Seyyahların eserlerine göre Orta Çağ dünyası

Yazan
Murat Ağarı
Yazının Okunma Süresi
27 dakika

Coğrafya yazarları diyebileceğimiz seyyahların eserleri yazıldığı dönemi anlamamızda bize yardımcı olmaktadır. Bu eserler içerdikleri bilgilerin çeşitliliği açısından zengin bir birikime sahiptirler. Bu nedenle bu eserlerden faydalanarak dönemin bir profilini çıkarmak mümkündür.

Abbasîler döneminde bilim

Karanlık bir çağ olarak adlandırılan Ortaçağ dönemi Doğu dünyası açısından karanlık bir dönem değil, aksine bilimsel ilerlemenin sağlandığı bir dönemdir. Özellikle Abbasî iktidarı (750-1250) bilimsel ilerlemeye sağladığı katkılar yönüyle ayrıca değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. İslam öncesi dönem, ilkel metotlara dayalı bir bilimsellik görüntüsü sergilemektedir. İslam dönemi ile birlikte, bu ilkel görüntüde büyük çaplı değişikliklerin meydana geleceğine dair ipuçları ortaya çıkmaya başlamıştır. İslam dönemi hem fikrî alanda hem de fikirlerin eyleme dönüştürülmesi noktasında farklı yönelimler ortaya koymuştur.

İlk İslâmî dönem olarak isimlendirilen bu süreç, fikrî ve tabiî olgunlaşmanın gözle görülür biçimde gerçekleştiği ve değişimin yaşanmaya başladığı devre olarak zihinlerimizde yer etmektedir. Ancak gerçek anlamda büyüme ve serpilme Abbasiler döneminde gerçekleşmiştir. Abbasiler dönemine anlam katan özellik, Beytü’l-Hikme(1) adı verilen kurumda gerçekleştirilen tercümeler aracılığı ile bilime sağlanan katkıdır. Bu tercüme eylemi geçmiş mirasın korunmasını ve aynı zamanda bu mirasın sağladığı ivme ile yeni bir bilim dünyasının oluşmasını sağlamıştır. Avrupa’nın karanlık Ortaçağına karşılık gelen bir dönemde yapılan bu tercüme faaliyetlerinin bir diğer özelliği o döneme kadar gerçekleştirilmeyen bir eylem olmasıdır.

Abbasîler döneminde bilginin alanı ve sınırları genişlemiştir. Tarih ve coğrafyada yeni ve şaşırtıcı gelişmeler yaşanmıştır. Tarihi açıdan geçmişin ve o günün değerleri kayıt altına alınarak korunurken, o zamana kadar kullanılmayan metotlarla ayakları yere basan bir tarihçilik anlayışı sergilenmiştir. Rivayetlerin titizliği ve yaşanan her şeyin aktarılma sıkıntısı bu konuda itici bir rol üstlenmiştir.

Coğrafya alanında ilerleme daha net görülmektedir. Konumuzla doğrudan ilgili olması nedeniyle bu alanı biraz detaylandıralım: İslam öncesi toplumların genelinde ve Arap toplumunda coğrafî bilgilenmenin temel kaynağı doğal birtakım zorunluluklardı. Ancak İslam dönemi bu temel ve zorunlu bilgi kaynağına fetihler vasıtasıyla ulaşılan coğrafî genişlik sayesinde tamamen bilimsel katkılar sağlamıştır. Ayrıca Kâbe’nin geniş bir coğrafyada önem kazanmasıyla birlikte coğrafyayı bilimsel düşünmek bir zorunluluk haline gelmiştir. Zira Müslümanlar gerek hac ve gerekse namaz ibadeti dolayısıyla Kâbe’nin yerini bilmek zorunda idiler. Bu nedenlerden dolayı o dönemde astronomi ve matematik, tarih ve coğrafya ile içli dışlı bir alan haline dönüşmüştür.

İslam dünyasının coğrafî sınırlarının genişlemesi ile birlikte giderek artan kültürel iletişim, etkisini en fazla bilimsel alanda hissettirmiştir. Siyasî açıdan yeni ve üstün kültür konumuna yerleşen İslam dünyası çevre kültürlerin ürettiklerinden faydalanarak bilimsel ve kültürel açıdan bir üst kültür olma çabası içerisinde bulunmuştur. Bunu gerçekleştirirken, onların sahip oldukları değerlerden istifade yoluna gitmiştir.

Coğrafya yazarlarının (seyyahlar) eserlerinde Ortaçağ dünyası

Doğulu seyyahların eserleri ilk olarak 8. yüzyılda yazılmaya başlamıştır. Yazılan ilk eserler o dönemin dünyası hakkında detaylı bilgiler içermektedir. Örneğin bu tür eser yazanların ilki olan Yakubî’nin Kitabü'l-Buldan (Ülkeler Kitabı)(2) adlı eseri bize Ortaçağ dünyası hakkında geniş bir bilgi birikimi sunmaktadır. Bu bilgiler dört başlık altında değerlendirmek mümkündür:

- Dünyanın bilinen kesimleri,

- Müslümanlarda şehir kurgusu ve teknik altyapı,

- Dönemin ticarî ve meslekî yapısı,

- Dönemin düşünce yapısı,

Dünyanın bilinen kesimleri

Eserinde ağırlıklı olarak dönemin dünyasından bahseden Ya'kubî, çalışmasını dörde ayırmıştır: Bağdat ve Samarra, Doğu Bölgesi, Güney Bölgesi, Kuzey Bölgesi. Bağdat ve Samarra’dan başlaması, dönemin yazarlarına özgü bir geleneğin devamı mahiyetindedir. Zira dönemin yazarları kendi doğup büyüdükleri şehirleri çalışmalarının başında ve detaylı olarak ele almaktadırlar. Çok sıklıkla bu bölgeyi “arzın göbeği" ve “dünyanın ortası” olarak nitelemektedirler. Ya'kubî’nin şu ifadelerine dikkat edelim: “Dünyanın ortası, arzın göbeği olduğu için Irak'tan başladım. Irak’ın ortasında bulunmasından, büyüklüğü, genişliği ve mâmurluğu, havasının güzelliği, sularının çokluğu ile Doğuda ve Batıda benzeri bulunmayan bir şehir olmasından, ayrıca şehir ve köylerinin halkından ve sakinlerinin özelliklerinden dolayı Bağdat’tan başladım.”(3)

Bu tarz bir değerlendirmenin altında genel olarak iki sebep yatmaktadır:

1) Doğduğu, mensubu olduğu veya yaşadığı şehri ön planda tutma gayretlerinin sonucu olarak, okuyucunun gözünde bu şehri veya bölgeyi övme eylemi.

2) Toplumsal düzlemde dünyanın bilinen kesimlerinin kapsamı dar olduğundan bu tarz bilgi vermekle, bulunduğu bölgeyi ya da şehri merkeze getirme düşüncesi ve bu propaganda yardımıyla merkezi kuvvetlendirme eğilimi.

Ya’kubî'nin ifadelerinden, Arap Yarımadası dışında, dünyanın bilinen kesimlerinin kabaca aşağıdaki şekilde olduğu anlaşılmaktadır: Buna göre Afrika’nın kuzey kesimleri bilinmekle birlikte iç kesimler hakkında bilgi bulunmamaktadır. Kuzey Afrika’dan hareketle Atlas Okyanusu’na kadar olan kısım tanınmakta, ayrıca bu bölgenin üst kısmında bulunan Endülüs Yarımadası geniş oranda bilinmektedir. Daha kuzeyde Britanya adası ismen bilinmektedir; ancak tam olarak kavranılmış değildir. Kuzey Avrupa da bilinmektedir. Kuzey Avrupa’nın devamı olarak Anadolu ve Rusya tanınmakta, fakat Rusya’nın kuzeyi, Afrika’da olduğu şekliyle genel hatları ile bilinmektedir. Doğuda ise Türk bölgeleri sınır oluşturmakta, buraların ötesi hakkında bilgi bulunmamakta ve şirk bölgeleri olarak anılmaktadır.(4) Bunun haricinde kalan bölgeler o dönemde henüz bilinmemektedir. Buradan hareketle Akdeniz havzasının iyi bilindiği ve tanındığı söylenebilir. Ayrıca, Ortaçağ’da denizler, bilinen dünyanın sınırlarını oluştururken, kara bölgelerinde net çizgiler çizme imkânı yoktur. Karalarda gidilmeyen, henüz ulaşılmayan yerler mevcut olduğundan, uç noktaların bilgisi net değildir.

Yani kısaca Asya kıtasının kuzey ve batı kesimleri, Anadolu ve Küçük Asya, Kafkasya, Kuzey Afrika, Arabistan Yarımadası, Hindistan'a kadar Doğu Asya, Endülüs Yarımadası, Britanya Adaları ve Orta Avrupa o dönemde dünyanın bilinen kesimlerini oluşturmaktadır.

Bu bölgeler içerisinde Müslümanlar tarafından en çok bilinen kesimi bugünkü Ortadoğu ve Arabistan Yarımadası oluşturmaktadır. Bu noktada Mekke’nin ve dolayısıyla hac ibadetinin önemi olduğu gibi, Arapların ticaret geleneklerinin de etkisi görülmektedir.(5)

 

Ortaçağ’da şehir kurgusu ve teknik altyapı

Seyyahların eserlerindeki bilgilerden Ortaçağ’da Müslümanların şehir kurma konusunda son derece başarılı olduklarını görmekteyiz. Ya’kubî, eserinde Bağdat, Samarra ve Küfe şehirlerinin kuruluşları konusunda aydınlatıcı bilgiler vermektedir. Onun anlattıklarına göre Bağdat’ın şehir kurgusunda siyasî merkez şu şekilde gözlemlenmektedir: “Alanın orta yerinde kapısı "Altın Kapı” olarak adlandırılan bir köşk bulunmaktadır. Köşkün yanında Cuma Mescidi vardır. Alanın etrafında halifenin çocuklarının ve kendisine yakın olanların evleri ile birlikte Beytü'l-Mâl(Hazine), silah deposu ve divanlar bulunmaktadır.”(6) Bilindiği üzere Bağdat dairevî planda kurulu bir şehirdir.(7) Bu dairenin merkezinde devlet yapısı yer almaktadır. Buradan hareketle Ortaçağ İslâm toplumlarının “devlet merkezli” bir anlayışı şehir kurgularına yansıttıkları dile getirilebilir.

Ortaçağ İslam dünyasında şehir olgusunda Cuma mescidinin yeri ve önemi büyüktü. Zira Cuma mescidinin etrafına dükkânlar ve çarşı alanları yerleştirilmekte, böylelikle dinsel tema ile dünyevî tema bir bütün halinde ele alınmaktaydı.(8) Bunun haricinde merkezi oluşturan mevkide devlet dairelerinin yer aldığını belirtmiştik. Böylelikle devlet daireleri ile ticaret alanı ve cami bir bütünlük oluşturmakta; bu bütünlüğün etrafını yerleşim alanları kaplamaktadır.

Ya’kubî’nin eseri vasıtasıyla, başta kuruluşları anlatılan üç şehir (Bağdat/Samarra ve Küfe) olmak üzere, şehir topografisi, planlaması ve inşaatçılık üzerine çok sayıda malumat elde etme imkânı vardır. Buna göre İslâm ülkelerinde caddelerin geniş tutulduğuna şahit olmaktayız: Örneğin Bağdat için caddelerin genişliği 60 şevde’ zirâ’sı (60x54 cm), sokakların genişliği ise 15 şevde’ zirâ’sı (15x54 cm) şeklinde belirlenmiştir.(9) Aynı şekilde Ömer b. Hattab, Sa’d b. Ebi Vakkas'a, Kûfe’nin sokaklarının 50 şevde’ zirâ'sı(50x54 cm) şeklinde tutmasını emretmiştir.(10)

Eserde yer alan bilgilerden, duvarcılık sanatının gelişmiş olduğu değişik örneklerden anlaşılmaktadır. Bunun sebebi olarak “kale” olgusunun, dönemin yapısında önemli bir savunma mekanizması olması gösterilebilir. Bu inşaatlarda kullanılan temel malzemenin başında kerpiç tuğlalar gelmekteydi. Kalenin haricinde önemli bir diğer inşaat alanını su kanalları oluşturmaktadır. O dönemde hemen hemen bütün beldelerde içme suyu kanallar vasıtasıyla şehre getirilmektedir. Bu husus Bağdat örneğinde şu şekilde açıklanmaktadır: “Bunların dışında bu su kanalları vasıtasıyla suyunu şehre akıttıkları su kuyuları vardır. Bu kuyuların suları tatlıdır; halkın hepsi bu sulardan içerler; dolayısıyla şehir büyüyüp genişledikçe su kanallarını da büyütme ve genişletme ihtiyacı doğmuştur. Dicle ve Fırat arasındaki bütün sular bu kanallara dökülür ve böylelikle Basra’dan getirilen hurma fidanları yetiştirilir.”(11) “Bağdat’ta su kuyuları kazıldı, içme ve sulama suyu ile sulama suyu için Fırat'ın kollarından olan Kerhâyâ Nehri'nden şehre akıtacak su kanalları açıldı.”(12) “Fırat’ın kollarından Kerhaya nehrinin sularını şehre akıtan kanalların zemini tuğla ve alçı taşıyla sağlam bir şekilde döşenmişti. Kanalların üst tarafları da sağlam bir yapı ile inşa edilmişti. Bu kanallar şehre girmekte ve şehrin çoğu cadde ve mahallelerinden yazın ve kışın devamlı olarak akmaktadır; zira suları kesilmeden akacak şekilde hesap edilmiştir.”(13)

Yukarıdaki satırlar İslâm şehir olgusu içerisinde su kanallarının son derece önemli fonksiyonu bulunduğunu göstermektedir. Bu kanallar sayesinde hem su ihtiyacı giderilmekte ve hem de şehrin temiz kalması sağlanmaktaydı.(14)

Ya’kubî’nin satırlarından, o dönemde baraj inşasının bilindiği anlaşılmaktadır. Saymara bölgesinin anlatıldığı satırlarda karşımıza şu ifadeler çıkmaktadır: “Deskeretü’l-Melik’ten Tararistan'a varılır. Burada Fars krallarının garip ve muhkem evleri vardır. Ayrıca önü tuğlalarla kesili nehirler vardır."(15) Buradaki önü tuğlalarla kesili ifadesi günümüzün baraj olgusunu karşılamakta ve Ortaçağ dünyasının ulaştığı medeniyet düzeyini göstermektedir.

Dönemin ticarî ve meslekî yapısı

Ya’kubî’nin eseri meslekler konusunda zengin ayrıntılar sunmaktadır. Bu konuda önceliği Bağdat'ın ticarî dokusu almaktadır. 8. Abbasi halifesi Mu’tasım (833-842) dünyanın değişik yerlerinden meslek sahiplerini, herhangi bir işle uğraşanları Bağdat’a getirmiştir. Bunlar başlıca inşaat, tarım, hurmacılık, fidancılık, su çıkarma, getirme ve ayrıca suyun bulunduğu yerleri bilme işinde usta olanlardır. Bunun dışında Mısır’dan papirüs/kâğıt; Basra’dan cam, porselen, kilim; Kûfe'den boya işini bilenleri Bağdat’a getirip yerleştirmiştir.(16) Üstelik bu insanlar için Bağdat’ta çarşılar yaptırmış ve böylelikle ticaretin devamlılığını sağlamıştır. Bu çarşılardan bazıları belli bir meslek grubuna ayrılmış bulunmaktadır. Örneğin Kasr’-ı Vaddah çarşısında kâğıt tüccarları, Dicle kenarındaki çarşıda kumaş tüccarları yer almaktaydı. Çarşıların geliri yıllık on iki milyon dirhem gibi yüksek bir rakama ulaşmaktaydı.(17) Bu rakam, dönemin ticaretinin ulaştığı dereceyi göstermesi açısından önemlidir.

Dönemin şehirlerine göz gezdirdiğimizde ticarî hayat hakkında fikir sahibi olabiliriz. Örneğin, Kûmıs şehrinden bahsederken yünden zarif Kûmisiyye kumaşlarının dokunduğunu öğrenmekteyiz. (18) Aynı şekilde Taberistan’da Taberiye kilimleri dokunmakta, (19) Cürcan’da ise başta funda ağacından olmak üzere diğer başka ağaçlardan kereste imal edilmekte ve ayrıca bu beldede ipek kumaş ustaları bulunmaktadır.(20)

Bu noktadan hareketle tarım ve hayvancılığın haricinde genelde kâğıt, kumaş, kereste, mermer, cam ve inşaat sanayinin gelişmiş olduğu görülmektedir. Bu gelişen alanlar insanların temel ihtiyaçlarına yönelik hizmet verdiği gibi lüks üretim diyebileceğimiz tarza yönelik olarak da hizmet üretmekteydi.

Dönemin düşünce yapısı

Ya’kubî’nin yaşadığı dönem bilimsel anlamda bir geçiş dönemidir. Zira çevirilerin başladığı ve çeviriler vasıtasıyla Helen kültürü ile İslâm kültürünün karşılaştığı bir dönemdir. Eserden edinmiş olduğumuz bilgiler, o dönemde yıldız ilminin hayli revaçta olduğunu göstermektedir. Bu ilmin gerek yön tayininde kullanılması ve gerekse mevsimsel döngüleri tespit etmede öncü olması günlük hayatta sık kullanılan bir alan haline dönüşmesine neden olmuştur. Aşağıdaki ifadeler bu durumu doğrulamaktadır: "Şimdi ise ülkeleri, uzaklıkları, dünya topraklarında bulunan dört bölgedeki, doğu ve batı ile Süheyl’in doğduğu yer olup, Hussâbu Teymen denen güney yani kıble ve Benâtu Na’ş'ın kürsüsü olan ve Hussâbu Cedy denen kuzey yönündeki şehir ve beldeleri ele alalım.” Bu ifadede geçen Süheyl ve Benâtu Na’ş kelimeleri birer yıldız ismidir ve yön tespitinde kullanılmaktadır.

Yıldızlarla bağlantılı olarak müneccimlerin konumu dönemin düşünce şekillenişinde bir hayli önemli hale gelmiştir. Müneccim kelimesi, yıldız ilmini bilen ve onlardan ahkâm çıkaranlar için kullanılan bir tabirdir.(21) Bu ilmi bilenlerin, dönemlerinde, önemli kişiler olduklarını Bağdat'ın kuruluşu esnasındaki olay örgüsünden anlamak mümkündür. Zira Bağdat'ın temeli müneccim Nevbaht(Zû Baht) ve Mâşâ’allah b. Sâriye'nin belirlediği bir zamanda atılmıştır.(22) Buradan hareketle astronomi ilminin dönemin önemli ilim dallarından birisi olduğu ve bu ilim vasıtasıyla birtakım eylemlerin gerçekleştirildiği söylenebilir.

Son olarak dönemin düşünce yapısının oluşumunda önemli olan bir diğer noktayı verelim. Bu nokta “iklim-karakter bağlantısıdır. Ya'kubî’de karşımıza çıkan bu bağlantı yeni bir düşünce tarzı değildir. Eskiçağ coğrafyacılarından Strabon bu tarz bir görüşü ilk olarak dile getiren kişidir. Ona göre, doğal çevre faktörleri elverişli olan toplumların sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmeleri daha hızlı olmuştur. Bu görüşünü “doğal çevre faktörleri elverişli, ekonomik kaynakları zengin toplumlar, güçlü devletler kurmuş ve bu devletler uzun ömürlü olmuştur; ülke kaynakları kısıtlı ve çevre faktörleri uygun olmayan bölge toplumları ise güçlü devletler kuramamış ve kurdukları devletler kısa ömürlü olmuştur” şeklinde formüllendirmiştir.(23)

Ya’kubî’de de bu olgu göz çarpmaktadır. Fakat Ya'kubî bu görüşünü dile getirirken, herhangi bir bilimsellik kaygısı gütmemekte, daha ziyade bölgesini bir üst noktaya konuşlandırma gayreti içerisinde bulunmaktadır. Şimdi yazarımızın görüşlerine dikkat edelim: “Havasının yumuşak, toprağının verimli, sularının tatlı olması nedeniyle halkının karakteri de güzeldir; yüzleri aydınlık, zihinleri berraktır. Hatta anlayışları, edepleri, görgüleri; ticaret ve üretimdeki becerileri ve kavrayışları ile diğer insanlardan üstündürler. (24)

Yakubi’den sonraki seyyah olan İbn Hurdazbih’in coğrafya ağırlıklı eseri el-Mesâlik ve'l-Memâlik (Yollar ve Ülkeler Kitabı) hem coğrafî hem de kültürel açıdan kıymetli bilgiler içermektedir. Bu bilgiler içerisinde ilk dikkatimizi çeken Ortaçağ tacirlerinin izledikleri güzergâhlar ve taşınan ticaret malları olmaktadır.

Yahudi tacirlerin izledikleri yol

Bu tacirler Arapça, Farsça, Rumca, Efrencçe (Fransızca), Endülüs dili ve Slav dili konuşabilirler ve doğudan batıya ve batıdan doğuya doğru karada ve denizde yolculuk ederler. Batıdan köle, esir, ipek kumaş, işlenmiş deri, yaban eşeği, kürk ve kılıç, Çin bölgesinden de misk, kâfûr ve Çinevi gibi şeyleri getirirler. Kimi zaman yolları Konstantiniyye’ye (İstanbul) düşer ve Rumlardan alışveriş yaparlar. Bazen Efrenc (Batı Avrupa) melikinin ülkesine yolları düşer ve buradan da alışveriş yaparlar. Aldıkları malları Antakya’ya götürürler. Yolun bundan sonraki kısmını yürüyerek Fırat kıyılarına varırlar ve Fırat'tan gemilere binerek Bağdat’a ulaşırlar.(25)

Rus tacirlerin izledikleri yol

Ruslar Sakâlibe’nin (Slav ulusları) bir koludur. Bunlar işlenmiş deri, siyah tilki derisi ve Slav ülkesinin uzak kesimlerinden kılıç getirirler. Aldıkları bu malları Rum denizi (Akdeniz) kıyılarına kadar getirirler ve 10/1'lik kısmını vergi olarak Rumların sahibine verirler. Daha sonra Sakâlibe (Slav toprakları) bölgesinin bir nehri olan Tennîs nehrinde ilerlerler ve Hazar bölgesinin bir şehri olan Hamlic'e varırlar ve buranın melikine de bu malların 10/1’i oranında vergi verirler. Aldıkları ticaret mallarını develer üzerinde Bağdat’a götürürler. Bu tacirlerden Slav köleler istenir ve ayrıca bu köleler için cizye öderler.(26)

İbn Hurdazbih’in eserinden dönemin astronomisinin ulaştığı noktayı ve varlığın doğasının nasıl algılandığını anlamak mümkündür.

İbn Hurdazbih’in eserinde Ortaçağ’da astronomi

İbn Hurdazbih bu tarz malumatı kitabının girişinde vermektedir: “Yeryüzü kürenin yuvarlak olması gibi dairevîdir. Yumurtanın sarısı gibi feleğin ortasında durmaktadır. Dünyanın çevresinde rüzgârlar yer almaktadır. Bu rüzgârlar, bütün yönlerden arzı feleğe doğru çekmektedir. Dünyanın yapısı şu şekildedir: Rüzgârlar nesnelerdeki hafif şeyleri kendisine doğru çekici bir konumdadır; arz ise nesnelerdeki ağır şeyleri kendisine doğru çekicidir. Zira yeryüzü demiri çeken taş (mıknatıs) konumundadır. Yeryüzü, Hatt-ı İstivâ (Ekvator) ile ikiye bölünmüştür. Bu ekvator çizgisi doğudan batıya doğrudur. Bu çizgi yeryüzünün uzunluğudur ve tıpkı burçlar kuşağının (zodyak) felekteki en büyük hat olması gibi, yerküre üzerindeki en büyük enlemdir. Yerkürenin boylamı güney kutbundan kuzey kutbuna doğrudur. Yeryüzünün dönüşü Hatt-ı İstivâ (Ekvator) bölgesinde 360 derecedir. Ekvatorla her bir kutup bölgesi arasında 90 usturlab derecesi(27) vardır. Bunun dönüşü yukarıdan aşağıya doğrudur. Yeryüzündeki bayındırlık ekvator çizgisinden sonra 24 derecedir. Buranın geriye kalanı çoraklaşmış arazi ve büyük bir denizdir. Biz yeryüzünün kuzey kesimindeyiz. Güney kesimi harap ve sıcağı şiddetli bir durumdadır. Bizim altımızda kalan bu yarıda ikâmet yoktur. Kuzey ve güneydeki bütün araziler toplam 7 iklimdir. Batlamyus’un kitabında ifade ettiğine göre, onun döneminde yeryüzündeki şehirlerin sayısı 4 bin 200’dü.(28)

İbn Hurdazbih, dünyayı dörde bölmüş, bu dünyanın tabiî yapısını aşağıdaki şekilde anlatmış ve bu bölgelerin tabiatlarını farklı farklı izah etmiştir:

1. Bölge: Bu bölgenin çoğu kesimleri sıcak ve kurudur. Özelliği hava ve kandır. İlkbahar ve çocuğa karşılık gelmektedir. Doğu, bu bölgeye aittir ve rüzgârı güneydir. Saati 1., 2. ve 3.'dür. Kuvveti ise kuvvetlerden tabiî ve sindirici kuvvettir. Zevklerden ise tatlıya, yıldızlardan Ay ve Zühreye karşılık gelir. Burçları ise Hamel, Sevr ve Cevzâ’dır.

2. Bölge: Bu bölgenin çoğu kesimleri nemli ve sıcaktır. Özelliği ateş ve öddür. Yaz ve gençliğe karşılık gelmektedir. Teymen bu bölgeye aittir. Rüzgârı Sabâdır. Saati 4., 5. ve 6.’dır. Beden kuvvetlerinden nefsânî ve hayvanî kuvvetlere karşılık gelmektedir. Tatlardan ise acı bunun karşılığıdır. Yıldızlardan Merih ve Güneşe karşılık gelir. Burçları ise Sertan, Esed ve Sünbüle’dir.

3. Bölge: Bu bölgenin çoğu kesimleri soğuk ve nemlidir. Özelliği toprak ve siyah sudur. Sonbahara, orta yaşa karşılık gelmektedir. Cerbâ’ya bu bölgeye aittir. Saati 7., 8. ve 9.’dur. Kuvvetlerden tutma gücüne, tatlardan ise ekşiye karşılık gelmektedir. Yıldızlardan Zühal, burçlardan Mizan, Akreb ve Yay bunun karşılığıdır.

4. Bölge: Bu bölgenin çoğu kesimleri soğuk ve kurudur. Özelliği su ve balgamdır. Mevsimlerden kışa, büyük kişiye karşılık gelmektedir. Magrib bu bölgeye aittir. Saati 10., 11. ve 12.'dir. Tatlardan tuzlu, yıldızlardan Müşteri ve Utarid, burçlardan ise Cedy, Delû ve Havt'a bu kuşağın karşılığıdır. Kuvvetlerden ise savunma kuvvetine karşılık gelmektedir.”(30)

Sonuç

Verilen bilgilerden hareketle seyyahların eserlerine dayanarak şu şekilde bir tablo oluşturmak mümkündür:

- Genel olarak dünyanın Asya, Avrupa ve Kuzey Afrika eksenli olduğu söylenebilir. Bu bilinme eyleminde denizler doğal sınırı oluşturmaktadır. Fakat Afrika’nın ve Asya’nın uç kısımları hâlâ bilinmemektedir.

- Dünyanın en bilinen kesimleri Akdeniz havzasında toplanmaktadır.

- “Kale” olgusunun dönemin yapısında önemli olması nedeniyle inşaatçılık dönemin en popüler mesleğini oluşturmaktadır. Buna bağlı olarak dönemin dünyasının inşaatçılıkta ileri bir düzeyde olduğundan bahsedilebilir. Ayrıca dönemin insanı baraj yapabilecek bir seviyeye sahiptir.

- İnşaatçılığın haricinde kâğıt ve cam sanayi, kerestecilik, değişik türde kumaş üretimi ve mermer sanatı ön plana çıkan diğer sanayi dallarıdır.

- Bu dönemde astronomi ilmi gerek coğrafyacılar ve gerekse müneccimler açısından önemli bir bilimsel alanı oluşturmaktadır.

- Müslümanlarda şehir kurgusu çok gelişmiştir. Bu kurguda din ve devlet bir bütün olarak düşünülmüştür.

Kaynakça

1) Ağarı, Murat, İslam Coğrafyacılığı ve Müslüman Coğrafyacılar, İstanbul: Kitabevi yay 2002.

2) Ağarı, Murat, “ Ya'kubî'nin Kitabu'l-Buldani”, EKEV Akademi Dergisi, S. 17(Güz-2003); ss. 187-198.

3) Ağarı, Murat, İbn Hurdazblh'in el-MesâlIk ve'l-Memâlik'i ve İçerdiği Coğrafi ve Kültürel Motifler, Dinî Araştırmalar Dergisi, S. 21 (Ocak-Nisan 2005) ss. 237-264.

4) Doğanay, Hayati, Coğrafyaya Giriş I, Metotlar. İlkeler ve Terminoloji, Ankara 1993.

5) İbn Hurdazbih, Ebu'l-Kasım Ubeydullâh b. Abdullah, el-Mesâlik ve'l-Memâlik, tah: M. Mahzum, Beyrut, 1988.

6) Kramers, J. H., “Geography and Commerce”, The Legacy of Islâm, edit: Sir Thomas Arnold-Alfred Guilaume, London, 1952.

7) Pakalın, M. Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1993.

8) Yakubi, Ülkeler Kitabı, çev: M. Ağarı, İstanbul: Ayışığı Kitapları, 2002

Dipnotlar

1) Hikmet Evi olarak çevirebileceğimiz bu kurumda İslam öncesi dönem ait Yunan, Sanskrit ve Latin dillerinde yazılmış eserler Arapça'ya kazandırılmıştır.

2) Yakubi. Ülkeler Kitabı, çev: M. Ağarı, Ayışığı yay., İstanbul 2004.

3) Yakubi. Ülkeler Kitabı. 16.

4) Yakubi, Ülkeler Kitabı, 74.

5) J. H. Kramers, “Geography and Commerce ", The Legacy of Islâm, edit: Sir Thomas Arnold-Alfred Guilaume, London, 1952, 79.

6) Yakubi, Ülkeler Kitabı, 21.

7) Yakubi, Ülkeler Kitabı, 23.

8) Yakubi, Ülkeler Kitabı, 41.

9) Yakubi, Ülkeler Kitabı, 25.

10) Yakubi, Ülkeler Kitabı, 90.

11) Yakubi. Ülkeler Kitabı, 33.

12) Yakubi, Ülkeler Kitabı, 21.

13) Ya'kubî, Ülkeler Kitabı. 33.

14) Şehir kurgusunda kanallar kadar dikkatleri çekmeyen bir husus daha vardır. Bağdat'ta tavuk yetiştiricileri şehrin içerisine sokulmamakta ve “Deccac Nehri(Tavuk Nehri)" kenarında tutulmaktadır. Böyle bir tasarrufla hem şehrin temizliğine katkıda bulunulmuş ve hem de şehrin kötü bir görünüm arzetmesine olanak tanınmamıştır, bkz: Ya’kubî, Ülkeler Kitabı, 32.

15) Ya'kubî, Ülkeler Kitabı, 52.

16) Ya'kubî, Ülkeler Kitabı, 46.

17) Ya'kubî, Ülkeler Kitabı, 26.

18) Ya'kubî, Ülkeler Kitabı, 57.

19) Ya'kubî, Ülkeler Kitabı, 58.

20) Ya'kubî, Ülkeler Kitabı, 58.

21) Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1993, III, 616.

22) Ya'kubî, Ülkeler Kitabı, 21.

23) Hayatı Doğanay, Coğrafyaya Giriş I, Metotlar, ilkeler ve Terminoloji, Ankara 1993, 63.

24) Ya'kubî, Ülkeler Kitabı, 18.

25) İbn Hurdazbih, Ebu'l-Kasım Ubeydullâh b. Abdullah, el-Mesâlik ve'l-Memâlik, tah: M. Mahzum, Beyrut, 1988. 131-132.

26) İbn Hurdazbih, el-Mesâlik ve’l-Memâlik, 132.

27) Usturlâb, yıldızların hareketlerini tetkik ve hesap etmek için yapılan aletin adıdır. Bu aletin İsa'nın doğumunda iki asır evvel eski Yunan âlimlerinden Hipark tarafından icat edildiğine ve Batlamyus tarafından kullanıldığına dair işaretler vardır.

28) İbn Hurdazbih, el-Mesâlik ve'l-Memâlik, 15-16.

29) İbn Hurdazbih, 135-136.

Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın 158. sayısında yayımlanmıştır.

Tarih
Etiketler
seyyah
ortaçağ