2017’nin Paleoantropoloji’ye getirdiği yenilikler

Modern insanın başlangıcı, Homo naledi ve Australopithecus konularındaki yenilikler

İnsanoğlunun varoluş serüveni her zaman ilgi odağı olmuştur ve bu konudaki çalışmalar katlanarak devam etmektedir. Darwin’in öngördüğü ve daha sonra buluntularla da kanıtlanmış olan insanoğlunun çıkış yeri Afrika kıtası, bu konuda çalışan dünya antropologlarının yoğunlaştığı bir alan olmuştur. Geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinden beri bu kıtada hızla artan arazi araştırmaları, binlerce fosilin bulunmasını sağlamıştır. Hominidlerin (insan ailesi) 7 milyon yıllık gelişim öyküsü, insanların doğaya meydan okuyup kuzeye göç edebileceği donanıma sahip olan Homo erectus aşamasına geçinceye kadar hep bu kıtada gerçekleşmiştir.

İnsan evriminin her aşaması ilgiyle izlenmekle birlikte, modern insanın ne zaman ortaya çıktığı önemli bir odak noktası olmuştur. Bu noktada modern insan tanımı önem kazanmaktadır. Modern insanı, “son derecede kullanışlı ve amaca yönelik çeşitli aletler yapabilen, özellikle son dönemlerde görünüm açısından günümüz bireylerinden ayırt edilemeyecek bir yapı sergileyen, sosyal yapılarına ilişkin görsel komünikasyonları ve ‘ben’ bilincinin gelişmiş aşamasını yansıtan süs objelerini günlük yaşamında kullanan bireyler” olarak tanımlayabiliriz.

İnsanın beyin gelişimi, oluşturduğu kültüre yansımış ve Yontuk çakıl taşlarıyla başlayan alet kültürü, Aşölyen el baltaları, çeşitli amaçlara yönelik Orta Paleolitik Levallois yongaları ve Üst Paleolitiğin son derece rafine delgi aletleri evrelerinden geçmiştir. Taş aletlerin bozulmadan kalabilmesine karşın, Prehistorik (Tarih Öncesi) dönemlerde yaşamış insanlardan fosilleşerek zamanımıza kadar saklanabilmiş kalıntılar, görece az sayıdadır. Bu nedenle, taş aletlerin, kullanıcıları hakkında bize sundukları bilgiler çok önemli bir değere sahiptir.

Fas’ta Marakeş’in 100 km. batısında yer alan Jebel Irhoud’ta bulunan taş aletler, modern insanın ortaya çıkışı bilgilerine temel hazırlamış ve 2017 yılında modern insanın başlangıcı konusunda devrim niteliğindeki bir bilginin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Jebel Irhoud’ta yapılan çalışmaların başlangıcı, 1961 yılına kadar uzanmaktadır. O dönemde yapılan çalışmalarda iyi korunmuş bir kafatası ele geçirilmiş ve yapılan tarihlendirme ile kafatasının 40 bin yıl öncesine ait olduğu belirtilmiştir. O dönemde buluntuların jeolojik konumu iyi kaydedilmediğinden, tarihlendirme konusunda sıkıntılar yaşandığı açıktır. Daha sonra yapılan bir diğer tarihlendirme ile bu buluntunun yaşı 160 +- 16 bin yıl öncesine çekilmiştir.

Modern insanın kökeni konusunda birçok çalışmaya imza atmış olan Jan Jacques Hublin, 2004 yılında Jebel Irhoud buluntu yerine giderek yeniden kazı çalışmalarına başlamıştır. Bu kez in situ buluntular (in situ: bir şeyin tam olarak yerinde incelenmesi. Editör notu.) elde edilmiş ve çökellerin kesin stratigrafileri belirlenerek sağlıklı bir tarihlendirme yapılabilmiştir. Fosil bireylerle ele geçen ve ısıya maruz kalmış olan taş aletler, termolüminesans yöntemi için uygun bulunmuş ve yapılan tarihlendirmede modern insanın Jebel Irhoud’da 300 bin yıl önce yaşadığı ortaya konulmuştur (315,000 +- 34,000yıl).

Bu tarih, son teknolojiyi yansıtan Uranyum/ESR serisi tarihlendirmeleri ile de doğrulanmıştır. Modern insanın kökeninin 200 bin yıl öncesine uzandığına ilişkin klasik görüş için bu buluntu büyük bir sürpriz oluşturmakta ve modern insanın başlangıç tarihini 100 yıl geriye çekmektedir.

Hublin başkanlığındaki kazılarda en az beş bireye ait (üç erişkin, bir adölesan ve 7,5 yaşlarında bir çocuk) fosil kalıntıları bulunmuştur. Jebel Irhoud’da bulunan adamın morfolojisi bu alanda bulunan fosillerin özelliklerinin bilgisayar yardımı ile birleştirilmesiyle oluşturulmuş ve bu ilk modern insanların nasıl bir görünüme sahip olduklarını anlamamızı mümkün kılmıştır.

Modern insanın en yakın ataları, Arkaik Homo sapiens’lerdir. Arkaik H.sapiensler, H.erectus’larla modern insan arasında yer alan bir geçiş formudur. Jebel Irhoud insanı, yalnızca modern H.sapiens’e ait olan ve Arkaik H.sapiens’ler ile Neanderthal’lerde bulunmayan iki farklı yapısal otomorfi sergiler: Bunlar, artan fasiyal dikleşme ve nörokraniyal yuvarlaklaşmadır. Yani profilden bakıldığında, yüz prognatik (öne doğru çıkıntılı) yapıdan dik bir yapıya dönüşmüş, kafatası yuvarlaklaşmıştır. Ancak yine de bu insanlarda yüz morfolojisi kafatasına oranla daha moderndir.

2017 yılı çalışmalarından elde edilen bir diğer önemli sonuç Homo naledi’ye ilişkindir. Hatırlanacağı gibi Homo naledi 10 Eylül 2015 tarihinde Güney Afrika’da Witwatersrand Üniversitesi’nin iddialı öğretim üyesi Lee R Berger’in başkanlığını yaptığı çalışmaların sunulduğu bir araştırma makalesinde “insanlığın kökeninde yer alan yeni bir tür” olarak lanse edilmişti. Bu ilk makalede henüz tarihlendirme sonuçları bilinmiyordu. Bu tür Güney Afrika’da, Johannesburg’un 45 km kuzey batısında Unesco tarafından “İnsanlığın beşiği” olarak tescil edilmiş olan Malapa vadisi, Rising Star Cave sisteminde bulunmuştur. 1 metre 50 cm boyunda ve 45kg ağırlığında olduğu tahmin edilen bu yeni türümüz Homo naledi olarak tanımlanmaktadır. Rising Star Mağara sistemi içinde bulunmasına izafeten verilen Homo naledi ismi, Bantu dil ailesinde yer alan Sotho dilinde (Syn.Sesotho) “yıldız adam” anlamına gelmekte ve iyi korunmuş birçok bireyin fosilini içermektedir. Homo naledi bizdeki gibi İnce işlerin üstesinden gelme potansiyeli taşıyan ancak kıvrık parmaklara sahip ellere, modern insana benzeyen ayak ve alt bacak yapısına eşlik eden Australopithecine benzeri ilkel yapılara, çok küçük bir beyin kapasitesi ile hominidlere benzer göğüs kafesine, kalça kemeri ve uyluk kemiğinin proksimal (üst) bölümüne, ve kuyruksuz büyük maymunlardaki tırmanıcılığa uyumlu omuz yapısına sahip olmakla ilginç bir anatomik kombinasyon tablosu sergilemektedir. Ayrıca 15 civarında bireye ait olan iskeletlerin mağaranın izole bir bölmesinde ele geçmesi “bilinçli bir ölü gömme adeti var mıydı?” sorusunu gündeme getirmekle birlikte, bu varsayımı güçlendirecek somut bir delil bulunmamaktadır.

9 Mayıs 2017 tarihinde yayınlanan makale Homo naledi’nin taksonomik pozisyonu konusundaki soru işaretlerinin açıklığa kavuşmasını sağladı. İlgili yayında Uranyum serileri ve Elektron Spin Rezonans analizleri ile tarihlendirilen Homo naledi’nin bulunduğu çökellerin 236-335 bin yıl öncesinde oluştuğu bildirilmektedir. Lee R. Berger’in başkanlığındaki ekip tarafından yayınlanan makalede “Bulunan bu tarih Homo naledi gibi ilkel özellikler taşıyan bir türün morfolojik özelliklerinden yola çıkılarak varsayılan tarihten çok daha sonra yaşadığını göstermektedir” denmektedir.” İlk insanı bulma” heyecanını taşıyan ekibin bu aceleci değerlendirmelerine yine bu dergide yayımlanan makalemizde “Tüm buluntu ve değerlendirmelere baktığımızda Homo naledi’nin Homo erectus türünün Gürcistan Dmanisi’de de örneklerine rastladığımız küçük boyutlu bir varyasyonu olma özelliği gösterdiği rahatlıkla söylenebilir” öngörümüzle katılmadığımızı ve bu öngörümüzün ekibin 2 yıl sonra ulaştığı sonuçla paralelolması bizim için mutluluk veren bir olaydır.

2017 yılının getirdiği heyecan verici bir diğer olgu ise 6 Aralık 2017 tarihinde “Küçük Ayak” olarak tanımlanan ve 3,67 milyon yıl once yaşamış olan hemen hemen tam bir Australopithecus fosilinin Güney Afrika’da, Johannesburg kentindeki Witwatersrand Evrimsel Araştırmalar Enstitüsü’nde sergilenmeye başlaması olmuştur. İskeletin %90’ı tamdır ve 20 yılı aşkın bir süredir iskeletin temizleme ve teşhire hazırlık çalışmaları sürmekteydi. Fosile ilişkin ilk örnek 1994 yılında Ron Clarke tarafından Sterkfontein Mağarasından bulunmuştur. Bu kadar tam bir fosil çok nadir olarak bulunmaktadır. Mağaradaki çalışmalara ilişkin 25’in üzerindeki bilimsel makalenin 2018’de yayınlanması bekleniyor. (fosilin resmi 6 Aralık 2017 tarihli National Geographic’te var!)

2018’in hominid evrimi konusunda heyecan verici birçok yenilik getirmesi dileğiyle.
 

Prof. Dr. Erksin SAVAŞ
Ankara Üniversitesi Antropoloji Bölümü

Antropoloji
Etiketler
paleoantropoloji
antropoloji
erksin savaş
homo naledi
homo sapiens
australopithecus
bilim ve ütopya