Dar, sığ, basık yaşama hayır!

Dar zamanlar yaşıyoruz. Sıkışmış zamanlar. Anlarımız yok (Anlayanımız da!). Anlarımızı dolduracak yaşantılarımız yok. Çok hızlı yaşadığımızdan dolayı anlarımızın farkına varamıyoruz. Kesintisiz bir zaman akışı içinde sürükleniyoruz. Yaşama telaşı sığlığımızı anlamamızı önlüyor. Planlar yapıyor, umuttan kuleler kuruyoruz. Büyük beklentilerin ardına düştüğümüzde bile, o telaş, yaşadıklarımızın, yaşamakta olduklarımızın, giderek yaşayacaklarımızın anlamını da unutturuyor bize. Dar zamanlarını genişletmek isteyenlerden kimileri, yaşadıklarına dair öyküler yazıyorlar. Öykülerle avunuyoruz. Böylesi yazılarla genişlemiyor dar zaman. Geçmişin büyük öyküleriyle süslenmiş sıkışmışlığımızın kendi öyküsü yok. Dar zamanlar, dünyayı evreni kavrayışımızın darlığı ile yaşanıyor. Birbirimize baktığımız açıların mengenesinde boğulayazıyoruz. Sıkıştığımız yerlerden birbirimize dokunamıyoruz. Herkes herkesi kendi darlığına çekmek istiyor. Siyasal, ekonomik, askeri gücü olanlar aldanmadıklarını sanarak kendi görmek istedikleri dünyayı yönettikleri insanlara dayatarak hem aldatıp hem aldanıyorlar. Dar alanda süren iktidar kavgası yaşama ufkunu açamıyor. Teknoloji her gün piyasa ekonomisine yeni ürünler yığıyor. Görünüşte “ilerleyen”, “gelişen” bir uygarlık var. Ulaşım giderek kolaylaşıyor. Haberleşme daha hızlı, daha zahmetsiz, eskisine göre daha çok olanaklara sahip. Evren hakkında daha “fazla” biliyor bilim. Tıp, araştırmalar sonucu, yeni buluşlarla ortaya çıkan ürünlerle hastalıklara çözüm arıyor. Peki, bu görünüşte olumlu gelişmeler sonunda ortan kalkması gereken darlık, neden ortadan kalkmıyor? Ufuk açılamıyor? Ufuk, sığlıktan dolayı açılamıyor. Darlığımız içinde derinliğimiz yok.

İnsan, sıkıştığı dar ufuk içinde derinleşebilirse ufuk açıcı ürünler ortaya koyabilir. Darlık bir anlamda yoğunlaşmayı sağlayabildiği için, düşünmede, düşüncede, yaşama biçiminde, siyaset yapma tarzında, toplumsal ilişkilerde, bilimde, sanatta, inanç düzenlerinde, ekonomik ilişkilerde, yeni ufuklara açılan atılımlar gerçekleşebilir. Darlığın sığlığı yozlaştırıyor yaşamı. Buradan, heyecan enerjisi veren yaşama yüksekliği ile çıkılabilir. Yaşama yüksekliği, dar sığ alanda sıkışmışlığımızda bize destek veren yaşama gücüdür. Bizi geleceğe gerçekçi bir umutla bağlayan bir hayat iradesidir. Sebattır. Bitmek tükenmek bilmeyen bir düş gerçekleştirme mücadelesidir. Yaşamı, onu anlam vermelerle, değer yaratmalarla yaşadığımız hayatı, zenginleştirme kavgasıdır. Yoksulu, hakkı yeneni, ezileni, kendisi gibi olmaya çabalayıp da gördüğü baskılarla bunu gerçekleştirmede sorunlarla karşılaşan insanı, canıyla, can enerjisiyle, can gücüyle buluşturma savaşıdır. Biyolojik, biyo-ekolojik özellikleriyle ortaya çıkan yaşam, yarattığımız anlam dünyası (bir anlamda kültür!) ile hayata dönüşür. İşte hayat, gücünü aldığı biyolojik kaynaktan beslenerek, yeni anlamlar, değerlerle zenginleşerek “yüksekliğine” doğru seyreder. Yaşam yüksekliğinin sağlayabileceği eleştiri, sorgulama, arama, araştırma heyecanı gerçekleştirilmediğinde, sıkışmışlığımızla sığlığımıza bir de basıklığımız eklenir. O zaman hayatı dar, sığ, basık yaşarız. (Basık: heyecansız, yılgın, korkak, içine kapanık!) Dar, sıkışık, basık yaşamlara mahkûm muyuz? Böyle bir yaşam içinde olmadığını sanan nice dar, sığ, basık insan tanırım. Basıklığını kendini aldatarak aşmaya çalışır. Bedenimizle ilişkimizde darız. Kimilerimiz bedenini küçümseyerek “ilâhi âlem”e yaklaştığını sanır. Kimilerimiz bedenimizden gelen dürtülerin enayisidir. Bedenine sıkışmış, bedeninin görünüşüne takılmış, narsist, haz budalası, beden kafesi tutsaklarının sayısı hiç de az değildir. İlişkide darızdır. Çevremiz dardır, o dar çevrede bile belli kalıplarla, ön yargılarla yaklaşırız insanlara. Bizim gibi olmayanlardan nefret ederiz; kafamızdaki dogmalardan habersiz, kendimize yarattığımız dünya denilen zindanı yaşarız. Sanata, bilime, dine, düşünceye bakışımız sıkışıktır. Bir iki şeyi yaşamımızın başında öğrenmiş, onları da önemli kültür ürünleri, yüksek estetik ve ahlak değerleri sanmışızdır. Sığlığımız onları sorgulamamızı engeller. Sanattaki sözde heyecanımız basıklığımızı ortadan kaldırmaz.

Dünyaya egemen olan ekonomik düzen, büyük bir adaletsizliğin çarkı ile dönmektedir. Teknoloji ürünlerinin hızla çoğalmasıyla tüketim odaklı ekonomik çarkın çevirdiği yaşam, insanın darlığını giderek artırmada, yarattığı konfor ve tembellikle sığlığı beslemektedir. Elbette siyaset, insan kullanma, algı yaratma, beyin yıkama odaklı tavrıyla, insanın genişliğini, derinliğini, yüksekliğini gözeten değerleri çoğunlukla görmezden gelmektedir. İnsan can taşıyan bir varlık olarak, bu acımasız düzen içinde, canı çıkan bir varlığa dönüşmektedir.

Can pınarından gelen gücünü duyan insanlarla birlikte, darlığımızı, sığlığımızı basıklığımızı giderecek uzun soluklu insan olma yolculuğuna çıkmak gerekiyor. Yoldaşlar işitin!

Prof. Dr. Ahmet İNAM
ODTÜ Felsefe Bölümü

Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın aralık 2013 sayısında yayımlanmıştır.

Can Pınarından
Etiketler
ahmet inam
Can Pınarından
felsefe