Sosyalizm ve din diyaloğunda Darwin

Yeni liberal akımın iktidara geçtiği ülkelerde Darwin’in aforoz edilmesi, neredeyse kural halini almıştır. Bu yapılırken dinin de çok etkili bir araç olarak kullanıldığı görülmektedir. Darwin, dinsel inançlarla çelişen görüşler ileri sürdüğü savlanarak saldırılara uğramaktadır.

Amerika’da Darwin’i ders kitaplarından çıkartma girişimini başlatmak, Reagan’ın iktidarı döneminde yaptığı ilk işlerden biri olmuştur. Bizde ise Darwin düşmanlığı Özal iktidarı döneminde gündeme gelmiştir. Özal’ın Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler, okullara kendi yazısını da içeren bir rapor göndererek, Darwin’in “evrim kuramı”na karşı çıkmış ve ders kitaplarında “bir kanun gibi yer verilmemesini” istemiştir. Dinçerler, raporda yer alan yazısında, “Evrim teorisi, ilim ile dini görüşlerin çatışması fikrini ima edici sonuçlar doğurmuştur.”(1) görüşünü ileri sürmüştür.

Oysa, Darwin’le dinin karşı karşıya gelmesi zoraki ve yapay bir durumdur. Adem ile Havva’nın gerçekliğine inanan bir insanın, aynı zamanda, “türlerin evrimi”nin doğruluğunu kabul etmesine engel olan nedir? Adem ile Havva, niçin evrim sonucunda oluşan ilk çift insan halinde ete kemiğe bürünerek yeryüzünde varlık kazanmış olmasın? Gerçekte, böyle inanmaya engel olan din değildir. Nitekim, İslam düşünürlerinin en saygınları arasında, Darwin’in bulgularıyla çok benzeşen görüşler ortaya koymuş olanlar bulunmaktadır.

Darwin’den altı asır önce Mevlânâ, Mesnevi’nin IV. cildinde “İnsanın Konakları” bahsinde, bu sorunu şöyle irdeliyor: “Önce cansızlar ülkesine gelmiş, cansızlıktan da bitkiler âlemine dönmüştür insan (…) Bildiği yaratıcı, tekrar onu hayvanlıktan insanlığa çeker çevirir. Böylece iklimden iklime gide gide, nihayet insan âleminde akıllı, bilgili ve yüce bir hal alır.”(2)

Nakşibendiliği “evliyanın seçkinlerinin seçtiği yol” olarak tanımlayan Erzurumlu İbrahim Hakkı (1703-1780)’nın bu konudaki görüşleri de Darwin’le uyuşmakta; dolayısıyla, bazı postmodern Nakşibendilerin tutumuyla çelişmektedir.

İbrahim Hakkı, Türlerin Kökeni’nden 103 yıl önce yazdığı kitabında şunları söylüyor: “Böylece önce madenler, sonra bitkiler, daha sonra hayvanlar meydana gelmiştir. Hayvan kemalini bulduğunda insan zahir olmuştur. Hayvanlar ile insanlar arasında geçit olanların en açığı maymundur (…) Zamanın devrinin ikmali ve cihan eczasının özü, insanın var olmasıdır.”(3)

Bunlara İbni Haldun (1332-1406)’u da eklemek gerekir. “İbn Haldun, klasik görüşlere uyarak varlıkları madde, bitki, hayvan, insan ve melek diye sınıflandırıyor. İnsanın üstüne meleği koyuyor. Ona göre bu cinslerin içinde bir çok neviler vardır. Mesela cansız maddenin en üst nevi bitkilerin en aşağıdaki nevine çok yakındır. Bunlar birbirine dönüşebilir.”(4)

Başlangıçta, Darwin’i doğa bilimlerindeki yerinden alıp sosyal bilimler alanına taşıyanlar, liberal düşünürler olmuşlardır. “Türlerin kökeni, içinde taşıdığı mesaja çok ihtiyaç duyulan bir zamanda ortaya çıktı. Ekonomi ve siyasette ‘laissez faire’ (bırakınız yapsınlar) ve ‘kendini kurtar’ teorilerinin oluşturduğu, radikal ve kiliseye karşıt kanat tarafından benimsendi. Darwin’in yapıtı, kapitalist dünyada yer alan her şeyin, insanın insan tarafından sömürülmesinin, üstün olmayan halkların üstün halklar tarafından baskı altına alınmasının haklı gösterilmesini mümkün kıldı. Savaşlar bile, tabiatın ‘büyük balık küçük balığı yer’ kuralı ile kıyaslanarak mazur gösterilecekti. Sınışarın ya da ırkların egemenliklerini   kurarken ortaya  attıkları, kendilerinin seçilmiş kimseler ya da ‘Tanrı’nın Çocukları’ oldukları şeklindeki eski kılışar, eski geçerliliklerini yitirmişlerdi ve bilimsel bir dünyada bu egemenliklerinin devamının haklı gösterilmesi için, yeni kılışara gerek vardı. Darwin’in kendisinin isteyeceği en son şeydi; ama, Darvinizm işte bunu sağladı.”(5)

Dolayısıyla, insanları vahşi yaratıklar konumuna indirgeyen Darwin’in kuramı değildir; Darwin’in hayvanlar dünyasında gözlemlediği ilişkilerin benzerini insanların dünyasına taşımış olan liberal kuramdır. “Darwin, serbest rekabetin, var olma savaşımının, iktisatçıların en yüce tarihsel başarı diye kutladıkları savaşımın, hayvanlar dünyasının normal durumu olduğunu tanıtlarken, insanlar konusunda, özellikle kendi yurttaşları konusunda ne acıklı bir yergi yazdığını bilmiyordu.”(6)

Buna karşılık, Marksizm, Darvinizmin toplumbilimsel yorumunda son derece ihtiyatlıdır. Engels’e göre, organik dünyada yalnızca karşılıklı yaşam kavgasının bulunduğunu söylemek, yalnızca işbirliği bulunduğunu söylemek kadar tek yönlü ve dar açılı bir değerlendirmedir; “Doğada cansız veya canlı varlıkların karşılıklı etkileşiminde uyum ile düşmanlık, işbirliği ve dayanışma ile karşılıklı mücadele aynı zamanda mevcuttur.”(7)

Liberalizm, başlangıç dönemlerinde Darvinci kuramdan güç bulmuş; bu sayede kendisine bilimsel bir kılıf sağlamış olmasına karşın; bugün, yeni liberalizmin Darwin’i baş düşmanlarından biri olarak görmesi, Darvinizmin zamanla önem kazanmış bulunan bir başka yönüyle ilgilidir. Darwin, türlerin evrimi yasası uyarınca, ilkel yaratıklardan insana kadar uzanan bir gelişmeyi ortaya koymakla kalmamıştır; bunu yaparken, aynı zamanda insanın ve insanlararası ilişkilerin giderek bugünkünden çok daha ileri bir düzeye ulaşacağının da habercisi olmuştur.

Engels de mevcut toplumsal yapıda, hayvanlar dünyasının tezahürlerinin üstüne henüz çıkılamamış bulunulduğuna işaret etmekle birlikte, “Bizim için ekonomik kanunlar, doğanın ebedi kanunları değil, belli bir tarihsel aşamaya tekabül eden kanunlardır; doğarlar kaybolurlar”(8) demektedir.

Evrim yasasının varlığı ve sonucu, yeni ekonomik ilişkilerle birlikte yeni insanın doğması demektir. Dolayısıyla var olan ilişkilerin ve var olan egemenliklerin er geç son bulması demektir. Günümüzün yeni liberallerini çıldırtan da işte budur. Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” tezine dört elle sarılmaları da bu yüzdendir.

Yeryüzünün egemenleri, insanlığın gelişiminin son bulduğuna ve tarihin sonunun geldiğine dair bir inancı yaygınlaştırarak, var olan toplumsal ilişkileri ve bu ilişkilere borçlu oldukları egemenliklerini sonsuza dek sürdürebileceklerini ummaktadırlar.

Prof. Dr. Alparslan IŞIKLI
TÜMÖD Genel Başkanı

* Alpaslan Işıklı, Sosyalizm Kemalizm ve Din, 5.baskı, İmge Kitabevi, Kasım 2008, s.258-262.

Kaynaklar:

  1. Bkz: Halil Nebiler, “12 Eylül laikliği ezip geçiyor”, Cumhuriyet, 25 Mart 1994.
  2. Mevlânâ (Haz: A. Gölpınarlı),age, s.60.
  3. Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetname, Bedir Yayınları, İstanbul, 1983, s.49-50.
  4. Süleyman Uludağ, “İbn Haldun’un Görüşleri”; İbn Haldun; Tasavvufun Mahiyeti, age, s.42.
  5. J. D. Bernal, Materyalist Bilimler Tarihi, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1976. s.437-438.
  6. F. Engels, “Doğanın Diyalektiği”; K.Marks, F.Engels, Din Üzerine, s.157.
  7. F. Engels, “Lavrov’a mektup”, 1875.
  8. F. Engels, “Lange’a mektup”,1865.
Aydınlanma