Ezilenlerin "üvey" çocuğu

Yazan
Tayfun Taşlıoğlu
Yazının Okunma Süresi
~ 9 dakika

Amerikan sinemasındaki yerleşik düzenin yıkılmasını, Amerikan hegemonyasının kültürel ikliminin, psikolojik etkisinin ve yaratmaya çalıştığı havanın çözülerek "kahraman"ını yaratıp koruduğu o dünyanın artık doğrudan tepkiyi büyüten ve kahramanlarına karşı anti-kahramanlar ürettiği aşamaya geçişinin belki en belirgin halini Joker'in vizyona girişiyle gördük.
Filmin Hollywood’un yerleşik film dili, kurgusu, ritmiyle ilgisi olmadığını en baştan ifade edelim. Çok katmanlı ve geçişli, karakteri bütünle başka başka yönleriyle birleştiren ve sonuca odaklamayan haliyle yeni Amerikan sinemasının ürünü olduğunu söyleyebiliriz. Batman filmlerinin Hollywood’un genel dili dışında kendi özgül ağırlığını ve aksiyon yapısını düşününce, aynı öyküye dayanarak o dilin çok dışında bir film çıkarmanın da oldukça cesur bir hareket olduğunu söyleyelim. 
İzlenme sayıları, sosyal medya paylaşımları ve herkesin bir şekilde sohbetini yaptığı bir konu haline gelişi aslında izleyicinin bir anti-kahramanla kurduğu ilişkinin sadece bir reklam başarısı olmadığını ya da gündelik bir akıma uymanın biraz ötesine geçtiğini, karakterle özdeşleşlik kurma eğilimini gösteriyor. 
Peki neden? Bunun cevabını biraz da "spoiler" vererek filmin içinde arayalım. İzlemeyenler burada ayrılabilir.

(Yazı buradan itibaren filmi henüz izlememiş olanların tadını kaçırabilecek senaryo bilgileri içermektedir.) 

Film şiddeti ikiye bölüyor: Dikey ve yatay şiddet. 
Aslında film bize Arthur'un Joker oluş öyküsünün ötesinde, “Jokerleşme”nin ne olduğunu, her gün hepimizin her yerden tanığı ya da mağduru olduğu bencilliğin, bireyselliğin, ilkelleşmenin, zorbalığın nasıl bir toplumsal bir güdülenme olduğunu ve bunların gündelik yaşamın her anında bambaşka şekillerde çıkarak insanları hem mağdur hem de fail yapma sürecini anlatıyor. Joker’i sizin bu çürümüşlük içinde ilkelleşmeniz, zorbalaşmanız yarattı; tek tek hepiniz suçlusunuz ama bu çürümüşlüğü yaratan siz değil o küçük elit diyor bize yönetmen. Şiddet hem bir çöküş ve boşluktan aşağı “itiş” hem de çaresiz bir isyan etme biçimi. Joker, bütün o süreçte yüzleştiği insanların en karanlık yönlerinden beslenerek, parça parça oluşuyor. Joker o şiddetin faillerinin tek tek hepsi ve onların birleşiminin de kendisi.
“Baba" figürü olarak karşımıza çıkan, sığınarak yardımını istediği kişinin ileride Batman olarak “kahraman”lığa soyunarak ailesinin intikamının peşine düşecek olan Bruce Wayne’in babası olması ve aslında onun da gerçek babası olmadığını anlaması, o baba figüründen fiziksel şiddet görmesi oldukça anlamlı. Arthur’un Baba Wayne’den yediği yumruk, baba olarak sığınılan otoritenin, düzenin, iktidarın dikey şiddeti. Wayne’in şirketinin çalışanlarının öldürülmesinin şehir halkından destek görmesi üzerine Wayne’in halka Joker’e atıfla ‘palyaçolar’ diyerek hakaret edişi ise o aşağılanmayı giderek daha ağır bir tepkiye dönüştürüyor.
Aklındaki, ruhundaki görüntülerle, olduğu insanla, olmak istediği Arthur’la gözlerinin önündeki görünür Arthur arasındaki çelişki ve bunun yıkıcılığı, o aradaki uçurumdan düşüşü ve bir türlü çakılamayışı… Düşüş halinin içinde zamanın çözülüşü, belleğinden sildikleri ve yüzleşme, yerine gelen o bulantı hissi ve hep daha derine, hep derine hızla çekilişi, çarpamayışı, son bulmama sıkıntısı... Kimi ellerini yukarı kaldırarak düştüğü göğe tutanacak gibi bir umuda uzanır düşerken, kimi düşüşe öylece bırakır kendini, belki hiç farketmeyerek, belki düşüşü kabullenerek ve tepkisizce susturur bulantılarını. Kimi o düşüşü bir an önce sonuçlandırmak ister; yaşamına bir son vererek, zamanın çözülüşü gibi varlığını ortadan kaldırarak. Bedeninin canlılığını bitirerek de olmaz her zaman. Kimliğine, kişiliğine, duygularına, kimi zaman kendine karşı dürüstlüğüne, gemişine kıyar. Joker bu süreçlerin aslında hepsini ayrı ayrı yaşıyor ve elbette Arthur’u, onun değer verdiği her şeyle birlikte yok ediyor: Annesi, Murray, arkadaşları, yüzü, duyguları, tutunma çabası…
Gerçeklikle bağını yitirdiğini, daha doğrusu gerçek yaşamın dışına sürüldüğünü hissettiği her bir durumda Arthur giderek yok olurken, aynı apartmanda yaşadığı ve aşık olduğu siyahi kadınla ilk karşılaşmasında o siyahi kadına dönüp eliyle başına ateş etme "şaka"sı aslında Joker oluşu anlatıyor. Arthur kopan her bağıyla aynı zamanda keskin yüzleşmeler yaşayarak intiharı ve dizginlerinden boşalmayı ironik bir biçimde şaka haline getiriyor. Bu kez gerçekliğin trajedisini bir "şaka”ya dönüştürüyor. 
Arthur, şehrin dikey şiddet mağduru, dışlanmış, ezilen, sefalet içinde yaşayan yığınların arasında, bu "çöp"lüğün içinde kendine yer bulmaya, görünür olmaya, sevilmeye, onaylanmaya ve kabul edilmeye, anlamlı ve gerçek bağlar kurmaya çalıştıkça, işte tam da o anlarda en savunmasız biçimde umut ederken yaralandıkça, görünmeyen "Arthur"dan ilk defa görünür olduğu, var olduğunu hissettiği "gerçek" bir karaktere, Joker’e dönüşüyor. Yıllar boyu süren ekonomik, bedensel, cinsel, fiziksel ve psikolojik şiddetin birbirini tetikleyen ve besleyen, birbirinin hem nedeni hem de sonucu haline gelen bir sarmalın öz çocuğu ama dışlanmışların da “üvey"i Arthur. 
Anne karakterinin evden çıkamayan, bakıma muhtaç ve karşılıksız iyi olunan, korunan ve gerçekten bağlı olunan tek kişi olması aslında o evin Joker'in ruhunun en dokunulmayan, en derin ve en gerçek dünyası oluşunun imgesi. O dünyada koltuğuna oturup televizyon karşısında hayaller kuruyor. Aslında evlatlık olduğunu ve çocukken gördüğü şiddete annenin sessiz kalışını öğrenmesi ile o içindeki dünyaya en gerçek olduğu halinin gerçek olmadığını öğrenmesi ile anlamlı bütün bağlarını yitirmesi, o iç yıkımda annesini hasta yatağında boğması ile dışlanmışların dahi “üvey”i olan Arthur kimliği tamamen siliniyor. 
Hayaller kurduğu iç dünyasını temsil eden, annesini öldürdükten sonra tek kaldığı eve gelen arkadaşını da öldürmesiyle iç dünyasını kana buluyor ve o evden çıktığında Jokerleşme sürecini tamamlıyor.
Filmin esas kırılma ve çatışmasını tanımlayan cümle ise bu filmde değil ama The Dark Knight’taki Joker'in cümlesinde gizli:

"Delilik yer çekimi gibidir, bütün gereken biraz itmek". 

İşte Arthur da delilik uçurumunun kenarında dolaşan ve bundan kurtulmak için sosyal yardım kuruluşlarına başvuran, çırpınan, ilaç, çözüm arayan ve bununla baş etmek için durumunu anlatan kartlar bastıran, toplumla birleşmeye çalışan, buna çabalayan biriyken ekonomik kriz içinde sosyal yardımların kesilmesiyle, "ilaçlarımı nasıl alacağım" demesiyle, son itilişi, son kopuşu izliyoruz.
Karakter seçiminin de ayrı bir başlık konusu olduğunu söyleyemeliyiz. Joker’in aşık olduğu kadının, onu dinleyen ve göstermelik de olsa yardım etmeye çalışan sosyal hizmet görevlilerinin ve psikologların hepsinin siyahi olması; ona en iyi davranan ve zarar vermek istemediği tek kişinin iş arkadaşı olan bir cüce olması; ilk cinayetinde onu cinnet haline sürükleyen ilk durumun bir kadının cinsel şiddet görmesi; şehir elitlerinin gösterildiği her sahnede karakterlerin tamamının beyazlardan seçilişi dikkate değer. Hollywood’da son yılllardaki ırkçılık karşıtlığıyla ilgili aşırı hassasiyetin buraya yansıdığını söyleyebiliriz. Bunun sadece bir ödül avcılığı niyetiyle yapılıp yapılmadığı da tartışmaya açık. Ancak karakterlerin öykünün bütününe hakim olan, anlatmaya çalışılan o şiddetin mağdurları olarak yerli yerine oturduğunu, karikatürize edilmediğini de söylemeliyiz.
Jacques Phoenix’in zor ve riskli karakterlerdeki başarısını burada da görüyoruz. Özellikle Her’de başından sonuna tek başına ve olağanüstü bir odaklanmayla filmi taşıyışıyla karşılaştırmak gerek. Burada da filmi tek başına sırtlanmanın ağırlığından öte, Heath Ledger gibi sinema tarihine geçecek bir aktörden sonra Joker’i böylesine canlandırmak oldukça büyük bir oyunculuk ve oyun yönetimi gerektiriyor. Bu açıdan oldukça zor ve cesaret gerektiren bir işi, taklit etmeden, yeniden, kendinden katarak yaratırken, özgünlüğüyle karakteri başkalaştırmadığını da söyleyebiliriz. 
Jacques Phoenix’in önceki Jokerlerin mimiklerini ve hareketlerini gözlemlediğini ve çalıştığını anlamak güç değil. Özellikle merdiven sahnesinde Heath Ledger’ı görür gibi oluyorsunuz. 
Ledger’ın filmde bir sahnede anıldığını söyleyelim. İzlemeyen okuyucular için hoş bir sürpriz olacak. 
Filmin Joker üzerinden verdiği çok açık ve basit bir mesaj var: Kendi adacıklarınızda kurduğunuz zengin, şık ve temiz dünyanızın etrafı, o küçük zengin adaları dışında kalanlarla, yine sizin sebep olduğunuz büyük "çöp" ve "sıçan"larla çevrili sokaklarda yaşamaya zorladığınız insanlarla çevrili. Bir yandan bu geniş yığınları birer palyaço gibi görüyor, aşağılıyor, sömürüyor, sebebi olduğunuz büyük bir sefalet içinde yaşamaya zorluyor, bir yandan da onları "çöp”lükten kurtaracağınızı vaat ederek kahramanlığa soyunuyorsunuz ama bu palyaçolar artık sizi güldürmeyecek. 
Burada filme elbette bir anarşizm eleştirisi yapılabilir, haklılık payı olduğunu söyleyelim. Otorite karşıtlığı, indirgenmiş, amaçsız, hedefsiz şiddet ve toplumsal cinnet hali ve buna dayalı bir isyan övücülüğü eleştirisi yapılabilecekse de filmin esas anlatmaya çalıştığının bu olmadığını; film bütününe yayılanın sonuca değil sebeplere ve sürece odaklandığını ve bunu da tamamen bir otoritenin varlığına bağlamadığını belirtmek gerek. Kaldı ki Joker bu filmle icat edilmiş bir karakter olmadığından, karakterin devamlılığı gereği onun oluşumunu ve hareketini anlatmak zorundaydı. En başında eleştiriyi bu karakterin yaratılışına kadar götürmek gerecektir; bunun da filmimizin eleştiri konusu olmayacağı anlaşılacaktır. Kaldı ki joker bir anti-kahraman olarak sevdirilmek için yaratılmış bir karakter değil; hem içeriğiyle hem de olağanüstü oyunculuklarla büyüdüğü için esas kahramanların önüne geçen bir izleyici kabulü aldığını belirtmeliyiz. Anarşizm eleştirisi bunun neden kabul edilir olduğu, sevildiği, özümsendiği üzerine başka bir değerlendirmeyi gerektiriyor. 

Kültür
Etiketler
joker
sinema
sinemada distopya
distopya
batman