“İnkılâbın büyük teşkilatçısı”: Talat Paşa

“İnkılâbın büyük teşkilatçısı”… Bu tanımlama Mustafa Kemal Atatürk’e ait. Talât Paşa’nın şehit edildiği haberi geldiği zaman, Atatürk gözyaşlarını tutamıyor ve “Vatan büyük bir evlâdını, inkılâp büyük bir teşkilatçısını kaybetti” diyor (1).

Mehmet Talât Bey, 4 Şubat 1917’de Sadrazam oluyor; Paşa unvanını alıyor. Böylece Osmanlı tarihinde ilk kez halk tarafından seçilen bir milletvekili, bir dönem posta memuru olarak çalışmış halktan bir kişi, bu göreve gelmiş oluyor. 1908 Hürriyet Devrimini izleyen günlerde, 30 Temmuz 1908’de Edirne milletvekili seçilen Talât Bey, 1917 yılına kadar birkaç kez Dâhiliye ve Posta ve Telgraf nazırlığı ile görevlendiriliyor.

“Talât Paşa, Cumhuriyet ve sonrasına kadar uzanan siyasal gelişmelerin kaynağında bulunan anahtar kişidir. O ve İttihat ve Terakki Cemiyeti, bugünün Türkiye’sinin temellerini atanlardır. Bu inkâr edilemez” (2, sayfa: 9). Talât Paşa kitabının yazarı Tevfik Çavdar onu, “bir örgüt ustası” olarak adlandırıyor. Kitapta pek çok durumdan hareketle Paşanın bu alandaki ustalığı anlatılıyor (2). İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın, Hatırat-ı Niyazi kitabında yer alan Talât Paşa değerlendirmesi kısa ve öz: “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bütün işleri hemen hemen Talât Bey’in tertibiyle Merkez-i Umumi tarafından karar altına alınmıştır” (3, sayfa: 62).

Onu çok yakından tanıyan Tanin gazetesi Başyazarı Hüseyin Cahit Yalçın, “Eğer Talât Paşa olmasaydı İttihat ve Terakki olmazdı. O, örgütün kubbe taşı, çimentosu ve temeliydi” diye yazıyor (4, sayfa: 227).

Doğu Perinçek de Talât Paşa’nın “öncelikle büyük bir devrimci” olduğunu vurguluyor. “Büyük teşkilatçıdır. İttihat Terakki, Türk devrim tarihinin çok önemli kökteşkilatıdır. Hatta dünya devrim tarihinde yeri olan bir partidir. Talât Paşa işte o partinin önderidir.

“Büyük bir ahlak ve fedakârlık örneğidir.

Büyük devlet adamlarımızdandır” (4, sayfa: 18).

Hedefinde iktidar olan bir örgüt

Nasıl bir örgüt? Bu önemli sorunun yanıtını Atatürk veriyor: “İnkılâp” yapacak bir örgüt. Siyasal iktidara ulaşmak ve bu iktidarı sürdürmek için dayanılacak bir siyasal örgütün varlığı Talât Paşa’nın tüm mücadelesinin odağında yer alıyor. O, her durumda önceliği örgütüne veriyor.

“Cemiyet-i Mukaddese” yani kutsal dernek; Meşrutiyetin ilan edildiği günlerde halk arasında İttihat ve Terakki’ye verilen addır bu. Anlaşılan kitleler kendisine özgürlüğü kazandıran örgüte, kutsallaştırılmış bir nitelemeyle teşekkür ediyor.

23 Temmuz 1908’e yani Meşrutiyetin ilanına kadar sınırlı bir grubun bildiği İttihat ve Terakki, bir anda yurt düzeyinde yaygın ve onurlu bir yeri olan örgüt konumuna yükseliyor. Daha sonraki yıllarda örgüte verilen diğer bir ad: “Cemiyet-i Hafiye” yani gizli dernektir. “Bir yanda cemiyetin görünen düşünsel yapısı vardır, bir yanda da önce “Fedailer” olarak bilinen sonra iktidardayken “Teşkilat-ı Mahsusa” adını alan gizli silahlı grup… Bu örgüt halktan insanların katılımıyla milis gücü oluşturur. Teşkilat-ı Mahsusa kurtuluş Savaşında, düzenli ordu kurulmadan önce de bu amaçla çalışmalar yapacaktır. Cemiyet legal olduğu zaman, bu örgütün gizliliği korunur. Talât Paşa, 1 Kasım 1918 günü gece yarısı yurtdışına çıkarken örgüte: “Enver dönemi bitti. Bundan böyle Mustafa Kemal’in emrindesiniz” talimatını verir. (Aktaran Taylan Sorgun, Gülgûn Feyman Budak’la söyleşi, Ulusal Kanal)

Kişiliği ve düşünce yapısı

Cemiyet’in Merkez-i Umumi üyeleri gizli çalışma nedeniyle açıklanmadığı için 1908’in sonbaharında, Talât Paşa İstanbul için yeni ve bilinmeyen bir isimdir. Meclisi Mebusan’da, ilk Meclis reisleri seçileceği gün Mektebi Hukuk’ta “İlmi-i Servet” (ekonomi) hocası olan Cavit Bey, H. Cahit Yalçın’a “Talât’a oy ver” der. “Kim Talât” sorusuna, Cavit Bey’in verdiği yanıt: “Bizim Talât” olur. H. Cahit Yalçın, bu sözden hareketle şunları yazıyor: “İşte bu ‘bizim Talât’ yavaş yavaş sadece kendi saf ve samimi hizmetleri, yararlılıkları sayesinde hepimizin Talât’ı oldu, memleketin Talât’ı oldu, vatanın Talât’ı oldu” (4, sayfa: 227).

Ziya Gökalp, cemiyet için Talât Paşa’nın ifade ettiği anlamı yazdığı bir şiirle anlatıyor:

“Sen candan birleştiren bir ruhsun…

Vicdanını sende görür cemiyet:

Necat teknesidir. Sen Nuhsun,

Sen olmasan öksüz kalır bu millet,” (2, sayfa: 9).

Zorluklar karşısında sürekli çözüm arayan, gelecekte ulaşılacak başarıya olan inancında ısrarlı ve umudunu hiç kaybetmeyen kişiliği, Talât Paşa’nın liderliğini tartışmasız kılar. Örgütle Talât Paşa neredeyse özdeş hale gelirler. Örgütte, - ekonomik ve toplumsal olarak da ülkenin en ileri konumunda olan- Rumeli’deki genç subayların çok önemli bir ağırlığı vardır. Bu subaylar arasında o zaman Suriye’de olan Mustafa Kemal de vardır.

Talât Paşa, 1906 yılında kurduğu gizli örgütle, yıllar boyunca özgürlük, eşitlik, kardeşlik ilkelerine bağlı çağdaş bir Osmanlı devleti yaratmak için mücadele eder. Onun amacı devleti yaşatmak, güçlendirmek ve halkı yoksulluktan kurtarmaktır.

Seviliyor, sayılıyor, sözü dinleniyor

Nazırlığı sırasında seyahatler için aldığı harcırahların artanını iade edince, görevli memur ne yapacağını şaşırıyor. Belli ki ilk kez böyle bir şeyle karşılaşıyor. Memur uygulamanın böyle olmadığını anlatmaya çalışıyor. Ama aldığı yanıt net: “Ben hakkım olmayan parayı almam!”

İttihat ve Terakki, çok karışık ve nazik bir örgüt… İçlerinde bir eşitlik var. Hepsi “kardeş” İtaat edecek olanlar, bu itaatin gerekliliğine ikna olmalılar. “Vatan sevgisi” konusunda anlaşıyorlar. Ancak hükümet biçiminden, yönetim tarzına, sosyal önlemlere kadar herkes farklı düşünebilir. Aralarında çok büyük ayrılıklar var. Bunları gidererek, örgütte bir uyumsuzluk olmadan işleri yürütebilmek için faal, yumuşak, insan duygularını ve ihtiraslarını ölçebilmekte mahir bir zekâ ve kişiliğe gereksinim vardır. Talât Paşa da bu tekniğin en büyük üstadı. Alçakgönüllü, nazik ve cesur... En büyük düşmanına bile açıktan, cepheden hücum eder. Küçük ve sıradan entrikalar, yalan ve iftiralar düşmana karşı bile bir silah olarak kullanılmaz. Çıkarcı değil. Seviyorlar, sayıyorlar ve sözünü dinliyorlar (4, sayfa: 228).

Bolşevik karşıtı bir ittifaka girmeyi, Panislamizm’i ve Turancılığı reddediyor

Uzun yıllar İstanbul’da İngiliz Büyükelçiliğinde ateşe olarak çalışan ve İngiliz istihbarat servisinin elemanı olduğu bilinen Aubrey Herbert, Talât Paşa’yla 26 Şubat 1921’de, Almanya’da uzun bir görüşme yapıyor. Talât Paşa, Herbert’e “doğuştan isyankâr olduğunu, gençken Fransız edebiyatına çok meraklı olduğunu ve bunun da dik başlı ruhunu bir kat daha pekiştirdiğini” anlatıyor. “Türkiye bir güçtür, ne yaparsanız yapın böyle kalacaktır” diyor. Bolşevik karşıtı bir ittifaka girmeyi, Panislamizm’i ve Turancılığı reddediyor. Ayrıca Herbert’e, Enver Paşa’nın “yürekli bir adam ve bir vatansever” olduğunu söylüyor. “Sağ mı yoksa sol görüşlü mü olduğu” sorusuna verdiği yanıtı Herbert, şöyle aktarıyor: “liberal olduğunu söyledi, fakat siyasetin değişken olduğunu, vatanseverliğin ise kalıcı olduğunu söyleyerek siyasi bir renk vermedi” (4, sayfa: 212 - 221).

Yazar Falih Rıfkı Atay, bir süre Dâhiliye Nazırı iken Talât Bey’in hususî kaleminde kâtip olarak çalışıyor. Talât Bey’le birlikte birer defa Romanya’ya ve Edirne’ye gidiyor. Atay, kişilik olarak onu “sevimli ve külfetsiz” (samimi demek istiyor olmalı, FÖ) buluyor. Romanya’yı gezip dolaştıktan sonra, dönüşte, bir Ermeni gazetesiyle yaptığı sohbette Talât Paşa’nın, “Biz devlet sosyalizmi yapmalıyız!” dediğini yazıyor, Atay (10).

Anılarında insanlara insan oldukları için değer verdiğini açıklıyor: ”Kanaatimce bir insan doğduğu ve inandığı dine ve içinde büyüdüğü halka mensuptur. Din ve milliyet meseleleri sırf kanaat ve telakki meselesidir” (2, sayfa: 24).

Talât Paşa’nın daima muhafazakâr ve ileri unsurlar arasında uzlaşma adımlarıyla yürüdüğünü yazan H. Cahit Yalçın Paşanın, vatanseverliğine ve cesaretine vurgu yapıyor: “Vatanı için hayatını feda etmek lüzumu ile karşılaşsa idi kat’iyen eminim ki bu cezri hareketi memnuniyetle, tereddütsüz göze alırdı. Fakat siyasi hareketlerde onu radikal, cüretkâr ve çok ileri adımlara sevk etmek kabil değildi.”

Umutsuzluk Talât Paşa’nın sözlüğünde olmayan bir kelimedir. Çanakkale zaferi; bu umudu doruğa ulaştıran başarılardan biridir. Sovyet Hükümetiyle, 3 Mart 1918’de imzalanan Brest-Litovsk Barışı da onu mutlu eder. Bu antlaşmada Talât Paşa’nın çabalarının önemli bir rolü vardır.

Talât Paşa’yı yakından tanıyan dönemin Alman Dışişleri Bakanı Von Külmann Paşanın katledilmesinden sonraki bir yazısında ondan övgüyle söz ediyor: “Genel savaş sırasında ilişki kurduğum politikacılar içerisinde üzerimde derin etki bırakanların belki de başında Talât Paşa gelmekteydi.

Avrupalılara göre eğitimi yoktu. Politik yaşamının başında Fransızcayı çok az biliyordu ama sonraları bu lisanı birçok siyasi tartışmayı başarıyla yürütecek kadar öğrenmişti. Tavır ve konuşmasıyla daha ilk temasta çevresine güven verirdi. Bir karar aldığı zaman, özel konuşmasında bir şeyi yapacağını söylediği vakit bu sözünü ne pahasına olursa olsun yapacağına dair bir güven duygusu yaratırdı.

Yaşamındaki tek ve en büyük endişesi vatanına olan sevgisinden kaynaklanırdı. Yüreği yanarak ama tereddütsüz bir biçimde ülkesini savaşa sürükledi. Çünkü ülkesi için tek kurtuluş çaresinin bu olduğuna inanıyordu. Son felaket bu umudu da söndürdüğü zaman Alman dostlarına sığındı. Ama burada da her gün vatanı için çalıştı.”

“Bir Talât gider, bin Talât yetişir”

İttihat ve Terakki Fırkası, 1 Kasım 1918 Cumartesi günü son kongresini topluyor. Talât Paşa bir konuşma yaparak siyasi hayattan çekildiğini açıklıyor. Yurtdışına çıkmamakta ısrar ediyor. Önceki yıllarda da tehlikeli dönemlerde dostları, Cahit, Cavid Beyler, yurttan ayrılırken o kalmıştır. Cavid Bey bir mektubunda: “Her zor anda vatanda ve örgütün başında bulunmasını bildin” diye yazar (2, sayfa: 167).

Ama artık emperyalist işgal kapıdadır. Gitmek zorundadır. “Vatandan ayrı yaşamaktansa ölmek daha iyidir” der. Eşi 108 kilo olan Talât Paşa’nın işgal günlerinde birkaç haftada 90 kiloya düştüğünü belirtiyor. Eşine, sık sık öldürüleceğini söylüyor. Belki de amacı onu, kuvvetli bir olasılık olan bu acı sona alıştırmaktı. “Beni bir gün sokakta vuracaklar. Alnımdan kan akarak yere serileceğim. Yatakta ölmek nasip olmayacak. Ziyanı yok, varsın vursunlar. Vatan, benim ölümümle bir şey kaybedecek değildir. Bir Talât gider, bin Talât yetişir” (4, sayfa: 232).

İttihatçılar, Türk Jakobenleridir

Talât Bey’i ve o dönem aydınlarının birçoğunu, Jakoben iktidarının kaynağı ve biçimi yakından ilgilendiriyor. Robespiyer, Marat onlar için örnek alınacak birer ideal kişidir. Bu hayranlık ve sevgi daha sonraki yıllarda da devam ediyor. İşte Ağustos, 1930’da Resimli Ay’da yayımlanan bir şiir:

“Robespiyer, Danton

Baböf, Marat…

Ne başlangıç ne son!

Doğan ölen, be anaçkom

     doğan ölen, doğan hayat!... “ (Yazan: İmzasız adam)

Tevfik Çavdar Talât Bey’e ilişkin olarak “yapısı itibariyle Narodnik, örgütçülüğü ve düşünsel kişiliği açısından Jakoben’di” denmesinin en doğru belirleme olduğunu söylüyor. Tarık Zafer Tunaya da benzer bir açıklama yapıyor: “İttihatçılar, genel bir deyimle ‘Türk Jakobenleridir’ (…) En ‘yüce fedakârlıklarla, en hayal kırıcı aşırılıkları’ yan yana yürüten bir ihtilalci kuşak, bu yoldan tarih içerisinde yolunu çizmiştir. Bu ruhsal durum ve komitacı davranışı, İttihat ve Terakki açık ve yasal bir parti olunca da terk etmemiştir” (Aktaran Tevfik Çavdar: 2, sayfa: 95).

Neden İttihatçılara ‘Türk Jakobenleridir’ deniyor? Sanırım bu sorunun yanıtı devrimci olmaları, vatan aşklarının ve eşitlik ideallerinin ortak olmasıdır. Jakobenlerin önderlerinden Robespiyer, fazileti vatan sevgisiyle açıklıyor. “Bu fazilet, vatan ve onun yasalarına olan sevgiden başka bir şey değildir. Fakat cumhuriyet ve demokrasi anlamında eşitliktir; vatan aşkı zorunlu olarak eşitlik sevgisiyle kucaklaşmaktadır” (Aktaran Tevfik Çavdar: 2, sayfa: 100). Vatan kuru bir toprak değildir. O toprağı vatan yapan insanı ve doğasıdır. İnsan ve doğa sevgisinden bağımsız bir vatan aşkından zaten söz edilemez.

Talât Bey halkçıdır, devrimcidir. Onun için bilimin ve ahlakın yol göstericiliği en önemli ilkelerdir. Savaşın en yoğun olduğu günlerde günümüze de ışık tutacak bir dersten söz ediyor. “Bu harbin bize telkin ettiği en büyük ders asri bir milletin bilhassa ilim ve ahlakla yükselebileceği kanaatidir. Milletlerin tecrübeleri açık bir surette gösteriyor ki, bir memlekette kanunun hâkimiyetinin temin edilebilmesi için, evvel emirde ilmin ve ahlakın hâkimiyetinin temin edilmesi gerekir” (4, sayfa: 168).

İttihatçıların cephe oluşturma, geniş bir birlik kurma politikalarında da Jakobenlerden etkilendikleri söylenebilir. Tabii ki aklın yolu birdir. Kazanmak, güçten, birlik olmaktan geçer.  

Posta memurluğundan sadrazamlığa

Tevfik Çavdar, doğup büyüdüğü toprakları yitirme, göçmen olma korkusunun, küçük Talât’ı emziren duygu olduğunu yazıyor. Ailesi, çevresi bu çaresizliği, büyük acıyı yaşayanlardan... Edirne, 93 Harbinde Çarlık ordusu tarafından işgal edilir. Şehri terk eden zenginler bir daha geri dönmezler. Ama Talât Bey’in ailesi bir süre İstanbul’da yaşar ve o, daha üç yaşındayken Edirne’ye dönerler.

Orta-alt gelir gurubundan bir ailenin çocuğu olarak 1 Eylül 1874’de Edirne’de doğan Talât Bey, ilkokulu Vize’de okudu. Eğitim açısından dönemin en ileri okullarından biri olan Edirne Askeri Rüştiyesi’ni bitirdi. Bir disiplin suçu nedeniyle diplomasını geç aldığı için Askeri İdadiye giremedi.

Babası Kırcaali kazasının Çeplece köyüne yerleşmiş Batı Trakya Yörüklerinden Ahmed Vasıf Efendi, o doğduğunda Edirne’de sorgu yargıcı (müstantik) olarak görev yapıyor. Annesinin adı Hürmüz… Annesinin ailesi Kayserili ama dedesi Çolak Mehmet Ağa yeniçeri olarak Edirne’ye gelmiş. O ve oğlu tomruk ağası vazifesi yapmış. Hayriye ve Kâmile adlarında iki kız kardeşi var.

On bir yaşındayken babasının ölümü ailenin maddi durumunu iyice bozdu. 1891’de daha on yedi yaşında, ailesini geçindirebilmek için Edirne Telgrafhanesi’nde kâtip olarak çalışmaya başladı. Bu görev genç Talât’ın yaşamındaki önemli değişimlerden biridir. Böylece sorumluluk üstlenme, olgunlaşmanın yanı sıra dünyadaki gelişmeleri öğrenme, izleme olanağı buldu. O yıllarda telgraf çok önemli bir iletişim aracıdır. Kısa sürede kendisini seven bir çevrenin oluşması, insan ilişkilerindeki yeteneğini ortaya çıkardı. Ayrıca çalışkan, dürüst ve güvenilir bir kişilikti.

İki yıl Alliance İsraelité okulunda Fransızca öğrendi. Bu okulda bir yıl da Türkçe öğretmen vekilliği yaptı. Fransız İhtilali’ne ilişkin ilk köklü bilgileri bu okuldaki çevresinden sağlamış olmalı.

Terakki ve İttihat Cemiyeti’yle tanışma

Talât Bey’in kız kardeşiyle evlenmek için Edirne’ye gelen İsmail Yörük, yurtdışında örgütlenmiş olan Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin Rusçuk şubesinin üyesiydi. Meşveret ve diğer yayın organları zaman zaman ona gelmekteydi. Talât Bey ayrıca Arnavut Hoca diye bilinen Hafız İbrahim’le de tanıştı. Medrese mezunu olan Hafız İbrahim de yurtdışında örgütlenmiş olan Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin üyesiydi.

Jön Türk hareketine ilgi duydu. Yurtdışında basılan ülkeye gizlice yollanan gazete ve kitapçıkları arkadaşlarıyla birlikte okuyor ve görevi nedeniyle kolayca yayıyordu. Abdülhamit’e jurnal edildi. 30 Temmuz 1896’da arkadaşlarıyla birlikte tutuklandı. 25 ay süren cezaevi günlerinde Balkan ülkelerinde yıllarca komitacılık yapmış siyasi tutuklulardan dinlediği deneyimler, onda yeni düşünce ufukları açtı. Cezaevi onun için yeni bir okul oldu.

Tutuklandığı kişilerle birlikte üç yıl kalebentlik cezasına çarptırıldı ama Abdülhamit tarafından Edirne’den ayrılmaları ve İstanbul’a gitmemeleri koşuluyla affedildiler. Bu nedenle Selanik’e yerleşen Talât Bey, bir süre Selanik ve Manastır arasında seyyar posta memuru olarak çalıştı. Bu görev, 3. Ordu’ya mensup genç subaylarla ve aydınlarla tanışmasını arkadaş olmasını sağladı. Böylece Avrupa’dan gelen yayınların dağıtımını kolayca yapabiliyordu. Bu durum ona, aydın düşünceli insanlarla daha yakın ilişkiler kurma ve onları örgütleme olanağı verdi. 1899’da Paris’teki Jön Türklerle ilişkiye geçti. 1903’te Selanik Telgraf İdaresi Başkâtibi oldu. Daha geniş bir çevreyi etkileme olanağına kavuştu.

Cemiyet’in yurtdışı örgütünün kısa öyküsü

İbrahim Temo, Abdullah Cevdet, İshak Sükuti, Mehmed Reşid. Bu dört isim; 1889 yılında bir mayıs günü (bazı kaynaklara göre: 2 Haziran) İstanbul, Edirnekapı’da daha sonraları İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak bilenecek örgütün ilk nüvesini kuruyor. Hepsi Fransızca eğitim verilen ve Batı modeline göre kurulmuş Askeri Tıbbiye'nin öğrencileridir. Eğitimleri sayesinde dış dünyaya ulaşabiliyorlar. Yasak kitapları okumak bunun ilk adımı oluyor. Öğrenciler birbirlerini bu ilgiye göre ayırt ediyorlar. İlk adım Askeri Tıbbiye'de atılıyor ve hızla Mekteb-i Mülkiye ile Harbiye'ye doğru ilerliyor. Abdülhamit iktidarı kurulan komiteleri buluyor ve yargılıyor. Yargılananlar genellikle sürgünle cezalandırılıyor. Bu genç aydınların önemli bir grubu “Şeref” vapuruyla Trablusgarp'a gönderiliyor ama onları Trablusgarp'ta tutmak mümkün olmuyor. Büyük bir bölümü kurtulup Avrupa'ya geçmeyi başarıyorlar. Avrupa'nın çeşitli merkezlerinde örgütlenme ve propaganda çalışmalarını sürdürüyorlar (Aktaran Okan İrtem/ Cumhuriyet'in harcı: Harbiye Mektebi).

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kuruluşu

Talât Bey, en çok güvendiği 10 arkadaşıyla birlikte 1906’da Selanik’te Beş Çınar bahçesinde, Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ni kuruyor. Üyelere yaş sırasına göre ona kadar numaralar veriliyor. Bu üyeler: Bursalı Tahir Bey, Naki Bey, Rahmi Bey, Mithat Şükrü, M. Talât Bey, Kazım Nami (Duru), Ömer Naci, İsmail Canpulat, Hakkı Baha, Edip Servet. Daha sonra yaygınlaşan örgüt hücrelerden oluşuyor. Bu konuda Masonlar örnek alınıyor.

Bu örgüt, bir yıl sonra Paris’teki Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin birleşme önerisini kabul ederek, Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti Dâhili Merkezi Umumisi adını alıyor. Daha sonra özellikle Selanik grubunun ısrarıyla İttihat ve Terakki adı benimseniyor. Terakki, ilerleme; ittihat da birleşme anlamını taşıyor.

İttihat ve Terakki Cemiyeti, 15 Mart 1909’da resmi olarak bir fırka (parti) olduğunu açıklıyor (5, sayfa: 101).

Talât Bey, iki yıl Selanik Hukuk Mektebi’nde okuyor ama bitirmiyor. Orada gençler arasında hürriyet düşüncesini yayıyor. Hukuk Mektebi’ne girmekteki amacının bu olduğu da söyleniyor. Mason Cemiyeti’ne de üyedir, orada da aydınları örgütlemeyi sürdürüyor. Abdülhamit’in hafiyelerinin giremediği Mason localarında gizlice toplanıyorlar.

Bir davada, Selanik posta müdürleri arasında çıkan kavganın tanığı olarak, kusurlu olan başmüdür aleyhine ifade veriyor. Başmüdür onu Padişah düşmanı olarak jurnalliyor; 21 Kasım 1907’de memuriyetten çıkarılıyor. Geniş çevresi ve ilişkileri nedeniyle işsiz kalmıyor. Selanik Özel Ticaret Mektebi’nde müdürlük yapıyor.

1908 Hürriyet’in ilanı

Milletvekili seçiliyor ve ülke çapında tanınıyor

23 Temmuz 1908’de Hürriyet’in ilanından sonra, o tarihe kadar yalnızca İttihat ve Terakki’nin önde gelenleri arasında; Selanik ve çevresinde tanınan Talât Bey, 30 Temmuz 1908’de Edirne milletvekili seçildi ve ülke çapında tanındı. 23 Aralık 1908’de 215 oydan 116’sını alarak Meclisi Mebusan’ın birinci reis vekili oldu. Birinci Reis, yine İttihatçıların adayı olan ve daha çok tanınan Ahmet Rıza Bey’di (2, sayfa: 139).

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Ekim 1908’deki Birinci Yıllık Kongresinde sekiz kişi, Merkez Komitesi’ne (Merkez-i Umumi) seçiliyor. Bu kişiler: Talât, Hüseyin Kadri, Mithat Şükrü, Hayri, Ahmet Rıza, Enver, Habip ve İpekli Hafız İbrahim Beylerdir. Merkez Komitesi, İmparatorluk içinde gizli faaliyetleri örgütleyen ve yürütenler arasından seçilmiş; Ahmet Rıza ise yurtdışındaki etkinliği nedeniyle Komiteye alınmış.

Muhalefette ve iktidarda mücadeleyle geçen yıllar

Talât Bey, bir yandan Cemiyet’i bütün yurtta örgütlemeye, bir yandan da muhtelif milletlere mensup mebuslar arasında Meclis’te, memleket meseleleri konusunda görüş birliği sağlamaya çalışıyor.

31 Mart ayaklanması üzerine, korku ve panik halinde dağılan mebusları toparlayarak Meclisi Mebusan’ın Yeşilköy’de toplanmasını sağladı. 1909’da İngiltere’ye giden mebuslar heyetinin başkanıdır.

1912’de Balkan Savaşı’nın ilanı sırasında, (İttihat ve Terakki iktidarda değildi) Edirne’de olan Talât Bey, gönüllü er olarak orduya katıldı; ama hem iktidarın hem de yakınlarının karşı çıkması üzerine İstanbul’a döndü.

Talât Paşa, Balkan yenilgisinden sonra Edirne’yi terk etmekte kararlı olan liberal, İngiliz dostu Kamil Paşa’dan iktidarı geri almak amacıyla 23 Ocak 1913’te düzenlenen Babıâli Baskını’na öncülük etti.

1917 yılına kadar birkaç kez Dâhiliye ve Posta ve Telgraf nazırlığı ile görevlendirildi. 4 Şubat 1917’de Sadrazam oldu ve Paşa unvanını aldı. Böylece 1908’den beri ilk defa İttihat ve Terakki’nin tüm yapısını yansıtan bir kabine kurulmuş oldu.

Hüseyin Cahit Yalçın o dönemi şöyle anlatıyor: “İttihatçı olmadım. Ama bir süre içlerinde bulundum. Bunlar kadar vatansever ve gözü kara kadroları hiç görmedim. Devlet çözülme noktasına gelmişti. Vergi toplanamıyor, borç batağındaki memurlara maaş ödenemiyordu. İttihatçılar başa geçince, nasıl oldu bilmiyorum, öyle bir vergi toplanmaya başladı ki, hayret ettim. Devlete bir disiplin getirilmişti. Artık memurlara maaşları her aybaşında muntazam ödeniyor, âdeta devletin yüzüne kan geliyor, devlet diriliyordu.” (H. Cahit Yalçın’ın Hatıralarından özetleyen Sadi Somuncuoğlu, Yeni Çağ, 19 Mart 2011).

Fakat Osmanlı İmparatorluğu’nun ölüm çanları her yandan işitilmeye başlanmıştır. Talât Paşa’nın sadrazamlık ayları tam bir bunalımlar dönemidir. İlerleyen savaşın, kaybedilen toprakların toplumda yarattığı büyük moral yıkıntısının yanı sıra ekonomik zorluklar, askerin ve halkın iaşesi konusunda her gün büyüyen sorunlar vardır.

Acı son ve sürgün yılları

Önce Bulgarların sonra da Almanların silah bırakmasıyla acı sona gelinir; Talât Paşa, 1 Kasım 1918’de İttihat ve Terakki’nin son kongresinde bir konuşma yapıyor. Bu konuşmada savaşa hangi koşularda girildiğini ve Ermeni tehcirinin hangi zorunluluklar sonucunda ve hangi koşullarda gerçekleştiğini anlatıyor. Hükümetteki ve cemiyetteki görevlerinden istifa ediyor. 1 Kasım günü gece yarısından sonra Enver ve Cemal Paşalarla birlikte bir Alman torpidosuyla anayurt topraklarından ayrılıyor.

1915 yılındaki Ermeni tehciri nedeniyle Talât Paşa, Batı kamuoyunda “soykırım” yapmakla suçlandı ve “bir numaralı Ermeni düşmanı” ilan edildi. Bütün Batı basını saldırıya geçti. Berlin’deki sürgün yaşamında somut kanıtlarla bu iddiaları çürüten savunmasını Hatıralarım ve Müdafaam adıyla (4) Berlin’de yayımladı.

Talât Paşa, bu kitapta “Meşrutiyet’ten evvel ve sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Fırkası’nın teşkiline ve o sırada cereyan eden dâhili ve harici siyasi vakalara dair olan hatıraları(mı) yayımlamayı günlük siyasi eleştirilere değil tarihin eleştirilerine arz etmek için geleceğe” bırakma kararında olduğunu belirtiyor. Fakat “Asırlardan beri devam eden riyakâr siyasetin bugün Osmanlı memleketine istediği şekli verebilmek için ortaya sürdüğü haksız ve yalan ithamlara cevap vermek üzere” bu anıları kaleme aldığını açıklıyor (4, sayfa: 21).

Talât Paşa, Almanya’da yaşadığı üç yıl boyunca Ankara Hükümeti’ne paralel politik çalışmalar yürütüyor. Mustafa Kemal’in de Talât Paşa’nın Almanya ve Avrupa’daki faaliyetlerinden memnun olduğu, Paşaya yazdığı “Kardeşim” hitabıyla başlayan mektubundan anlaşılıyor (2, sayfa: 531-532).

Aklı fikri vatanın kurtuluşunda

Talât Paşa, Berlin’den “Sarı Paşa” diye söz ettiği Mustafa Kemal’e yazdığı mektupta; Milli Mücadele için Türk ve İslam âleminin desteğini almanın gerekliliğine dikkat çekiyor. O, günün görevinin: “mazideki umumi ve hususi hataları unutarak geniş bir fikirle herkesin kabiliyetinden azami istifade ve bu suretle umumi gayeyi temine çalışmak” olduğunu söylüyor. Kendisinden de “askerce bir itaat” beklenebileceğini belirtiyor. Mektubun son satırları kalbinin Anadolu’daki mücadeleyle attığını gösteriyor: “Bizlere gelince istediğiniz şekle girmek, istediğiniz tarzda çalışmak, arzu ettiğiniz hususi ve umumi türlü fedakârlığı yapmak en büyük emelimizdir. Muvaffakiyetinize bütün kalbimizce duacıyız (4, sayfa: 192-200).

Vatan toprağına gömülüyor

Anadolu’ya döneceği günü sabırsızlıkla bekleyen Talât Paşa, 15 Mart 1921’de İranlı bir Ermeni tarafından, Berlin’de evinin bulunduğu sakakta vuruluyor. Çevredekiler tarafından yakalanan katil yargılanıyor. Alman yetkili makamlarının katilin cezasını mutlaka göreceğini söyleyen demeçlerine karşın, Türklerin gösterdiği savunma tanıkları dahi dinlenmeden – Ermeni kurtuluş hareketinin bir gösteri alanına dönüştürülen - mahkemede, katil beraat ettiriliyor. Katilin İngilizler tarafından Berlin’e gönderildiğini onlardan talimat ve para aldığını polise itiraf ettiği bilgisi Ankara’da, bir Amerikan ajansına atfen duyuruluyor.

25 Şubat 1943’te Alman Hükümetinin izniyle Türkiye’ye gönderilen Talât Paşa’nın naşı, görkemli bir törenle “Hürriyeti Ebediye” tepesine gömülüyor. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Celal Bayar, Fevzi Çakmak ve diğer pek çok yönetici cenaze törenine katılıyor ve eski önderlerini saygıyla selamlıyorlar. Diğer hürriyet şehitlerinden; Enver Paşa’nın, Eyüp Sabri Bey’in ve Atıf Bey’in mezarları da “Hürriyeti Ebediye” tepesindedir. Onlar artık “sonsuz hürriyetin toprağında” yatıyorlar.

Talat Paşa’nın Savunması ve Talat Paşa Komitesi

Ermenilerin bağımsızlık talebi

Talat Paşa, Hatıralarım ve Müdafaam adlı kitabında; Ermenistan devleti kurulacak iddiasıyla bölgeyi paylaşmak isteyen Çarlık Rusya’sı, İngiltere, Fransa ve Amerika’nın olaylardaki rollerini, o dönemde yürüttükleri bölücü, kışkırtıcı çabaları açıkça ortaya koyuyor ve yorumluyor: “Türkiye’ye bir taraftan ıslahat yapması teklif edilmekle beraber, diğer taraftan hükümdar idaresinde bulunan milletler isyana teşvik ve neticede müdahale ve himaye suretiyle siyasi bağımsızlığı ve kapitülasyonlarla da iktisadi bağımsızlığı ihlal ediliyordu. Islahat teklifi, büyük bir Türk şairinin dediği gibi, elleri kolları bağlı bir adamı ‘niçin koşmuyorsun,’ diye kırbaçlamak kabilinde oluyor idi. Talat Paşa, tüm bu gelişmelerin temelinde yatan gerçeğin emperyalist devletlerin göz diktikleri topraklara egemen olma arzuları olduğunu belirtiyor ve ülkenin bu duruma düşmesinin nedeninin, devletin zayıflığı olduğunu yazıyor. “Doğu meselesi, gösterildiği gibi insani ve Hıristiyani değil sırf garaz ve menfaat meselesidir. Devleti Âliye’nin dâhili işlerine vuku bulan müdahaleler ise zaafı neticesidir. (4, sayfa: 21-22).

Talat Paşa Ermenilerin bağımsızlık talebinin hiçbir haklı dayanağının olmadığını açıklıyor: “Ermenilerin bu iddialarını meşru gösterecek hiçbir tarihi hakları yoktur. Osmanlılar Doğu vilayetlerini Ermenilerden fethetmiş değildirler. Osmanlı İmparatorluğu’nun tesisinden bugüne kadar memleketin hududunun muhafazası ve bağımsızlığı için Ermenilerin hiçbir emek ve hizmetleri geçmemiştir. Memleketimize iltica suretiyle gelen bu millet Osmanlılardan iyi kabul görmüş ve kendilerine daima vatandaş muamelesi yapılmıştır. Ermeniler Osmanlı memleketlerinin her tarafında oturmuşlardır” (4, sayfa: 65).

Talât Paşa Aubrey Herbert’le, 26 Şubat 1921’de, Almanya’da yaptığı görüşmede; Ermeni sorununun sorumluluğunun Türkler üzerine atılamayacağı gerçeği üzerinde ısrarla duruyor. “Hiçbir ulus savaşa girip arkadan hançerlendiğinde buna rıza” göstermez diyor.

Ermeni isyanı ve tehcir  

Ermenilerin, Devletin zor durumundan yararlanmak amacıyla isyan etmeleri, Türk ve Kürt köylülerini öldürmeleri, Rus ordusuyla birlik olup askere arkadan saldırmaları üzerine tehcir kararı alınıyor. Karar Osmanlı Hükümeti tarafından alınıyor; uygulama sorumluluğu o dönem Dâhiliye Nazırı olan Talât Paşa’ya veriliyor. Bu kararın anlamı yalnızca isyan bölgelerindeki Ermenilerin yine Osmanlı toprağı olan farklı bölgelere sürgün edilmeleridir. Talat Paşa, bu kararda ülkemizin, insanlarımızın savunulmasının yanı sıra “Çanakkale müdafaasının müşküle” sokulmaması amacının da (4, sayfa: 80) etkili olduğunu yazıyor.

Berlin’de Talat Paşa davasında dinlenen Alman Mareşali Liman Von Sanders: Ermenilerin “savaşa sürüldüklerini” ve bunun acı sonucu olarak “bütün yenilenler gibi, kırıldıklarını” söylüyor. “Ermeniler, Türk hükümetinin silahları teslim etme emrine uymak istemedikleri ve ikinci olarak bir kısmı Ruslarla birlikte Türklere karşı çıktıkları için, Ermenistan’daki çatışmalar oldu.

“Yollarda o kadar sefalet vardı ki, sadece Ermeniler değil, çok sayıda Türk askeri de Türk İmparatorluğu’ndaki iaşe kıtlığından, hastalıktan ve örgütlenme eksikliğinden hayatlarını yitirmişlerdir. Binlerce Türk askeri orada ölmüştür.

“Her halükârda ifade etmekle yükümlüyüm ki, Türkiye’de bulunduğum beş yılı aşan süre içinde Ermenilere karşı Talat’ın verdiği her hangi bir talimat veya tedbir görmedim veya uygulandığına tanık olmadım.” (Aktaran Doğu Perinçek, Bkz. Der Völkermord an den Armenien vor Gericht, Der Prozess Talat Pascha, Nisan 1980. Türkçe basımı da yayımlandı: Talat Paşa Davası Tutanakları, Kaynak Yayınları)

Bir Rus Albayının tanıklığı

Bir de Rus Albayının tanıklığı var. Tverdo Klebof, Türk Ordusunun Doğu cephesinde yalnız savaş esnasında düşman askerini öldürdüğünü, ama bir kenti ele geçirdiği zaman kesinlikle katliam yapmadığını, huzuru gözettiğini düşman komutanı olarak anlatıyor ve Talat Paşa’yı övüyor.

Aynı Rus Albayı, Erzurum’da Rus Ordusundaki Ermeni subayların Müslümanları nasıl kitlesel olarak katlettiklerini de açıklıyor. “Çünkü” diyor, onların devlet ve ordu geleneği yoktur. Ancak topları Rus topçular sayesinde Ermeni birliklerinin üzerine çevirerek katliamı durdurduklarını da yazıyor (4, sayfa: 85-95).

İngiliz Kraliyet Başsavcılığı

Hiçbir ‘katliam’ kanıtı bulamamıştır

Bu konuda önemli araştırmalara imza atan Uluç Gürkan, İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’nın Malta’daki yargılamalar sonucunda verdiği ‘kovuşturmaya yer olmadığı’ hükmüne dikkat çekiyor: “Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi, ‘soykırım suçu’nun varlığı ya da yokluğu konusundaki yetkili mercii ‘yargı organları’ olarak belirlemiştir. Hangi yargı organı ya da organlarının yetkili olduğu da Sözleşmede açıklanmıştır. Bu bağlamda unuttuğumuz, bize unutturulmak istenen gerçek, I. Dünya Savaşı sonrasında çok sayıda İttihat Terakki Partisi yöneticisinin ‘Ermenilerin toplu katliamı’ suçlamasıyla üç yıla yakın süre Malta’da tutulmuş ve Sevrés Antlaşması hükümleri uyarınca ’soruşturma’ kapsamına alınmış olmalarıdır. Ancak soruşturmayı yürüten İngiliz Kraliyet Başsavcılığı, işgal altındaki Osmanlı arşivinin yanında, İngiltere ve Amerika’da da bu kişiler aleyhine ‘hukuki geçerliliği olan’ hiçbir ‘katliam/kırım’ kanıtı bulamamıştır. Bu nedenle ‘kovuşturmaya yer olmadığı’ hükmüne vararak serbest bırakılmalarını sağlamıştır.

“Yahudi Soykırımı yargılamasının yapıldığı Nürnberg Mahkemesi ile aynı koşullarda çalıştığını belgelediğimiz Malta’daki bu yargılama sürecinin, ‘Ermeni Soykırımı’ iddialarını kökten çürüten hukuki sonuçlarını Türkiye’nin anımsaması ve sahiplenmesi kaçınılmazdır.

“Tarihçi Bernard Lewis de ‘Ermeni Soykırımı’ iddialarını reddediyor ve I. Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı topraklarında yaşananları bir ‘savaş trajedisi’ olarak tanımlıyor” (7, Önsöz).

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Perinçek kararı

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Doğu Perinçek'in İsviçre aleyhine 2008'de yaptığı başvuruyu karara bağladı. Açıklama 17 Aralık 2013 günü yapıldı. AİHM, Perinçek'i haklı buldu ve İsviçre'nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) ifade özgürlüğünü düzenleyen 10'uncu maddesini ihlal ettiğine karar verdi.

Perinçek, 1915 olaylarıyla ilgili İsviçre'de yaptığı konuşmalarda "Ermeni Soykırımı iddialarını reddettiği" gerekçesiyle bu ülkede 2007'de çeşitli mahkûmiyet cezalarına çarptırılmasının ardından 2008'de AİHM'e başvurmuştu.

Perinçek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Kararının, “yeni bir dönemin başlangıcı ve Dışişleri Bakanlığı'nın saptadığı gibi bir milat olduğunu” vurguluyor. Bu kararın sonuçlarını maddeler halinde, özetle şöyle açıklıyor:

“Bir: AİHM, Ermeni soykırımı iddiasının Avrupa'da tartışılmasını özgürleştirmiştir. ‘Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır’ saptamasını düşünceyi açıklama özgürlüğü çerçevesi içinde karara bağlamıştır. Çözümden önce bu saptama, bazı Avrupa ülkelerinde ceza tehdidi altındaydı. Gerçeği söylemek, suç oluyordu.

İki: Ermeni soykırımı iddiaları konusunda gerçeği saptamak, mahkemelerin ve parlamentoların yetkisinde değildir. Bu konu, tarihin inceleme ve tartışma alanındadır.(…) Bundan sonra AİHM'nin kararı nedeniyle hiçbir Avrupa ülkesinin parlamentosu böyle bir karar alamayacaktır. Alınan kararları ise, artık hukuken çöplüktedir.

“Ermeni olayları Yahudi soykırımı sınıflaması içinde değildir”

“Üç: AİHM kararı, ‘Ermeni olayları Yahudi soykırımı sınıflaması içinde değildir’ diyor. Bunun hukukî değeri, soykırım olmadı hükmü kadar önemlidir. Doğru, AİHM, Ermeni olayları konusunda soykırım oldu ya da olmadı diye bir hükme varmadığını söylüyor. Bu da bizim tezimizdir. Çünkü Mahkemelerin bu konuda bir hüküm kuramayacaklarını Lozan'dan beri sürekli hatırlatıyoruz ve amacımıza ulaştık. Ancak AİHM kararı, Ermeni soykırımı iddiasının uluslararası hukuktaki temelini yok etmiştir. (…) Hukukun tanımladığı tek soykırım, Yahudi soykırımıdır. Herhangi bir olayın ‘Yahudi soykırımı’ gibi olmadığını belirlemek, aslında hukuken soykırım olmadığı anlamındadır” (18 Aralık 2013 ve 14 Ocak 2014 Aydınlık yazıları).

“Soykırım Yapmadık Vatanımızı Savunduk"

Talat Paşa Komitesi'nin Sözcüsü Cüneyt Akalın’ın Aydınlık gazetesine yaptığı açıklamaya göre: “Perinçek kararıyla kazanılan hukuki başarının ardında, Talat Paşa Komitesi'nin 8 yıldır devam eden mücadelesi var. Talat Paşa Komitesi, 2005 yılının Temmuz ayında soykırım yalanlarına karşı mücadele etmek için kuruluyor. Kurucu Başkan; KKTC Birinci Cumhurbaşkanı merhum Rauf Denktaş’tır. Komite adını aldığı Talat Paşa gibi: “Ermeni Soykırımı Uluslararası Bir Yalandır. Soykırım Yapmadık Vatanımızı Savunduk" gerçeğini her ortamda dile getiriyor.

Talat Paşa Komitesi'nin mücadelesine merhum MHP milletvekili Mehmet Gül'den emekli Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş'a, İstanbul Üniversitesi’nin önceki rektörlerinden Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu'ndan eski senatörlerden Barlas Doğu'ya ve ADD’nin önceki başkanlarından Ertuğrul Kazan'a kadar uzanan pek çok vatansever katılıyor. Yine önceki cumhurbaşkanlarından Demirel ve Sezer de mesajlarıyla destek veriyorlar.

Komite, Türkiye'nin haklılığını duyurmak amacıyla soykırım iddialarını çürüten Rus ve Ermeni arşivlerindeki belgeleri 7 dile çevirip yayımlıyor.

Komite'nin 2005'de Lozan'da başlattığı, ardından önde gelen Batı merkezlerinde sürdürdüğü yürüyüş ve toplantıların etkileri tüm Avrupa'ya yayılıyor.

Bu etkinliklerin en önemlilerinden biri, Talat Paşa'nın katledilişinin yıldönümü olan 15 Mart 2007'de Almanya’da gerçekleştirilendir. Alman polisinin yasaklama, Türk Elçiliğinin engelleme çabalarına karşın 10 bin Türk F. Ebert Meydanı'nda bir araya geliyor ve Talât Paşa’yı ve mücadelesini saygıyla anıyorlar.”

 

Yararlanılan Kaynaklar ve Dipnotlar:

Not: Eleştiri ve önerileriyle yazıma katkı yapan; İsmail Hakkı Pekin’e, Mehmet Bedri Gültekin’e, konu önerisiyle ve sağladığı kaynakla beni destekleyen genç arkadaşım Onurcan Ülker’e teşekkür ederim.

1. Aktaran Doğu Perinçek, 30 Aralık 2011 günü Aydınlık gazetesinde çıkan “Talat Paşa’nın vicdansız komitacıları” kimlerdi? adlı yazısı, www.aydinlikgazetesi.com.

2. Tevfik Çavdar, Talât Paşa Bir Örgüt Ustasının Yaşamöyküsü, İmge Kitabevi Yayınları, 2001, Ankara.

3. Resneli Niyazi, Hürriyet Kahramanı, Resneli Niyazi Hatıratı, Hâtırat-ı Niyazi, Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, 1908 Yılında İkinci Meşrutiyetin Ne suretle İlân Edildiğine Dair Vesikalar, Örgün Yayınevi, Türkçesi: Sami Kara – Nurer Uğurlu, Birinci Baskı: 2003, İstanbul.

4. Talat Paşa, Hatıralarım ve Müdafaam, Kaynak Yayınları, Birinci Baskı: Şubat 2006; İkinci Baskı: Mart 2006, İstanbul.

5. Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki, 1908-1914, Kaynak Yayınlarından Birinci Baskısı: 1984, İstanbul. (Feroz Ahmad, Türk tarihine ilişkin incelemeleriyle tanınan yazar Hindistan doğumludur ve eğitimini Hindistan’da ve İngiltere’de yapmıştır.)

6. Feroz Ahmad, İttihatçılıktan Kemalizme, Kaynak Yayınları, İkinci Baskı: Şubat 1986, İstanbul.

7. Uluç Gürkan, Ermeni Sorunu’nu Anlamak, Önyargıları Aşmak ve Nefretten Arınmak, Söyleşi: Serdar Palabıyık, Hazırlayan: Okay Bensoy, Destek Yayınevi, 2. Baskı, Şubat 2012, İstanbul.

8. Feyziye Özberk, Bilim ve Ütopya dergisinin, İz Bırakanlar dosyasında yayımlanan Sina Akşin söyleşisinden, Ekim 2010, 196. Sayı.

9. Doğu Perinçek’in, Aydınlık gazetesinde çıkan Birinci Dünya Savaşı’na Giriş Hurafesi-1, (12 Ekim 2012); Birinci Dünya Savaşı Yanılgıları, (29 Temmuz 2013) adlı yazıları, www.aydinlikgazetesi.com.

10. Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, Pozitif Yayınları, Nisan 2008, İstanbul.

11.http://www.hurriyet.com.tr/gundem/9499386.asp. Aktaran: Niyazi Resnelioğlu, Meşrutiyet'in İlanı'nın 100.Yılında, Niyazi Resnelioğlu ile Hürriyet gazetesinden Yaşar Aksoy’un yaptığı söyleşiden, Hürriyet.

Feyziye Özberk

Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın mart 2015 sayısında yayımlanmıştır.

Tarih