Primatlar mı dediniz, peki ya öncesi?

ELLERİMİZ GİBİ
Hayvanlar konuşmadıkları için
Kim bilir ne güzel düşünürler,
Tıpkı ellerimiz gibi.
Ah, okumaya başlamadan önce
Çiçeklere su vermek lazımdır.

Melih Cevdet ANDAY

Biyolog olduğumu öğrendiklerinde, insanların bana yönelttikleri ilk soru genellikle “Evrime inanıyor musun?” oluyor. Takiben “Gerçekten maymunlardan mı geldik?” sorusu. Ben de onlara evrimin bir inanç sistemi değil, bilimsel bir teori olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Önyargılarla kuşatılmadıklarına ve öğrenmeye çalıştıklarına kanaat getirirsem, dünyanın ve canlılığın değişim süreçlerini akıllarında kalacak çarpıcı örneklerle anlatıyorum onlara. Üzülerek belirtmem gerekir ki çoğu evrim hakkında hiç bilgisi olmadığı halde, teolojik donanımları sebebiyle evrim teorisine karşılar. Daha üzücü olan ise lisans eğitimi verdiğimiz biyolog adayı öğrencilerimizin ve akademisyen biyologlarımızın da azımsanamayacak bir kesiminin evrime karşı olmalarıdır. Birçok üniversitede, biyoloji lisans eğitiminde evrim dersi, seçmeli ders olarak verilmektedir. Yani öğrenci evrim dersini seçerse evrim hakkında bilgi sahibi olabilmektedir. Bu derslerde evrimin anlatılıp anlatılmadığı da tartışılır. Güzel bir tabir var “bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olmak”. Buna bir de “bildiği halde bilmezden gelmek” durumunu eklediğimizde, binlerce yıldır insan topluluklarının düşünsel anlamda bir arpa boyu yol gidememelerinin başlıca sebebi ortaya çıkmış oluyor. Ülkemizde de trajikomik durumlar yaşanmıyor değil. İnsanlar evrim teorisini bilmiyorlar, ya eğitilmiyor ya da aleyhte eğitiliyorlar ancak hastalandıklarında ilk yaptıkları iş, hastaneye koşup, doktorun reçete ettiği antibiyotiği kullanmak oluyor. MTA Tabiat Tarihi Müzesi’ndeki primatlardan insana evrim bölümü tadilat bahanesiyle kapatılıyor, ancak ölümden ölesiye korkan insanlar ölmemek için bilim insanları tarafından geliştirilmiş aşıları yaptırıyor, vitaminleri ve yaşlanma karşıtı kozmetik ürünleri kullanıyorlar. Yani primatlar asla bizim en yakın akrabalarımız olamaz, ama biz bakterilerin, kendilerine saldıran virüslerin RNA’sını tanıyarak, bağışıklık sistemlerini aktive edebilmelerinin keşfiyle, DNA ve RNA kökenli hastalıkların tedavisinde geliştirilecek yöntemleri kullanabiliriz! Homo sapiens olabilme yolunda verdiğimiz mücadeleleri anlamayan insanlar ve o insanları eğitmeyerek köleleştiren yöneticileridir ki, günümüzden 1600 yıl önce yaşamış, astronomi, felsefe, matematik ve doğa bilimleri üzerine çalışmalar yapmış İskenderiyeli Hypatia’nın etlerini istiridye kabukları ile lime lime ederek katletmişlerdir. “Kadın, sessizliği ve uysallığı öğrenmelidir. Kadının ne ders vermesine ne de erkeğin üzerinde yetki sahibi olmasına izin vermeyeceğim. Kadın suskun olacak ve sessiz kalacaktır. Çünkü önce Âdem, sonra Havva yaratılmıştır” diyen Piskopos Cyril, Hypatia’nın ölümüne sebep olmuştur. Hypatia ne ilk ne de son bilim şehididir. Ancak ne Psikopos Cyril ne de onun gibilerin bilimin ışığını söndürmeye güçleri yetmemiştir. İşimiz zorlu, yolumuz uzun. İnsanlara evrenin, güneş sisteminin, dünyanın ve canlılığın değişim süreçlerini (inorganik ve organik evrim) anlatmamız lazım. İnsanlara evrim teorisinin, inanç sistemlerine zarar vermediğini anlatmamız lazım. İnsanlığın bilim ve sanat ile gelişeceğini, dünyamızın bilim ve sanat ile aydınlanacağını ve güzelleşeceğini anlatmamız lazım. Bu ayki yazımı tasarlama sürecinde, Melih Cevdet Anday’ın “Ellerimiz” başlıklı şiirini okumuştum. İnsanı insan yapan ve primatlardan ayıran özelliklerinden bir tanesi el başparmağımızı çalıştıran iki kasın, kavrama ve sıkmayı sağlar biçimde (karşı duran başparmak) farklılaşmış olmasıdır. Aslında mollusklar üzerine bir yazı yazacaktım ama yazımın giriş kısmında okuduğunuz şiir fikrimi değiştirdi ve omurgalı hayvanlardaki ekstremitelerin (kollar ve bacaklar) evrimi hakkında yazmaya karar verdim. Homo sapiens, amfibiler, sürüngenler ve kuşlarla birlikte kara yaşamına uyum sağlamış tetrapodların (kara omurgalıları-dört bacaklılar) Mammalia sınıfının bir üyesidir. Günümüzden yaklaşık olarak 500 milyon yıl önce okyanuslarda ilk omurgalı hayvanlar, 450 milyon yıl önce ise ilk çeneli balıklar (Gnathostomata) oluşmuştur. İlk tetrapodların sucul ekosistemlerde evrimleştiği ve 400-350 milyon yıl önce omurgalı hayvanların karalardaki farklı habitatlara uyum sağlayarak çeşitlendikleri bilinmektedir...

Doç. Dr. Burçin Aşkım GÜMÜŞ
Gazi Üniversitesi, Biyoloji (Zooloji) Bölümü

Yazının tamamını Bilim ve Ütopya'nın haziran sayısında okuyabilirsiniz...