Tevrat’a göre
Aşağıdaki açıklamalar konuyu din açısından ele alan web sayfalarında çokça görülür. Dünyanın yaşının belirlenmesi için insanlığın geçirdiği evrelere başlangıç olduğu için alıntı yapılmıştır. Tevrat, Tanrı’nın dünyayı ve evreni altı günde yarattığını ifade ediyor. Güneş ve ışık yokken altı günün nasıl sayıldığı sorusuna karşı sonraları parantez içerisinde yapılan “altı evre” açıklaması kutsalı kurtarma çabasından başka bir şey değildir.
Tanrı’nın dünyayı altı günde yaratmış olduğu söylemi tamamen Tevrat’tan alıntıdır; öteki dinlere de kutsal söylem olarak geçmiştir. Ayrıca Tevrat yer ve gök altı günde yaratılırken, ışığın Güneş’ten geldiğini bilmiyor görünmektedir: Işık ve gündüz birinci gün, Güneş ise dördünü gün yaratılmıştır.
Hz.Muhammed’in hadislere dayalı açıklaması ise şöyledir:
- Cumartesi: Dünyayı dümdüz biçimiyle yarattı.
- Pazar: Dağları yarattı.
- Pazartesi: Ağaçları yarattı.
- Salı: Mekruh’u (kötülüğü) yarattı.
- Çarşamba: Nur’u yarattı.
- Perşembe: Hayvanları yarattı.
- Cuma: Adem’i yarattı.
Tanrı, sonra uzanarak ayak ayak üstüne atıp dinlendi.
(Müslim e-sahih,kitabu sıfatı’l-münafıkın /27.hadis no 2789; Ahmed İbn hanbel, Müsned 2/227.)
Din adamlarının söylemi haline gelen “Adem altıncı günde yaratıldı” ifadesi (yukarıdaki kronoloji ile çelişiyor) her akıllı insanın aklına takılır oldu. Dünya yaratılmamışken altı gün nasıl ölçüldü? Tabii din adamları hemen bir açıklama getirdiler. Söylemde kastedilen şey dünya günü değil, başka bir zaman dilimidir. Ama o zaman dilimi kutsal kitaplarda ya da kutsal söylemlerde yok. Bilimsel açıklaması hiç yok.
Başka yöntemler
Dünyanın yaşını hesaplamak için çok hesaplama yöntemi önerildi. Onların başlıcalarından söz etmek konu hakkında bir fikir verebilir. Kur’an’da dünyanın yaşı ile ilgili hiçbir ayet yoktur. Hadislere dayalı olduğu iddia edilen söylemlerin kaynağının Musevilik ve Hristiyanlık olması olasılığı vardır.
Dinler (kutsal kitaplar) bu konuda bir şey söylemeyince, efsaneler devreye girdi. Sümer efsaneleri ile Tevrat ve İncil’de anlatılan öyküler, Hristiyan din adamlarının konuya ilgisini çekti. İrlandalı din adamı James Usher, 1654 yılında, Tevrat ve İncil’e dayalı geçmiş peygamberlerin soy ağacını izleyerek “dünyanın doğumunun M.Ö. 4004’te Ekim Pazar günü” olduğunu söyledi.
Burgonyalı doğa bilimci Buffon’un tezi şöyledir: Dünya, Güneş ile bir kuyruklu yıldızın çarpışması sonucu doğdu. Çarpışma nedeniyle ateş topundan ayrılan bazı sıvılar ve gazlar bir araya gelerek yavaş yavaş soğudu ve bir küre oluşturdu.
Buffon demir atölyesinde bu olayı sembolik olarak canlandırdı: Çeşitli maddelerden yapılma ve değişik boyutlarda bilyeleri akkor haline gelinceye değin ısıttı. Sonra onların soğuması için geçen süreyi hesapladı. Daha sonra bunları birbirleriyle karşılaştırarak sonuca vardı. Dünyanın yaşı 75.000 ‘in üstünde idi. Bu sonuca göre İrlandalı James Usher’in tahmini geçerliliğini yitiriyordu. Buffon’un yaptığı için önemi, dünyanın yaşını bulmak için izlediği yolun deneye dayanması yani bilimsel yöntem olmasıdır. Yazık ki, deney ortamı gerçeğe uymadığı için doğru sonuç vermedi.
Din adamı ve Cambridge Üniversitesi’nin rektörü olan J.Lightfoot, dünyanın M.Ö. 4004’te 18-24 Ekim günlerinde oluştuğunu ilan etti. Böylece dünyanın 6000 yaşında olduğu Hristiyanlar arasında yüz yıl boyunca kabul gördü. Sonra İngilizce basılan İncillerde bu bilgi yer aldı.
Oysa Çin kayıtlarında insanların daha önceki tarihlerde var olduğu belirtiliyordu. Çin’den gelen bu bilgi Anglikan kilisesinin hoşuna gitmedi.
Bilimsel hesaplamalar
Hristiyanlığın benimser göründüğü yaklaşık 6000 yıllık dünya yaşına ilk bilimsel itiraz jeologlardan geldi. Jeologlar fosil içeren kayaların en az 250 milyon yaşında olduğunu açıkladı.
1862 yılında Lord Kelvin, dünyanın erimiş maddelerin soğuması ve kabuk bağlama hızını hesapladı Bu yöntemle dünyanın yaşının 20 milyon yıl civarında olduğunu buldu. Jeolog ve biyologlar süreyi kısa buldular ve bazı fosillerin 2 milyar yıl yaşında olduğunu açıkladılar.
Alman bilim adamı H. Helmholtz, güneşin erimiş maddelerden günümüzdeki boyut ve parlaklığa geliş süresini, erimiş maddelerin soğuma hızına dayalı olarak 22 milyon yıl olarak hesapladı. Ne var ki o tarihte radyoaktivite keşfedilmemişti; güneşim sıcaklığının hidrojen atomlarının kaynaşması nedeniyle oluştuğu sanılıyordu. Dolayısıyla hesaplar erimiş maddenin soğuma hızına dayanıyordu. Oysa nükleer reaksiyon nedeniyle güneşin merkezi, soğuma hızından daha çabuk ısınıyordu.
İrlandalı bilim adamı J. Joy, okyanusların tatlı sudan tuzlu suya dönüşme hızına dayanarak dünyanın yaşını 80-100 milyon yıl olarak buldu. 1896 yılında radyoaktivitenin bulunması doğruya en yakın hesabın yapılmasına yol açtı. Lord Ruherford, uranyumun kurşuna dönüşmesini temel alarak dünyanın yaşının hesaplanabileceğini söyledi. B.Baltwood bu yöntemle dünyanın yaşının 0,25-1,3 milyar yıl olarak hesapladı. Modern yaş tayin yöntemleri ile dünyanın yaşı 4,6 milyar yıl olarak hesaplanıyordu.
2001 yılında ABD’li bilim adamları zirkon adlı mineralin kristallerinin 4,3 milyar yaşında olduğunu saptadı. Bu mineraller oksijen ve zirkonyumdan oluşur. Mineraldeki oksijen izotoplarının analizi, dünyada 4,3 milyar yıl önce su olduğunu kanıtladı. Dünyada ilk yaşam 3,5 milyar yıl önce ortaya çıktı. Avustralya’da ve Kanada’da bulunan 3,5 milyar yaşındaki küçük canlıların fosilleri bu tarihi doğruladı. Bundan yalnızca birkaç yüz yıl önce, dünyamızın 4,5 milyar yaşında olduğunu kim bilebilirdi? İnsanoğlu binlerce yıl bunu merak etti; üzerinde yaşadığı dünyanın yaşını bilmeye uğraştı.
Antik çağlar (M.Ö. 4.yy)
Antik Çağda Yunanlılar Evren’in ve Dünya’nın doğaüstü bir güç (tanrı) tarafından yaratıldığına inanıyorlardı. Dünyanın yaşı konusunu hiç düşünmediler. Aristo (M.Ö.384-322)’ya göre zamanın bilinen sınırları yoktu. Evrenin öncesiz ve sonrasız olduğunu; başka bir deyişle sonsuz olduğunu düşünüyordu. Çinliler her 23.639.040 yılda bir dünyanın önce parçalandığına sonra yeniden oluştuğuna inandılar. Mayalar da evrenin sürekli yeniden doğduğuna inanıyorlardı. En sonuncu oluşumun da yüzyılımızdan 3114 yıl önce meydana geldiğini söylediler.
Modern yerbilim (Jeoloji)
Dünyanın yaşını kutsal kitaplardan yola çıkarak hesaplama çabaları bırakıldıktan sonra, modern yerbilim alanında çok büyük ilerlemeler ve gelişmeler oldu. İki yüz yıl önce yaşamış olan Danimarkalı yerbilimci (jeolog) Nicolas Stenton’un söyledikleri yeniden gündeme geldi. Stenton, dünyanın yaşını bulmamızda “fosil barındıran tortul kaya yatakları bize yardımcı olacaktır” demişti. Bundan sonra dünyanın oluşuşumu için geçen sürenin çok daha uzun olduğu konusunda yerbilimciler anlaşmaya vardılar. 1812’de doğa bilimci George Cuvier binlerce yüzyıldan söz ediyordu. 1830’dan sonra İngiliz Charles Lyell çalışmalarını tamamladı. Gördü ki, dünya düşünülenden çok daha yaşlıymış. Kayalar ve fosiller yerbilimsel (jeolojik) dönemlerin (birincil, ikincil, üçüncül, dördüncül) yüz milyonlarca yıl sürdüğünün birer göstergesidir.
19.yüzyılın sonlarına doğru William Thomson adlı bir fizikçi, dünyanın yaşı konusunu ele aldı. Dünyamızın henüz çok sıcak bir gaz bulutu olduğu dönemden kendi yaşadığı güne kadar geçen süreyi hesapladı. Isı iletimini göz önüne alarak yerküre kabuğunun sertleşmesi ve soğuması için geçen sürenin en fazla 98-200 milyon yıl olduğunu ileri sürdü. Bu sonuç yerbilimciler arasında büyük bir şaşkınlık yarattı. Evrim kuramını ortaya koyan Darwin ve savunucularıysa, günümüz türlerine erişmek için en az 300 milyon yıl geçmiş olduğunu söylüyorlardı.
Radyoaktivite (1909)
1896 yılında Fransız fizikçi Henri Becquerel, radyoaktiviteyi buldu. Bir madde (özellikle kayalar) genellikle kararlı atomlardan uluşur; çekirdekte nötron ve protonlar bulunur. Çekirdeğin etrafında elektronlar dolanır. Bununla birlikte, bazı atomların gönlü başkasına eğilimlidir; kendisi başka atoma dönüşebilir. Bu dönüşümlerde her defasında, protonların ve nötronların bir kısmı kaçar ve çok büyük bir hızla komşu atomlara çarpar. 1909’da İngiliz John Jolly yerkürenin sıcaklığının (yüzeyde 15o C dolaylarında ve merkezde binlerce derece) bu çarpışmalardan, bir başka deyişle kayaların radyoaktivitesinden geldiğini ileri sürdü. Böylece doğruluğuna inanılan Lord Kelvin’in kuramı da suya düşmüş oldu.
Thomson’dan (daha sonra Lord Kelvin unvanı verildi) hesaplamaları, fizik alnında kuşku götürmez bir biçimde doğru kabul ediliyordu. 20. Yüzyıla girerken kavgalar da bir ölçüde yatışmıştı. Yerbilimcilerin büyük bir kısmı, bu kanıtlama çabaları sırasında dünyanın 100 milyon yaşlarında olduğuna inanıyordu.
Kesin tarih belirleme (1955)
Radyoaktivitenin keşfiyle fizikçiler dünyanın yaşını hesaplamak için sağlam bir yol bulmuş oldular. Çünkü kimyasal elementlerin başka bir elemente kendiliğinden dönüşümleri çok düzenliydi. Örneğin uranyum 235 elementini (92 proton ve 143 nötrona sahip) ele alalım. Atomlarının yarısının parçalanıp, kurşun (207) atomlarına dönüşmesi her zaman 700 bin yıl sürer.(Buna yarılanma ömrü denilir.) Bir kayanın yaşını hesaplamak için bir kütle spektrometresi yardımıyla, ata (parent) atomların (uranyum), çocuk (child) atomlarına (kurşun) oranını ölçmek yeterlidir. Dünyanın yaşını ölçmek biraz daha karmaşıktır. Çünkü sürekli etkinliği yüzünden en eski kayalarını yitirmiştir. Ancak, yine de dünyadaki kurşun oranını tahmin etmek ve düşen göktaşlarından (meteor) gelen kurşun oranıyla karşılaştırmak olanaklıdır. 1955’te Kaliforniya Üniversitesinden Clair Patterson ve meslektaşları bu yolla dünyanın yaşını hesapladılar: Yaklaşık 4,5 milyar yıl.
Son hesap (2007)
Dünyanı yaşı için yapılan son hesaplama 2007 yılında Yale Üniversitesinden Alman asıllı jeoloji profesörü ve aynı zamanda NASA jeoloğu olan Friedrich Karl Ewert ve ekibi tarafından yapılmıştır. Ekip Kanada’da yaptıkları araştırmada dünyanın yaşını tam olarak 4,576 milyar yıl olarak hesapladı. Bu ekip dünyanın yaşını yerin tektonik tabakalarından çıkardıkları zirkon minerallerine dayanarak buldu.
Friedrich Karl Ewert: Dünyanın yaşı için son hesabı yapan kişi.