bilim ve ütopya

Epigenetik: Genetik determinizme darbe

Yakın bir zamana kadar dişi ve erkekten yavrusuna sadece genlerin aktarıldığı ve kalıtımın bu yolla olduğu varsayılıyordu. Gen ötesi, genetik dışı, genetik olmayan anlamına gelen epigenetik bilimiyle birlikte durumun tamamen öyle olmadığı; çevresel deneyimlerin, yaşam tarzının, alışkanlıkların, davranışların, psikolojik durumun, hatta büyük baba ve babanın yediklerinin-içtiklerinin olumlu ya da olumsuz sonuçlarının da yavruya aktarılabildiği ortaya çıktı.

Sıfırın birleştiriciliği

“Sıfır”, matematiğin en büyük buluşlarından birisiydi. Çünkü sıfırın yükselişi bir sosyo-ekonomik sistemin, bir sınıfın yükselişinin yansıması ve eşlikçisi durumundaydı. Hint’te doğan sıfır sayısı, ilerici çağındaki İslam Uygarlığı tarafından oradan alınmış, ünlü Türk bilgini Harezmî tarafından yaygınlaştırılmış ve Avrupa’ya tanıtılmıştı. Ancak bütün bunların temelinde bir ticaret gerçeği  vardı.

31 Mart olayı

Osmanlı halkı dinamikti. Ataları da öyleydi. Türklerin ilk yurdu Çin Seddinin kuzeyi idi. Toprak tarıma elverişli olmadığı için göçebe hayvancılıkla geçiniyorlardı. Çin Seddi Türklerle Moğolların güneydeki bereketli topraklara inmesini önleyen yaman bir yapıydı. Atalarımız hallerinden hoşnut olmadıkları için batıya göç etmeye başladılar. Bu, devrimci diyebileceğimiz bir dinamizm belirtisiydi. İlginçtir; günümüzde Türklerin ilk yurdunda pek Türk kalmamıştır. Benzer koşullarda yaşayan Moğollar ise hep yerlerinde kaldılar.

Bipedalizme geçiş insan sosyalliğini nasıl etkiledi?

İnsanın erken dönem atalarının (ilk homininler) iki ayakları üzerine dikelmeye başlaması insan evriminin kuşkusuz en kritik dönüm noktasıdır. Nitekim antropoloji giriş kitaplarında (örneğin bkz. Kottak, 2016:128-129) insan-şempanze ayrımından sonra insana uzanan çizginin başlangıcında “bipedal” hareket eden homininlerin olduğu vurgulanır ve bipedalizm, insanı insan yapan karakter listesinde ilk sıraya konulur. Bipedalizmin önemi insan fosillerinin neredeyse hiç olmadığı dönemlerde dahi fark edilip, üzerine hayli kafa yorulmuş konuların başında gelmektedir.

Dik yürümenin getirdiği anatomik değişimler

İnsan beyninin gelişimine zemin hazırlayan en önemli olgu, dik yürümedir (bipedalizm). Çünkü dik durmayı benimsemiş bir canlının kafatası, az miktardaki bir kas desteği ile omurga üzerinde dengede kalabilir. Kısmen eğik duran kuyruksuz büyük bir maymunun (Antropoid ape: goril, şempanze) iri ve öne doğru çıkık kafatasını dengede tutabilmesi için, kuvvetli bir kas baskısı gerekir. Fakat dik yürüyen bir hominidin başında bu kadar güçlü bir baskı yoktur. Böylece beynin gelişmesi için temel zemin oluşmuştur.

Stephen Hawking ve kara delikler

Stephen Hawking, Galileo Galilei’nin ölümünden tam olarak üç yüz sene sonra, 8 Ocak 1942’de Oxford(İngiltere)’da dünyaya geldi.

21. yaş gününün hemen ardından 1963 yılında ALS hastalığı (Amyotrofik Lateral Skleroz: bir tür motor nöron hastalığı) teşhisi konuldu. Doktorlar, Hawking’in birkaç yıllık ömrü kaldığını söylüyorlardı. Hawking, tekerlekli sandalyeye ve konuşabilmesi için bir bilgisayara bağlı olmasına rağmen bilimsel üretimini sürdürdü. Ayrıca Hawking’in üç çocuğu ve üç tane de torunu vardır.

Bipedalizmin evrimi

Bipedalizm nedir?

Bipedalizm, primat takımı içerisinde sadece Hominidae (insan ailesi) üyelerinde görülen, iki ayak üzerinde dik duruş ve yürüyüş hareketidir. Bu özellik insanın soy ağacında çok erken bir dönemde kazanılan oldukça önemli bir davranışsal basamak olarak insan ailesinin, insan üst ailesinden ayrımındaki temel özelliklerinden biridir. Bipedalizmle birlikte iskelet yapısında büyük morfolojik değişmeler gözlenmiştir.

Ve insan ayağa kalktı…

Sizi en az 7 milyon yıllık geçmişi olan tarihsel bir sürece götürüyoruz. İnsanın iki ayağı üzerinde dik yürümesini ifade eden bipedalizm, beynin gelişmesinden avlanmaya kadar evrimimizde dönüm noktası olan gelişmelerin kapısını açan bir anahtar niteliğinde. Devrimsel gelişme olması bir çırpıda gerçekleşen bir duruma değil aşama aşama oluşan sürece işaret ediyor.
Konu hem anatomimiz hem de sosyal organizasyonumuz açısından tayin edici bir önem taşıyor. Bu bakımdan evrimin ana yönlerini bütün olarak yansıtan bir rol oynuyor.

Shakespeare ve çağdaş okur: Sevmek ya da sevmemek!

Kraliçe I. Elizabeth’in 1558 yılında İngiltere’de tahta geçmesi ile başlayan dönem, ülkenin hem siyasi hem sanat tarihinde büyük öneme sahiptir. Kraliçe’nin iyi örgütlenmiş ve planlı yönetimi altındaki İngiltere yükselişe geçer ve bu yükseliş, sanatın da gelişmesine olanak sağlar. Elizabeth Dönemi’nin siyasi açıdan sakin bir dönem olduğunu söylemek çok doğru olmayacaktır ancak hem matbaanın hem de ülkeler arası etkileşimlerin yaygınlaşması, sanat açısından daha huzurlu ve ilerlemeci bir dönem yaşanmasına zemin hazırlar.