Ahlakın üstündeki örtüyü kaldırmak

Yazan
Emrah MARAŞO
Bilim ve Ütopya Genel Yayın Yönetmeni
Yazının Okunma Süresi
4 dakika

Ahlak deyince aklımıza din gelir. Sanki yapışık doğmuşlardır ve birbirlerinden ayrılmaları mümkün değildir. Bu zorunlu birlikteliğe bir de din dışı ahlak olamayacağı, olursa da onun eksik, defolu, ahlaksız bir ahlak olacağı yargısı eklenir. Çünkü ahlak, mensubu olunan dinin ölçütlerine göre değerlendirilmektedir. Elbette din de bir ideoloji olduğu için herkes dünyaya bakışına, toplumu biçimlendirmek isteyişine göre bir tartışma yapmakta özgürdür. Ne de olsa sınıf mücadelesinin ve onun düşünsel alanı olan ideolojik-felsefi mücadelenin temel tartışması ahlak üzerinden cereyan etmektedir. Bu nedenle dinsel dünya görüşünün savunucularının da liberallerin de bilimsel sosyalistlerin de bir ahlak ve moral değerler sistemi vardır, toplumu o sisteme göre biçimlendirmek istemektedirler ve bu süreçte kendileri de biçimlenirler. Tek taraflı bir ilişkiden ziyade karşılıklı bir etkileyiş ve oluş süreci mevcuttur ancak bu sürecin yönlendiricisi siyasal mücadele sahnesindeki öncü öznelerdir. Söz konusu değerler ait olunan sınıfındır, bu temel üzerinde yükselir ancak yine o temelde hareket ederek geleceğe dair özlemleri ve hedefleri içerir. Bu özlem ve hedefler bir şeriatçıya göre kutsal kitabın koyduğu kurallara göre yaşamak ve insanlığı bu kurallara uygun yaşamaya ikna etmek, bir liberale göre serbest piyasadaki özgürlüğü toplumsal ve bireysel özgürlüğe doğru sınırsız ve sonsuz bir şekilde genişletmek ve geliştirmek (elbette serbest piyasaya zeval gelmemesi koşuluyla), bir sosyaliste göre eşit, paylaşmacı, sınıfsız bir özgürlük dünyası inşa etmektir.
Ancak biz bu sayımızda esas olarak ideolojilerin ahlaka bakışlarındaki farklılıkları tartışmıyoruz. Din olgusundan yola çıkıp bilimsel disiplinlerin verilerine ve yaklaşımlarına dayanarak ahlakın kaynakları üzerinde duruyoruz. Çünkü bu kaynaklara gitmek ahlak olgusuna dair yanılsamaları ve çarpıtmaları ortadan kaldıracağı gibi hepimize nesnel bir temel de sunacaktır. Bu nesnel ve akılcı temel olmadan yapılacak her ahlak tartışması “senin ahlakın sana, benim ahlakım bana” öznelliğinin ötesine geçemeyecektir. Oysa ahlak da din gibi, Tanrı gibi ve diğer her şey gibi bilimin inceleme alanıdır.
Ahlak, insanın uzun evrimsel sürecinin ürünüdür. İşbirliği ve fedakarlık yani toplumsal olmanın iki çekirdek unsuru ahlakın belirleyicileridir. Bu iki unsur varsa ahlak vardır, bunlar yoksa ahlak yoktur. “Ben”in olduğu yerde ahlak yoktur, “Biz”in olduğu yerde ahlak vardır. Çünkü ahlak doğanın zorlu koşullarına, rakip kabilelere karşı varlığını sürdürmek için topluluk olarak hareket etmeye mecbur olan insanın, aç kalmamak için av hayvanını avlamak üzere örgütlenmek zorunda olan insanın, yavrusuna bakmak için başka insanlarla birlikte hareket etmek zorunda olan insanın normları ve sözleşmesidir. Bu sözleşmeye karşı gelmek, örneğin kabile baskınlarına karşı grubunu savunmaktan kaçınmak ya da avda emeğin olmadan etten pay kapıp bedavacılık yapmak ahlaksızlıktır. Topluluğun işbirliğini ve topluluk üyelerinin karşılıklı yararını tahrip edecek, dolayısıyla örgütlenmeyi zaafa uğratacak her bireyci adım ahlaksızlıktır. Ahlak bu nedenle doğrudan doğruya insanın toplumsal bir varlık olmasıyla, örgütlenmesiyle ilişkilidir. Ahlaki kurallar ve yasaklar da bu temelde biçimlenmiştir. “İyi”, “doğru”, “güzel” gibi kavramların içeriğini belirleyen budur. Dahası toplumsallıktan da öte beşikteki bebeklerle yapılan deneyler (Michael Tomasello’nun çalışmaları çok çarpıcıdır, bkz. Neden Ortaklıklar Kurarız? kitabı) türümüzün işbirliğine ve hakkaniyete yatkınlığını çok açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Kapak başlığımızdaki soruya gelirsek… Din, insanlığın belli bir tarihsel evresinde ortaya çıktı ve ilerici bir rol oynadı. Ahlakla beslendi ve kurumsallaştı. Ahlakın olumlu ve iyi yanlarını aldı hatta en büyük meşruiyet kaynağı ahlaktı. Bugün bazı muhafazakarların “ahlak krizi yaşıyoruz” tahlilleri ve bunu temel sorun olarak görmeleri işte bu meşruiyet kaynağıyla ilişkinin bozulmasının sonucudur ve ciddi bir meseledir. Topluma ahlakı, yani işbirliğini, paylaşmayı, fedakarlığı sunamayan bir ideoloji güdük kalmaya mahkumdur. Ne kadar insanlık varsa, ne kadar fedakarlık varsa, ne kadar karşılıklı yarar varsa, ne kadar eşitlik ve kardeşlik varsa yani ne kadar biz varsa o kadar ahlak vardır. Ancak sözle değil, işle; yani pratikte varsa vardır. Bu nedenle ahlakın dine ihtiyacı yoktur, aksine hepimizin ahlaka ihtiyacı var. Hangi ideolojiyi benimsersek benimseyelim açık gerçek budur.
Kapak yazılarımız çok aydınlatıcı ve kapsamlı. Toplam olarak iyi bir sayı hazırladığımızı düşünüyoruz. Katkı sunan değerli yazarlarımıza çok teşekkür ederiz.
Geçtiğimiz ay yurtdışı temsilciliğimiz Prof. Dr. Yavuz Unat’ı ve Gülgûn Feyman Budak’ın sunuculuğunda, Dr. Kemal Ateş’i zoom etkinlikleriyle konuk etti. Her iki toplantı da ilgiyle karşılandı. Etkinliklerimiz devam edecek. Emek veren arkadaşlarımıza teşekkürler.

Çiviyazısı