Venezuela planı yeni bir aşamada

Özgür UYANIK (*)
Arjantin

Bolivarcı Devlet başkanı Nicolas Maduro, 1 Mayıs günü yaptığı konuşmada, halka kurucu meclis oluşturma çağrısında bulundu. Buna göre 30 Temmuz’da yapılacak referandumla halk yeni bir anayasa ve devlet sistemi oluşturmayı oylayacak. ABD destekli muhalefet ise sokak eylemleri, sabotajlar, paramiliter çeteler, karaborsa ve paralel döviz piyasasıyla her koldan derinleştirdiği çatışmayı nihai hedefine taşımak için karar aldı. Buna göre Vatikan’ın aracılığıyla, Maduro yönetimiyle biçimsel de olsa, sürdürdüğü diyaloğu terk ettiğini açıkladı. Sağ cephe, Maduro hükümetini ve onun kurucu meclis oluşturma çabasını “illegal” ilan etti.

Nisan ayı başında ABD’nin egemenliğinde Amerikan Devletleri Örgütü’nün (OEA) Venezuela’ya yaptırımlar uygulamak için toplanmasıyla uluslararası medyanın bu ülkeye yönelik anti propagandası beraberinde geldi. Aynı günlerde sağ muhalefet sokak eylemlerine yeniden başladı. Venezuela giderek artan biçimde bir çatışma sahasına döndü. Fakat bu defa görünen sokak eylemlerine suikastler ve sabotajlar eşlik etti. Hastaneler yakıldı, kadın ve çocuklar öldürüldü. Sol lider ve militanlar katledildi.

ABD’ci karşıdevrimcilerin hedefinde Bolivarcı iktidar var. Fotoğrafta Chávez portresinin önünde Devlet Başkanı Maduro (solda) yer alıyor.

Gerçek bilanço

Sanıldığı gibi Venezuela’da sokaklarda kitle savaşları yaşanmıyor. Sağcı cephenin başkentte sokağa dökebildiği eylemci sayısı beş bini geçmiyor. Fakat yaratılan kaos ortamı toplumsal yaşamı felç ediyor.

28 Mayıs tarihine kadar geçen bir ay içinde olaylarda kesin olarak 69 kişi öldürüldü. Bunlardan on dördü yağma olayları sırasında hayatını kaybetti. Sadece yağmacılar değil dükkân sahipleri de bu rakama dâhil. Sekiz kişi kurulan barikatlarda öldü. Bunlardan dördü barikata takılan otobüste ölen yolculardı. Birine kamyonet çarptı. Bir yurttaş sağcı çeteler tarafından barikatın olduğu yerden geçiyor diye öldürüldü. Barikattakilerden biri kim tarafından olduğu belirsiz biçimde öldürüldü. Bir öğrenci de olay yerinden geçerken nereden geldiği belirsiz bir kurşunla hayatını kaybetti. Eylemler sırasında sadece yedi kişinin güvenlik güçlerinin silahından çıkan kurşunlarla öldüğü tespit edildi. Bu nedenle 23 polis tutuklandı. Üç kişi faşist çeteler tarafından kaçırılarak öldürüldü. On beş kişi de bu eylemlerle alakası olmayan insanlar. Bir şekilde olayların çevresinde bulunanlar. Bu eylemlerde üç polis de faşist çeteler tarafından katledildi. Geri kalan yirmi kişinin de ölümüyle ilgili yeterli bilgi bulunmuyor.

Listeden de anlaşılacağı gibi sağ cephe karışıklık yaratma, şiddeti her yere yayma taktiği uyguluyor. Öldürülen insanların çoğunun olaylarla bir ilgisi bulunmuyor. Birçok vakada, herhangi bir eylemin olmadığı mahallelerde gece karanlığında açılan ateşle öldürülme söz konusu. (İsteyenler bu linkten http://albaciudad.org/2017/05/lista-fallecidos-protestas-venezuela-abril-2017/ tek tek kimin nasıl öldürüldüğüne dair uzun bir listeye ulaşabilir.)
 


Saldırılarda hedef alınan bir karakol binası.

Şiddet metodu

Sağ cephe oldukça yüzeysel; hiçbir teorik, politik ve entelektüel derinliği olmayan bir “özgürlük” söylemiyle hareket ediyor. Alternatif bir iktidar oluşturma kaygısından tamamen uzak biçimde adeta yabancı bir istilacı gibi her şeyi yakıp yıkıp, işlemez hale getirmeye, bir iç savaş ortamı yaratmaya çalışıyor. Kullandığı şiddet metodolojisi her koşulda bunu derinleştirmeyi amaçlıyor. Hedef iktidarı zayıflatarak, kendi zayıflıklarını avantaja dönüştürmek.

Öncelikli olarak Chávez yanlılarına karşı baskı ve yıldırma yöntemi izleniyor. Sosyal ağlarda Chávez yanlıları teşhir ve ölümle tehdit ediliyor. Evleri işaretleniyor. Lokanta ve ticari yerlerden attırılıyor. Faşist çeteler yalnız yakaladıkları devrim yanlılarını linç ediyor.

Örneğin 4 Mayıs tarihinde öğrenci lideri Juan Bautista bir üniversite toplantısında bulunduğu sırada öldürüldü. Bir başka örnek de 21 Mayıs tarihinde ABD’ci cepheden bir grubun oradan geçmekte olan bir kişiyi Chávez taraftarı olduğu için canlı canlı yakması. Uluslararası basın, katilleri diktatörlük karşıtı olarak meşrulaştırmaya çabaladı.  

Diğer hareket tarzları da kırsalda büyük çiftlik sahipleriyle, paramiliter çetelere dayanan bir güç kurmak. Bu yapı şehirlerdeki faşist çetelerle de destekleniyor. Böylece eyaletlere yayılan bir işgal gücü ortaya çıkmış oluyor. Bu güç, ticareti, ulaşımı ve sosyal hayatı kontrol etmeyi hedefliyor. Şimdiden Tachira eyaletinde paramiliter çeteler güvenlik güçlerine saldırılar düzenlemeye başladı. Tüccarları ve ulaştırma şirketlerini istediklerini yaptırmak için cezalandırıyorlar. Bildiriler basıp halka dağıtıyor ve sosyal ağlarda yayınlıyorlar. Çevre eyaletlere doğru faaliyetlerini yaymaya çalışıyorlar. Aynı bölgede Chávez yanlısı sosyal liderler kaçırılıp öldürülüyor.

Bir başka olgu da Venezuela’nın Brezilya, Kolombiya ve Guyana ile 5200 km sınırının tümüyle ormanlık ve dağlık araziyle kaplı olması. Bu durumda paramiliter çeteler her yerden ülkeye sızabiliyor. Son olarak Kolombiya sınırına yakın Socobó’daki eş zamanlı terörist saldırılar da bunu kanıtlıyor. 31 Mayıs’taki saldırılarda yalnızca karakol binaları değil Chávez taraftarlarının evleri de hedef alındı. Aynı günlerde Karakas’taki Anayasa Mahkemesi binasına yapılan saldırıda bina ateş aldı ve hâkimler son anda kurtarılabildi.

Uyuşturucu geliriyle güçlenen paramiliter örgütlenmelerin yaygınlaşması ABD’nin Venezuela’yı istikrarsızlaştırmada Meksika modelini uyguladığı izlenimi uyandırmaktadır. Kuşkusuz Venezuela Meksika gibi köklü bir kültüre ve devrim geleneğine sahip olmadığından çok daha kaotik bir yapıya dönüşmektedir.

Başkan Maduro’nun Kurucu Meclis çağrısı

Başkan Nicolas Maduro 1 Mayıs kutlamaları sırasında anayasanın 347. maddesine dayanarak halka yeni bir anayasa yapmak üzere Kurucu Meclis oluşturmaları çağrısında bulundu. Maduro anayasayı oluşturacak meclisin beş yüz temsilciden oluşacağını ve bunların yarısının işçi üyeler olacağını açıkladı. Yeni bir “Magna Carta” olacak bu meclis ve anayasa bir “yurttaş, halk ve işçi devleti” yaratacaktı.

ABD’ci muhalefet hemen Maduro’nun çağrısına karşı çıkarak direneceklerini açıkladı. Her fırsatta Maduro’nun arkasında halk desteğinin olmadığını söyleyen muhalefetin böyle bir referanduma karşı çıkmasının en önemli nedeni, Kurucu Meclisin seçilmesi halinde mevcut meclisin feshedilecek olmasıydı. Meclisin üçte ikisinden fazlasını ellerinde tutan muhalefet bir daha bu güce ulaşamayacağını bildiğinden Kurucu Meclis referandumunu tanımayacaklarını açıkladı.

Muhalefet, Maduro’nun hamlesini yeni bir darbe girişimi olarak tanımladı. Meclis Başkanı Julio Borges Kurucu Meclisin “Küba tipi bir devlet yaratmaya hizmet” edeceğini söyledi.

Muhalefetin “Küba tipi devlet” diye ifade ettiği şey Venezuela Anayasasında önem atfedilen Komün Konseylerine dayanan bir Komün Meclisi. Yeni anayasa sayesinde 45 bin Komün Konseyi bir mecliste temsil edilecek ve halk iktidarı doğrudan gerçekleşecek. Buna ek olarak komün şirketleri ve sosyal örgütleri içeren meclisler de kurulacak.

Kurucu Meclis Referandumunun bir hedefi de kısa vadede halk arasında kopan diyalog ortamının yeniden kurulması. Bu amaçla toplumun her kesiminde, fabrikalardan mahallelere ve okullara tartışma meclisleri örgütleniyor. Herkese açık olan bu meclislerde halk ekonomiden siyasete tüm sorunlarını açık biçimde tartışma imkânına sahip. ABD’ci cephe, yaratılmaya çalışılan bu diyalog ortamından da rahatsız. İstedikleri tek şey şiddetin girdabında tükenen bir ülke.
 


Savcı Moncada, 43 kişinin ölümünden sorumlu ABD’ci faşist lider Leopolde Lopez’in hükmünü kesinleştirmişti. Bu nedenle hedef alınmıştı.

Bolivarcı cephede sızma

11 Mayıs öğle saatlerinde Karakas’ta bir lokantada bir grup Bolivarcı yemeğe oturmuştu. İçeriye yüzleri maskeli iki kişi girdi. Silahını masadaki tek Şilili olan Jose Muñoz’a doğrultan saldırgan onu kafasından vurdu. Muñoz hemen orada hayatını yitirdi. Şilili devrimci Jose Muñoz’un babası da Salvador Allende’yi koruyan askeri birliği komuta eden yüzbaşıydı ve faşist General Pinochet’ye bağlı kuvvetlerce öldürülmüştü.

Grubun içinden yalnızca Muñoz’un hedef alınması önemliydi. Zira Şilili devrimci Bolivarcı karşı istihbaratta çalışıyordu. Görevi Ulusal Muhafızlar olarak bilinen polis teşkilatına ve Bolivarcı cepheye sızmış olan düşman unsurlarını belirlemekti. Ancak o görevini başarıya ulaştıramadan düşman onu tespit etmişti.

31 Mayıs gecesi Venezuela başkentinde evine giden savcı Nelson Moncada’nın arabası bilinmeyen kişilerce durduruldu. Savcı Moncada arabasından inip kaçma fırsatı bulsa da onu biraz ilerde yakalayıp üzerine kurşun yağdırdılar. Savcı Moncada, 43 kişinin ölümünden sorumlu ABD’ci faşist lider Leopolde Lopez’in hükmünü kesinleştirmişti. Bu nedenle hedef alınmıştı.

Her iki cinayetin katilleri de bulunamadı. Her iki olayda da içeriden bir sızma olduğu kesindi. Polis ve istihbaratta bilgilerin düşman cephenin eline geçtiği netti. Katiller ve hedefleri belirleyen merkezin ortaya çıkarılması bu kaotik yapı içinde şu an için mümkün görünmüyor. Fakat olayların arkasındaki politik merkez açık biçimde görülüyor.

Bir de bu cepheye eklenen eski Chávezciler var. Eski asker ve Chávez döneminin içişleri bakanlarından Rodriguez Torres de bunlardan biri. “Desafio de Todos” isimli bir harekete liderlik eden Torres gibilerin hedefi Maduro’suz bir Chávezcilik. Bunlara “Marea Socialista” Partisi gibi Chávezcilikten türemiş olanlar da dâhil. Ancak bugün Maduro’nun tasfiyesinin emperyalizmin bir zaferi anlamına geleceği açıktır.

Son olarak Genel Savcı Luisa Ortega, 8 Haziran’da Anayasa Mahkemesine başvurarak Başkan Maduro’nun başlattığı “Kurucu Meclis” referandumunun durdurulmasını talep etti. Savcı Ortega’ya ABD’ci cephenin partisi MUD tarafından Başkan Maduro’nun cezalandırılması talebiyle bir dilekçe verilmişti.

Kuşkusuz savcı Ortega yalnız değil. Savcı Ortega, Chávezci bürokrasinin sosyalizmden rahatsız güçlü bir sağ kanadını temsil ediyor. Zira “Kurucu Meclis Referandumu” halkı krizde iktidara daha fazla katılmaya teşvik ediyor. Bürokrasinin en çok rahatsız olduğu konu da bu: Chávezciliğin halkı kendi iktidarını kurmaya cesaretlendirmesi.

Oysa anayasa maddesi gayet açık biçimde Devlet Başkanına halkı yeni bir ekonomik ve siyasi düzen kurmak için tartışmaya çağırma yetkisi tanıyor. Savcı ise tuhaf biçimde bunun “insan haklarına aykırı” olduğunu iddia ediyor.


ABD’ci karşıdevrimci çeteler tarafından yakılan bir Venezuelalı.

Yetmez ama evetçiler yine iş başında

Venezuela’da emperyalist destekle her türlü terör unsurunun yükseldiği bu dönemde birden kendilerine “ilerici”, “solcu” ve “Venezuela’da baskıyı şikâyet eden” bir grup “entelektüel” ortaya çıktı. Ağırlığı akademisyen olan Latin Amerikalı, ABD’li ve Avrupalı bu grup bir bildiri yayınlayarak “Venezuela’da kontrolden çıkmış sosyal şiddet” ve “protestolara yönelik hükümet baskısı” ile ilgili “derin kaygıları”nı “uluslararası kamuoyu”yla paylaştı.

2015 seçimlerinde sağ cephenin mecliste çoğunluğu kazanmasını zafer olarak nitelendiren bildiride Maduro’nun Kurucu Meclis çağrısı “anayasaya aykırı” ve “krizi çözmekten uzak” olarak tanımlandı. Ülkedeki şiddeti “kaynağı karmaşık” denilerek belirsizleştirilen metne göre Maduro yönetimi “gayrımeşru” ve “otoriter”di. Bu şartlardan -tırnak içinde- halkçı ve antiemperyalist bir yönetimi savunarak çıkılamayacağı, bu desteği şartsız biçimde verenlerin “otoriter bir rejim kurulmasına hizmet ettiği” savunuluyordu. Venezuela’da asıl sorunun temel hakların garantisi olduğunu iddia eden “entelektüeller” son olarak bir “uluslararası komite” oluşturularak Venezuela’daki duruma müdahale edilmesi çağrısında bulundular.

Her ne kadar kendilerini “solcu” olarak tanımlasalar da bu “entelektüeller”in Latin Amerika’da sol hareketlerle hiçbir ilişkisi yoktu. Bununla beraber çoğu solcu yönetimler sırasında üniversitelere akademisyen olarak girmiş ve faaliyet alanları “insan hakları” olarak sınırlı kimselerdi. İçlerinde hiçbiri sosyal mücadelelere pratik, teorik ya da ideolojik katkıda da bulunmuş değildi. Bu “entelektüel manifesto”, altına imza atanlar kadar zayıf tezlere sahipti.

Venezuela’nın içinde bulunduğu emperyalist kuşatma ve iç savaş koşullarında yayımlanan bu bildirinin uluslararası medyanın kara propagandasına malzeme sağlamaktan başka bir şeye hizmet etmediği açıktır.

İkinci olarak, metinde şiddetin kaynağını belirsizleştirme çabası göze çarpıyor. Bu Suriye’de emperyalist istila ve terörün üzerini “demokrasi ve insan hakları” söylemiyle örtmeye çabalayan liberal söylemin aynısıdır. Şiddetin kaynağı emperyalizmdir: İlk şiddet dalgası 2014’te Ukrayna’daki faşist darbeyle aynı günlerde ortaya çıkmıştı. İkinci dalga ise geçen Nisan’da Amerikan Devletleri Örgütü’nün Venezuela’ya yönelik yaptırım kararı almak için toplanmasıyla başladı. Bütün bu süreçlerde ortada bir hareket yokken uluslararası medya Venezuela’yı hedef göstermeye başladı. Böylece Venezuela hükümetinin teröre karşı sert önlemler almasının önüne geçildi.

Üçüncüsü, bildiri Venezuela’daki devrimci birikimi yok sayıyor. Bu, emperyalizme iliştirilmiş akademik çevrelerin en sık düştüğü yanılgıdır. Oysa Venezuela’da kitleler, 18 yıla dayanan Bolivarcı Devrimde tüm politik süreçlere etkin bir şekilde katılmıştır. Venezuela’da halk militanlarının, örgütlerin ve komün teşkilatlarının iktidara yönelik çok tutarlı bir duruşu bulunmaktadır. Halk örgütlerinin bürokrasi ve yolsuzluğa karşı yoğun bir mücadelesi var. Komünler ve kooperatifler sadece ekonomi politikasını eleştirmiyor aynı zamanda bir halk ekonomisi yaratma mücadelesi veriyor. Kimi zaman bu nedenle yerel iktidarlarla doğrudan çatışmaya giriyor. Ama dışarıda emperyalizme, içeride oligarşiye karşı Bolivarcı yönetimi desteklemekten asla geri durmuyor.


Elinde "ABD, yardım et bize lütfen" yazılı döviz taşıyan Venezuelalı bir eylemci.
 

ABD’ci cephenin üçüncü saldırısı

Venezuela’da muhalefetin her saldırısı Bolivarcı yönetime karşı uluslararası medyanın yoğun karalama kampanyası sonrasına denk düşüyor. İlk ayaklanma girişiminde Ukrayna’yla beraber Venezuela hedef alınmıştı. Çıkan olaylarda 43 kişi hayatını yitirdi. İkinci girişim Amerikan Devletleri Örgütü’nün Venezuela’ya karşı toplanmasını izleyen günlerde oldu. Bu iki aylık süreçte ölü sayısı yetmişi buldu. Şimdi ABD’ci cephe üçüncü ve muhtemelen nihai saldırını başlattı. Hedef Maduro’nun ilan ettiği Kurucu Meclis çalışmalarının durdurulması ya da başarısızlığa ulaştırılması.

Başkent Karakas iki belediyeden oluşuyor. Batıda kalan kısım Bolivarcıların elinde, zengin semtleriyle ünlü doğu tarafı ise ABD’cilerin. Sınır noktası Venezuela Meydanından geçiyor. Eylemler doğu tarafından başlıyor ve Venezuela Meydanını hedefliyor. Burayı geçerlerse Başkanlık Sarayı, Yüksek Seçim Kurulu ve Genel Savcılık binalarına ulaşacaklar. Bu meydanda gösteriler, 2014 kalkışmasında 43 kişinin ölümünden beri yasak. Muhalefet Başkanlık konutunun bulunduğu Miraflores’i kuşatma taktiği izliyor. Başkanlığa bir kilometre uzaktaki La Candelaria hedef nokta olarak seçilmiş durumda. Büyük bir kitleyi burada toplayıp paramiliter grupları başkanlık sarayına sızdırıp darbe yapmayı planlıyorlar. ABD’ci darbeye Bolivarcı Silahlı Kuvvetler karşılık verecektir. Bu şartlarda Amerikan Devletleri Örgütü hızla toplanıp Venezuela’ya askeri müdahale kararı çıkaracaklardır. Venezuela’yla stratejik ilişkileri olan Rusya ve Çin’in duruma seyirci kalması beklenemez. Yani Venezuela’daki bir iktidar değişimi uluslararası bir cepheleşmeyi beraberinde getirecektir.

Muhalefet meclisteki çoğunluğuna dayanarak önemli bir siyasal zemini elinde tutuyor. Ekonomiyi büyük sermaye gücüne dayanarak manipüle ediyor. Sokakta sürekli eylem ve sabotaj halinde olan gruplarla sosyal hayatı işlemez hale getiriyor. Paramiliter çetelerle askeri alanda varlık gösteriyor. Yarattığı terörü sokak çatışmalarında ölen gençleri kullanarak perdeliyor ve “diktatörlüğe karşı” özgürlük mücadelesi olarak propaganda ediyor.


Birçok ırk ve etnik grubun karışımından oluşan Venezuela halen kendi ortak ulusal değerler sistemini üzerinde gelişip büyüyeceği bir zemine yaymış değil.
 

Bolivarcı devrimin geleceği

Bolivarcı devrim her kritik süreci kitleleri siyasal mücadeleye katarak aşmayı bildi. Fakat Maduro’nun Kurucu Meclis çağrısı ülke koşullarının en karmaşık olduğu dönemine denk geldi. Yalnızca sokak çatışmaları değil halk arasındaki kutuplaşma da en üst seviyede. Üstelik ekonomik sorunlar halkın gündelik yaşamını çok olumsuz etkiliyor. Temel hizmetlerde büyük aksamalar var.

Venezuela’da krizi derinleştiren temel faktör kuşkusuz ekonomideki yapısal sorunların bir türlü çözülememiş olması. Hiper enflasyon ve ulusal para birimi Bolivar’da sekiz yıldır durdurulamayan değer erozyonu ekonomideki başlıca sorunlar. Paralel döviz piyasasının merkez bankası döviz rezervlerini defalarca aşması ekonominin kontrolünün ABD’ci cephe eline geçmesi sonucunu doğurdu. Karaborsa şebekeler karşısında devlet, temel tüketim mallarının teminini garanti etmekte gecikiyor.

Ayrıca sağ cephe Venezuela’daki ulusal yapının zayıflığından faydalanıyor. Bu ülke zayıf ve çok kısa süreçlere sıkışan uluslaşma süreçleri yaşadı. İki asırlık cumhuriyet tarihinin %90’ı ABD kontrolündeki yönetimlerle geçti. Birçok ırk ve etnik grubun karışımından oluşan Venezuela halen kendi ortak ulusal değerler sistemini üzerinde gelişip büyüyeceği bir zemine yaymış değil. Bunu başarabilmesinin koşulu sadece siyasal açıdan değil ekonomik açıdan da egemen bir ülke yaratmak. Ancak endüstrisi, bir üretim geleneği olmayan, petrol gelirine dayanan yolsuzluktan beslenmeye alıştırılmış bürokrasi ve ara sınıflara dayanan bu ülkede bağımsız bir ekonominin inşası için daha onlarca yıla ihtiyacı var.

Sağ cephe sokak çatışmalarından paramiliter çete saldırılarına, meclis bloğundan bürokrasi desteğine kadar geniş bir alanda Kurucu Meclis çalışmalarını engellemeye odaklanmış durumda. 30 Temmuz’da yapılacak referanduma katılmayacaklarını ilan ettiler. Referandum sandıklarına ve oy vermeye giden yurttaşlara yönelik saldırıların gerçekleşmesi sürpriz olmayacak.

Önümüzdeki dönemde Venezuela halkla bütünleşmiş güçlü bir önderlik etrafında yoluna kararlı adımlarla devam etmek zorunda. Yaşanan siyasal kriz Bolivarcı Hareketin içinden çıkaracağı devrimci önderlerle yenilenebilme potansiyeline sahip. Ekonomi iyileştirilebilme işaretleri veriyor. Geçen 30 Mayıs’ta ABD’li Goldman Sachs şirketinin 865 milyon dolar vererek Venezuela devlet petrol şirketi PVDSA’nın borç tahvillerini satın alması da bunu gösteriyor. Fakat her koşulda içerideki muhalefet merkezinin ve terör gruplarının etkisizleştirilmesi şart. Venezuela artık kaçınamayacağı bir nihai muharebenin eşiğine gelmiş durumda.

(*) ozguruyanik.ps@gmail.com

Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın Temmuz 2017 sayısında yayımlanmıştır.

Kondor'un Güncesi
Etiketler
latin amerika
venezuela
maduro
özgür uyanık
bilim ve ütopya