Biyoloji bilimi, ülkelerin, hatta insanlığın geleceği ile çok yakından ilişkilidir. Biyoloji canlı sistemlerin bilimidir; canlı sistemlerin nasıl işlediğini, diğer canlı sistemler ile nasıl etkileştiğini araştırır, inceler. Canlı sistemler ise, moleküllerden ekosistemlere kadar farklı düzeylerde organizasyonlar gösterirler.
Biyolojinin, ülkelerin ya da insanlığın geleceği ile nasıl bir ilişkisi olabilir?
Canlı doğal kaynaklar
Günümüzde insanlık, petrol, kömür, doğal gaz gibi eninde sonunda tükenmeye mahkûm enerji kaynaklarına büyük ölçüde bağımlıdır. Bu doğal kaynakların aksine biyolojinin araştırma alanı içine giren canlı doğal kaynaklar tükenmezler; üreme yetenekleri ile sürekli olarak kendilerini yenileyebilirler. Bu nedenle de canlı doğal kaynaklar ya da biyolojik zenginlikler, bir ülkenin, dünya çapında da insanlığın en temel doğal kaynaklarını oluştururlar.
Beslenme, ısınma, giyinme, tedavi, tarımsal mücadele ve endüstrinin çeşitli kesimlerinde canlı doğal kaynakların önemli bir yeri vardır ve olmaya da devam edecektir. Bununla birlikle bu potansiyel çok az değerlendirilmiştir. Dahası, canlı doğal kaynakların önemli bir kısmı, daha potansiyel yararları keşfedilmeden, isimleri bile konulmadan yeryüzünden silinip gitme durumundadır. Çünkü insanların canlı doğal kaynaklar, diğer bir deyişle yeryüzünde yaşayan diğer canlı türleri üzerindeki baskısı giderek artmakla ve birçok yerde canlı popülasyonların kendilerini yenileme kapasiteleri ortadan kalkmaktadır.
Örnek vermek gerekirse, Peru’da ülke ekonomisine milyonlarca dolarlık katkıda bulunan balıkçılık, aşırı avlanma nedeni ile tamamen ölmüştür. Yani balık, özellikle hamsi popülasyonların kendini yenileme kapasiteleri tamamen ortadan kalkmıştır, kaldırılmıştır.
Karadeniz’deki hamsi popülasyonları da aynı tehlike ile karşı karşıyadır. Örnekler sayılamayacak kadar çoktur. Dünyada kaç canlı türü olduğu sorusunu şu anda kesin olarak yanıtlamak mümkün değil. Ancak tahminler 5 ila 50 milyon arasında değişmektedir. Bugüne kadar canlı türlerinin 1.7 milyonu bilimsel olarak tanımlanıp isimlendirilebilmiştir.
Günümüzde tropik ormanlar yaklaşık 9 milyon km2’lik bir alan kaplamakta ve yeryüzündeki canlı türlerinin yansından fazlasını barındırmaktadır. Bu ormanların, her yıl yaklaşık 60 bin km2’si artan insan nüfusunu besleyebilmek için yok edilmektedir. Ormanların yok edilmesi bu hızla sürdüğü takdirde yeryüzündeki canlı türlerinin yüzde 20’si, yani en az 1 milyonu çok kısa bir süre içinde bir daha geri gelmemek üzere yeryüzünden silinip gidecektir
Organik kütüphane
Çok büyük bir bölümünü henüz hiç kimsenin bilmediği canlı türlerinin bu hızla yok olması, insanlığı nasıl etkileyecektir? Biyolojik çeşitlilikte bu boyutlarda bir azalmanın insanlık için çok önemli, çok ciddi sonuçlar doğurabileceğini savunan bilimciler vardır.
Doğadaki tür toplulukları gelişigüzel bir araya gelmiş canlı türlerinden oluşmazlar.
Her topluluk içindeki türler milyonlarca yıllık bir süre içinde birlikte evrimleşerek karmaşık bir ilişkiler ağı ortaya koymuşlardır. Türlerin bu ilişkiler ağından birer birer çekilmeleri, ekosistemleri birdenbire çökme noktasına getirebilir.
Canlı türlerinin kitle halinde yok olması, yeryüzünün biyolojik tarihinde çok görülmüştür. Bilimsel tahminlere göre, bugün yeryüzünde yaşayan canlı türleri, canlılığın tarihi boyunca var olmuş olan türlerin %1’inden bile daha azdır. Buna göre, bir canlı türü, evrimsel süreç içinde yüzde 99’dan daha büyük bir olasılıkla yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Buna göre canlı türleri bireyler gibi doğuyorlar, yayılıyorlar, sonra da ölüyorlar. Türlerin yok olması doğa yasalarının bir sonucu ise, canlı türlerinin sayısı azalıyor diye niye kaygılanalım?
Fakat günümüzdeki tür kayıpları, jeolojik devirlerde gözlenen kayıplardan 400 kat daha hızlıdır ve belki de son 65 milyon yıl içinde bu boyutta bir tür kaybı görülmemiştir.
Biyolojik çeşitlilik; canlıların geçirdikleri milyonlarca yıllık evrim sırasında karşılaştıkları sorunlara buldukları çözümlerin, kazandıkları deneyimlerin, gen denilen mesajlar olarak kodlandığı büyük bir organik kütüphaneye benzetilebilir. Bu kütüphanede her canlı türü bir kitap olarak düşünülebilir. Bu canlı türlerinin kaybolmasını önemsemediğimiz zaman, gelecekte insanlığın, ülkemizin sorunlarına çözüm bulmada yardımcı olabilecek büyük bir kütüphaneden, henüz okuyup anlayamadığımız kitapların birer birer yok olmasına göz yumuyoruz demektir.
Biyolojik çeşitliliği tanımak
Gerçekten de kendini yenileyebilen kaynaklar, yani canlı doğal kaynaklar insanlığın gelecekteki sigortasıdır. İnsanın yaşamını sürdürebilmesi, bu kaynakların kendilerini yenilemeyi sürdürmesine bağlıdır.
O halde öncelikle canlı doğal kaynaklarımızı tanımak, onlara sahip çıkmak zorundayız. Canlı doğal kaynaklarımızı koruyabilmek, değerlendirebilmek, işletebilmek, ekonomiye itici bir güç olarak sokabilmek için, önce neyimiz var, neyimiz yok bilmeliyiz. Çevre kirlenmesinin ekolojik dengeyi bozabileceğinden sık sık söz edilir. Peki nedir ekolojik denge? Bu soruya yanıt vermek zordur. Bir bölgede doğal dengenin bozulup bozulmadığını değerlendirebilmek için, önce o bölgede hangi canlı popülasyonların bulunduğunu, nasıl etkileştiklerini bilmek gerekir. Ancak bundan sonra o canlı popülasyonlardaki değişmeleri izleyerek doğal dengenin bozulup bozulmadığını söyleyebiliriz.
Türkiye’nin canlı doğal kaynakları, Türkiye’ye özgüdürler. Türkiye’nin iklim ve coğrafya koşullarına uyum sağlamışlardır. Aynı tür topluluklarını, aynı adaptasyonları dünyanın başka bir yerinde bulmak mümkün değildir. Canlı doğal kaynaklarımızı koruyabilmek, değerlendirebilmek, onlara sahip çıkabilmek için öncelikle bu kaynaklarımızı özellikleriyle tanımamız gerekmektedir.
Son zamanlarda biyolojik kaynaklarla birlikte, sürdürülebilir kalkınma (susta- inable development) kavramından sık sık söz edilmeye başlanmıştır. Sürdürülebilir kalkınma, bir taraftan canlı doğal kaynaklardan yararlanarak kalkınırken, bu kaynakları gelecek için de koruyabilmek anlamına gelmektedir. Sürdürülebilir kalkınma, canlı kaynaklardan kendilerini yenileme kapasitelerini koruyarak yararlanabilme, biyolojik bilimlerin en önemli sorunlarından biridir.
Canlı doğal kaynakları tükenmiş bir yeryüzünde, bırakınız kalkınmayı, insanın yaşamını sürdürmesi bile mümkün değildir. İşte bu nedenle Nuh, Tufandan sadece kendini ve ailesi değil, tüm diğer canlılar da kurtarabilmek için bir gemi yapmıştır. Kutsal kitaplardaki Nuh Tufanı öyküsü, insanın yeryüzünde diğer canlılar olmadan yaşamayacağı gerçeğini çok güzel sembolize etmektedir.
Günümüzde de aynı sorun ile karşı karşıyayız. Yeryüzündeki diğer canlı türlerini, insan nüfusundaki patlamanın oluşturduğu tufana karşı koruyabilmek için, canlı doğal kaynakları akıllıca işleterek refahı artırabilmek için neler yapabiliriz?
Nuh’un gemisini yeniden yapmak zorunda olsaydık, nasıl yapabilirdik? Bunun için gerekli teknolojinin temeli biyolojidir, genetiktir, ekolojidir. Canlı popülasyonların akıllıca işletimi için gerekli teknolojinin temeli de yine biyolojidir.
Bir canlı popülasyonunun dinamiğini, genetiğini, canlı ve cansız çevresi ile etkileşimlerini ne denli iyi bilirsek, işletme de o denli verimli olacaktır.
Biyolojik sistemlerin, moleküllerden ekosistemlere kadar çok değişik düzeylerde ele alınabileceğini, araştırılabileceğini söylemiştik. Tüm bu düzeylerdeki çalışmaların biyoloji biliminin gelişmesinde, dolayısıyla canlı doğal kaynaklardan yararlanmada ve bu kaynakların korunmasında önemli katkıları vardır ve gelecekte de olacaktır.
Böcekleri yok edeceğiz derken...
Genellikle biyolojik sorunların nihai çözümünün fizik ve kimyada olduğu kabul edilir. Bu yanlış değilse bile eksik bir değerlendirmedir. Biyolojide canlı sistemlerin oluşması ve işlemesinde fiziki sistemlerden farklı boyutlar vardır. 1940’lı yıllarda sentetik kimyasal pestisitler keşfedildiği zaman, zararlı böcekler ile mücadele sorununun tamamen hallolduğu düşünülmüştü. Diğer bir deyişle pestisitler, biyolojik bir probleme kimyasal teknolojinin ürettiği harika çözümler idiler. Nitekim Paul Müller, DDT’nin pestisit özelliklerini keşfederek insanlığın büyük bir sorununa çözüm bulduğu için Nobel ödülüne layık görülmüştü. Fakat çok kısa bir süre içinde zararlı böceklerin DDT’den kolay kolay etkilenmedikleri görüldü. Biyolojinin doğal seçilim yolu ile evrim yasası unutulmuştu. Zararlılar, çok kısa bir süre içinde bu ve diğer kimyasal zehirlere karşı evrimleşerek doğal seçilim yolu ile direnç geliştirmişlerdi. Dirençli böcek türlerinin sayısı da giderek artmaktadır. 40 yıl önce bir iki tane olan dirençli böcek türlerinin sayısı, bugün 500 civarındadır.
Bu örnekte de görüldüğü gibi, iyi niyetli bir yaklaşım sonuçta geri tepmiştir. Bugün, böceklerin geliştirdiği direnç karşısında giderek artan dozlarda uygulanmak zorunda kalınan sentetik kimyasal pestisitler, çevre sorunlarının önemli bir boyutunu oluşturmaktadırlar.
Endonezya’nın Bomeo adasında Birleşmiş Milletler Dünya Sağlık Örgütünce 1950’li yıllardan başlayarak, sıtma savaşı için geniş çaplı DDT uygulandı. İlaçlama sonucunda sivrisinekler ve sıtma önce azaldı. Fakat bu kez veba salgını ortaya çıktı ve köy evlerinin sazdan damları çöktü. Bu neden oldu? Sıtma kontrolü için kerpiç evlerin iç duvarlarına sıkılan DDT, önce tırtılların düşmanı olan böcekleri öldürdü. Böylelikle rahatça çoğalan tırtıllar damdaki zazları yemeye başladılar. Bu arada evlerde hamam böceklerinde biriken DDT, beslenme yoluyla kertenkelelere, oradan da onları yiyen kedilere geçti. Kediler ölünce de fare sayısı arttı ve veba salgını baş gösterdi.
Bu da gösteriyor ki, biyolojik sistemlere müdahale ederken çok dikkatli olmalıyız. Sistemin öğeleri arasındaki ilişkileri, etkileşimleri iyice anlamaya çalışmalıyız.
Son zamanlarda sık sık duyduğumuz genetik mühendislik, biyoteknoloji, ekoloji gibi bilim dalları, cani doğal kaynakların insanlık yararına en verimli biçimde işletimi, korunması ve değerlendirilmesi ile ilgilidir. Biyolojik bilimlerdeki gelişmeler insanın hayal gücünü fersah fersah aşmıştır. Mitolojide farklı canlıların kombinasyonları olan yaratıklara “kimera” denir. Frankestein’ın öyküsünü hepimiz biliriz. Bütün bu yaratıklar hayal edilebilmesine karşın, insan ve bakteri genlerinin birleştirilebileceği, genetik mühendisliği bunu başarana kadar kimsenin aklına gelmemişti.
Uygulamalı biyologların etkinlikleri temelde popülasyon kontrolüne yöneliktir. Yararlı türlerin popülasyonları büyütülmek istenir (örneğin, buğday, mısır, tavuk, sığır, orman ağaçları, meyve ağaçları), zararlı türlerinki ise küçültülmeye çalışılır (örneğin, zararlı böcekler, zararlı otlar, hastalık yapan mikroorganizmalar, parazitler). Bütün bu etkinliklerde biyoteknoloji, genetik mühendislik, ekoloji, popülasyon genetiği gibi disiplinlerin büyük katkıları vardır.
Biyoloji eğitiminin önemi
Biyoloji canlı sistemlerin bilimidir demiştik. Biyolojiye yaşam bilimi de denir. Biyoloji, aynı zamanda insanın, insanlığın yeryüzündeki yaşamını sürdürebilme bilimidir. İnsanların gelecekte yeryüzünde gerçekten insanca bir yaşam sürdürebilmeleri büyük ölçüde biyolojiye bağlıdır. Biyoloji yaşamımızı her yönüyle öylesine etkilemektedir ki, biyoloji dersi, orta öğretim ve üniversitelerde temel eğitimin bir parçası olmak zorundadır. İleride yönetimde karar verme konumlarında olacak gençlerimizin sağlam bir biyoloji eğitimi almaları şarttır. Doğadaki tüm canlı popülasyonlar, yaşam kaynakları ile dengede kalmak zorundadır. Oysa insan nüfusu tüm biyoloji, ekoloji yasalarını hiçe sayarcasına artmaya devam etmektedir. Biyoloji bilimi bize, insanın da biyolojik bir varlık olduğunu ve yeryüzündeki varlığını sürdürebilmesi için temel biyoloji, ekoloji yasalarına uyması gerektiğini öğretmektedir.
İnsan, diğer canlı türleri gibi doğanın bir parçasıdır. İlk çağlarda insan doğayı egemen olunması gereken bir düşman gibi görmüş olabilir. Fakat günümüzde bilim yoluyla doğayı daha iyi anladıkça, doğaya bir dost gibi yaklaşmanın insanlığın geleceği açısından daha yararlı olacağını öğrenmekteyiz. Biyoloji eğitiminin bu bakımdan, ülkemizin canlı doğal kaynaklarının değerini bilen, onlara sahip çıkan, doğaya bir düşman gibi değil de bir dost gibi bakabilen bireylerin yetişmesinde önemli bir rolü vardır.
Kaynaklar
(1) Berkes F., Kışlalıoğlu B.,'Ekoloji ve Çevre Bilimleri, Remzi Kitabevi, İstanbul. 1990.
(2) Hocking B.. Biology or Oblivion, Lessons fron the ultimatc Science, Cambridge, Mass. Schcnkenon Pub. Co., 1965,
(3) Kence A. (koordinatör), Türkiye’nin Biyolojik Zenginlikleri, TÇSV yayını, Ankara 1987.
(4) Kence A. (editör), Biyolojik Zenginlikler ve Kalkınma, TÇSV yayını, Ankara 1988.
Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın mart 1995 sayısında yayımlanmıştır.