Can, can pazarında

İnsan hâlâ canının değerini bilmiyor. Galiba uzunca bir süre de bilmeyecek. Uluslar kendilerinin bir can olduğu bilincinden yoksun. Uluslararası ilişkiler bir güç mücadelesi olarak sürüyor. Yaşamdan hayata çıkılamıyor. Yaşam, bir kavgadır elbette, can ezici, can yaralayıcı bir kavga yaşanıyor, yazık ki. Değerlerle, bilimle, sanatla, yaşama sevinciyle yaşanacak hayat; yaşamın ağır yükü altında, hayata kör tutku ile davranan, insan sevgisinden uzak, dar kafalı dünya liderlerinin elinde can bulamıyor.

Can pazarını yaşıyoruz. Bireysel olarak da, halklar olarak da. Can pazarında yaşayanlar, canlarını oluşturup geliştiremezler. Bilimde, sanatta, kültürün yaşandığı değerler alanında (ona hayat diyoruz!) yaratıcı ürünlerle ortaya çıkamazlar. Bireyler can olduklarını unutur, birbirlerine düşman olur, boğazlaşmalar başlar. Bir can olabilecek insanın kendini can pazarında, sürekli bir ölüm kalım savaşımı içinde bulmasının nedenleri ne olabilir? İnsan neden, bedeni, duyguları, aklı, yorumlama gücü, ilişkileri ile bu gezegende daha hakça, daha güzel, daha eksiksiz ve özürsüz bir yaşama ulaşamıyor? Neden yüksek değerlerini, adaleti, özgürlüğü, emeği, özerkliği yaşayamıyor? Sahip olduğu potansiyeli geliştirerek olabileceğini olamıyor? Neden herkes birbirini boş bir “x” olarak görüyor? O x’in yerine kendi çıkarcı, dar kafalı bakışıyla sömürüp kullanabileceği bir insanı koyabileceğini düşünüyor, neden? “Denetlemem, egemen olmam, yönetmem gerekir” diyor, “her şeyi, herkesi”. “Dünya benim ele geçirip dilediğimce yaşayacağım bir yer olmalı: Benim inançlarım, benim yaşam biçimim, benim zevklerim egemen olmalı; başkaları da benim egemen olduğum dünyada benim gibi yaşamalı. Şu an öyle değiller ama en yüksek yaşam biçimi benim yaşam biçimim olduğuna göre, onlar eğitilecek, belli bir biçime sokularak benim gibi olacaklar.”

İşte bu bakış, can körlüğüdür. Öteki körlüğüdür. Farklıya kapalılıktır, kendi dar kafesi içinde tutsak olmaktır. Kendilerine “liberal” diyen sözde liberaller, yobazlar, sözde çoğulcular, sözde hümanistler, sözde dindarlar bu can pazarında can körleri olarak yaşıyorlar.

Doğa, çeşitliliği, çoğulluğu, renkliliği, değişimleri ile sürekli olarak bize canı hatırlatıyor. Bir ağacın, sıcağa, soğuğa, rüzgâra, üstündeki böceklere karşı direncini, yaşama azmini, diğer ağaçlarla bizim ilk bakışta anlayamayacağımız biçimde iletişimini gördüğümüzde canı anlama yolculuğuna çıkabiliriz. Yanardağ patlamalarının ardından yok olmuş gibi görünen yaşamın yıllar sonra yeniden büyük bir zenginlik ve coşkuyla ortaya çıktığına tanık olan insan, bilebildiğimiz evrenin çekirdeğindeki can enerjisinin anlamı üzerinde kafa yorup harekete geçebildiğinde, canı unutmuş dünyanın can pazarına dönüşmüş hâline devrimci yorumlar getirebilecektir.

Canı anımsamak, can üzerinde düşünmek onu ne bir mistik ne de romantik açıdan ele almak anlamına gelmiyor. Canı, canı çıkarılmış halkların kurtuluşu için yürünen düşünme yollarından biri olarak görüyorum. Bu düzeni ele geçirmeye çalışan güçler, öncelikle insanların insan ve hayat anlayışlarını, dillerini, kültürel köklerini yok etmeye çalışıyorlar. Türkülerini, şarkılarını, şiirlerini, edebiyatlarını, düşünme, anlama, yorumlama güçlerini ele geçirmeyi planlıyorlar. Adım adım ulusun, o ulusta yaşayan bireylerin, toplulukların canlarını cansız kılmaya çalışıyorlar. Canı taşıyan bedenlerini, ekonomik, siyasal düzeni yaralamaya başlıyorlar. Eğitim düzenini altüst edip, o ulusta yaşayanların belleğini, değerlerini yıpratıp, onları o coğrafyaya bağlayan köklerini sökmeye çalışıyorlar.

Bu dünyada yüzlerce yıldan beri insanlar birbirlerinin canlarını eziyor. Şunu bilemiyor insan henüz, yeterince: Can ezenin canı ezilir. Can ezerek can bulacağını sanmak gaflettir. Can ezenle savaşmak da kaçınılmazdır. Topuyla, füzesiyle canı darların dünya jandarmalığı, dünyayı eskisinden daha iyi yaşanabilecek bir gezegen yapmaz. Belki de insan can olduğunu anlayıp canını gerçekleştirmeden bu dünyadan göçüp gidecektir.     

Emperyalizmle mücadelede canımızı diri tutmayı, özerk kılmayı başarmalıyız. Can dirliği, candaşlarla oluşturulmuş, bilimin, sanatın şölen olabildiği bir hayatı oluşturmakla olanaklıdır. Ekonomik, siyasal, kültürel bağımsızlığı elde etme kavgası, birbirimizin can olduğunun, canımızı sürekli olarak geliştirmemiz gerektiğinin bilincine varan bireylerle yapıldığında, bizi çarkları arasında ezmeye çalışan bu can ezici düzene karşı daha gerçekçi, daha insana yaraşır bir mücadele verilmiş olur.

Prof. Dr. Ahmet İNAM

Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın haziran 2018 sayısında yayımlanmıştır.

Can Pınarından