine, kanser olduğunu ama iyileştiğini öğrenen Servet Hanım kendi içinde geçmişiyle ve ailesiyle hesaplaşmaya başlar. Servet Hanım gerçeği öğrendikten sonra tek başına özel odada kalmak istemez. Ailesinin karşı çıkmasına aldırmadan özel odadan çıkar, komşu koğuştaki diğer kadınlarla birlikte kalmaya karar verir. Oradaki kadınların dertlerini dinler, sosyal ilişkileriyle avunur. Özel odadan koğuşa geçmek aslında bir baş kaldırıştır ailesine. Kendi isteğini dayatıp kabul ettirdiği nadir bir andır ve bu anın “nadir” oluşu, aslında ailede kadının sadece hasta oluşu ile var olabilişini göz önüne sermektedir.
Servet Hanım’ın hesaplaşması sırasında Gülşen onun yanındadır. Bu süreçte Gülşen de aynı zamanda ölmüş annesi ile ilişkisini irdelemekte, evliliğini sorgulamaktadır. Kadın olmak, hekim olmak üzerinden toplumsal rolleri üzerine düşünmektedir. Kadın olarak işi, eşi ve çocukları arasındaki dengeyi kuran, kollayan olmuştur. Hekim Gülşen olarak işini sevmektedir, kadınların acı çekmesini engellemek için kadın hastalıkları ve doğum uzmanı olmuştur. “Yansız” bir hekim değildir. Hastalarını hastalık olarak değil, insan olarak görür.
Tıpta insan bilimleri (medical humanities) biyoetik, edebiyat, sanat, tarih, felsefe, sosyoloji, antropoloji, arkeoloji, mitoloji, iletişim gibi insanı merkeze alan disiplinleri içerir. Tıpta insan bilimleri ile sağlık çalışanlarına insanı bir bütün olarak ele almanın önemi, bir kere daha vurgulanır. Tıpta insan bilimleri savunmasız/örsenelebilir gruplardan biri olan kadınların toplumsal cinsiyet rollerinden nasıl etkilendiği, sağlık hizmet sunumu sırasında ne tür sorunlarla karşı karşıya kaldığı ile ilgili ipuçları verir. “Kadınlar da vardır” isimli hikayede hastasını çevresi ile bir bütün olarak gören, empati becerisi yüksek bir kadın hekimin hastasını sadece sağaltmak değil, fiziksel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik hali içinde olması için çabalamasını okuyoruz. Hekimin geç de olsa hastanın özerkliğini merkeze alan aydınlatılmış onam sürecini başlattığını görüyoruz. Sonuç Dr. Gülşen’in, beklediği gibi olmasa bile, Servet Hanımın kendi bedeni, dolayısıyla kendi yaşamı üzerinde hak sahibi olmasına destek verdiğini görüyoruz. Dr. Gülşen’in bu vesile ile kendi yaşamını sorgulayışını ve yeni kararlar alışını izliyoruz.
Tıp da aynen edebiyat gibi kültürün bir parçasıdır. Sağlık, hastalık kavramları, sağlık hizmetine erişim davranışları, hekim hasta ilişkileri kültürün ürünüdür. Toplumsal olarak kabul edilen bazı yazısız kurallar, “yaşlılar ağrı çeker, bu normaldir”, “kadınlar ağrıyı abartır”, “erkek adama bir şey olmaz,” gibi, kimin hasta olduğuna veya olmadığına karar vermede etkili olur. Servet Hanımın sağlık sorunu olduğunu kabullenmemesi, hastaneye başvuru sürecinde eşinin ilgisizliği ve bu sürecin ailenin düzenini bozan bir unsur gibi algılanışı, tam da toplumun kadının sağlık sorununa nasıl baktığının bir göstergesidir. Bu bağlamda edebiyat eserleri toplum için ayna görevi görür. Bu aynadan bakan sağlık çalışanı, sağlık hizmeti sunumunda ortaya çıkabilecek sorunların farkına varabilir. Ayrıca kendisinin de bu kültürün bir ürünü olarak aynı açmazlara düşmeden hizmet sunması da ancak bu farkındalık ile mümkündür. Bu açıdan bakıldığında edebiyat eserlerinin sağlık çalışanlarının tıp etiği eğitimi ve etik farkındalık çalışmaları için etkili bir araç olabileceği de unutulmamalıdır.

Ek okumalar:

Erendiz Atasü. Kadınlar da Vardır. 2004, Can Sanat Yayınları, İstanbul.

Türk Tabipler Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları. Mayıs 2012. (http://www.ttb.org.tr/kutuphane/h_etikkural.pdf).

Türk Tabipler Birliği Etik Bildirgeleri. 1. Baskı, Mayıs 2010, Türk Tabipleri Birliği Yayınları, Ankara. (http://www.ttb.org.tr/kutuphane/etik_bldgeler2010.pdf)

 

 

Sağlık Bİlimleri
Etiketler
tıp
edebiyat