Marksizmin sosyal bilimlerdeki güncelliği ya da sosyal bilimi savunmak

Emperyalizmin yeni bir aşaması, uluslararası sermayenin küreselleşmesi ve onun önündeki tüm engellerin bir bir yıkılması… Bütün bunlar toplumsal yaşamın sadece hukuk ve ekonomi alanlarında gerçekleşmedi. İdeoloji düzeyinde de büyük bir dönüşüm gerçekleşti. İdeolojinin üzerindeki örtüyü kaldırarak gerçek toplumsal ilişkileri görmemizi sağlayacak olan şey bilim olduğundan, neo-liberalizme kavramsal araçlarını veren postmodernizm, en büyük saldırısını sosyal bilimlere gerçekleştirdi. Küreselleşmenin bölüp parçalayan doğasına paralel olarak farklılıklara, mikro olana odaklanan, genellemeleri ve toplumsal olguların açıklamasını yapmayı reddeden hegemonik postmodernist bilim yaklaşımı, bilgiyi de parçaladı. Saldırı, yerele/mikroya/farklı olana ait verileri bir kuram içerisinde yorumlama pratiği idi. Böylece, sosyal bilimleri dönüştürerek, kapitalist sömürü ilişkileri ve emperyalist süreçler gibi makro ölçeklerde gerçekleşen ilişkilere, tarihsel yapısal belirlenimlere -büyük ölçüde- kör etti.  

Küreselleşmenin, sömürülen ülkeler, halklar ve emekçi sınıflar üzerindeki yıkıcı etkilerini ve sömürüyü ortaya koyacak eleştirel toplumsal araştırma pratikleri büyük ölçüde dönüştü, açıklayıcı gücünü yitirdi. Yeni kavramlar ve bilme biçimleri ortaya çıkıp hâkim hale geldi. Bilgiyle kurulan diğer tüm ilişki biçimleri parçalanmaya başladı. Buna göre artık “büyük anlatıların çağı geçmiş”ti. Postmodernizm her ne kadar modernizme ve onun felsefesi aydınlanmaya karşı ortaya çıkmış ve eleştirisini “modernist” saydığı bütün bilim anlayışlarına yöneltmiş olsa da, en çok hedef aldığı “büyük anlatı” Marksizm oldu.

Postmodernizm ve post- ön ekli her yaklaşım içerisinden, eleştirel toplum bilimsel çalışmaların köklendiği Marksist kuramın açıklayıcı gücünü yitirdiği iddia edildi. Çünkü “sınıfın toplumsal değişimin merkezi olmadığı bir çağda” Marksistlerin çoğulcu olanı, farklılıkları, çoklu mücadeleleri anlamayacakları söyleniyordu. İki anlamda özcü olmakla, bir, görüngünün arkasındaki özü keşfetme çabası nedeniyle, iki, sınıfa değişmez ve sabit bir öz vererek özcü olmakla; yapıların rolüne yaptığı vurgu nedeniyle ekonominin belirleyiciliğini savunarak belirlemeci olmakla ve her şeyi üretim ilişkileri çerçevesinde dolayısıyla sınıfsal ilişkilerle açıklama çabası nedeniyle sınıf indirgemeciği ile suçlanmaktaydı. Bunlar, belirlemecilik, indirgemecilik ve özcülük Marksizmin toplumsal araştırma pratiğinde işlediği “üç büyük günah”tı (Özuğurlu, 2011). Sürekli günah işleyen Marksizm “eleştirel çalışmalardan” dışlanarak, postmodernizmin gündemindeki “farklılıklar” eleştirel çalışmalar içerisine dolduruldu. Postmodernizm her ne kadar sosyal bilimlerde moda olmaktan çıkmış ve eleştirisi henüz 90’larda ve 2000’lerde en güçlü biçimde yapılmış olsa da sosyal bilimler alanında yarattığı tahribatın ne kadar ağır olduğu bugün ortaya çıkmaktadır.

Bugün, sosyal bilimler alanında, özellikle benim de dâhil olduğum iletişim alanında yayımlanarak toplumsallaşan akademik bilginin, “bilimsel bilgi” içeriğinden çok şey kaybettiğini, hatta bu alanlarda “bilim” yapma iddiasından büyük ölçüde vazgeçildiğini görüyoruz. Dahası, akademide, toplumsal olgunun diyalektik ve tarihsel belirlenim ilişkileri içerisinde bütüncü bir açıklama çabası veren sosyal bilimcilerin, meslektaşları tarafından, “eski moda” ve “sorunlu” büyük anlatılar içerisinden açıklama yaptığı ve çalıştıkları konuları “tek taraflı”, “dogmatik”, “indirgemeci” biçimde ele aldığı suçlamasıyla karşılaşmasıdır. Bunun iki temel nedeni vardır. İlki, hiç şüphesiz, Marksist olmayan meslektaşlarımızın Marksizm konusundaki bilgi eksikliği ve alışılageldiği üzere Marksizmin oldukça mekanik ve dogmatik bir yorumunu Marksizmin kendisine atfetmeleridir. İkincisi ise, postmodernist eleştirilerin ve eleştiri olmanın ötesine geçen bazı yıkıcı iddiaların yarattığı etkidir.

Postmodernist bilim anlayışı hegemonikliği ile diğer bilim yaklaşımlarını da dönüştürmüş, onların ontolojik ve epistemolojik kabullerinin dağılmasına ya da dönüşmesine neden olmuştur. Çünkü hiçbir bilim yapma pratiği bu felsefi zemin olmadan gerçekleşemeyeceğinden bu zeminin ayaklarının altından kayması yıkıcı sonuçlar doğurur. Peki, postmodernist bilim anlayışında bu kadar yıkıcı olan nedir?

 

Postmodernist metodoloji

Nesnel “doğru”nun ve gerçekliğin olanaksızlığıdır (Anderson, 2004). “Herkesin kendine göre bir gerçekliği” olacağını ya da gerçekliğin hiç olmadığını, dolayısıyla gerçekliğin söylemin bir ürününden ibaret olduğunun kabul edilmesidir. Buna göre, dil, kendi dünyasını gerçekliğe başvurmadan, tamamen kendisi üretir (Rosenau, 2004: 121-23). Dilin kendi içine çekilmesinin doğal sonucu da, gerçekliğe tekabül eden önermeler olarak her türlü doğruluk olasılığını ortadan kaldırmak olacaktır (Anderson, 2004: 57-59). Böylelikle “bilinememezlik” ilan edilmiştir. Postmodernistlere göre anlama kategorilerini zihin tedarik etmektedir. Kişilerin zihinsel donanımları dışında gerçek dünyaya ait hiçbir inceleme nesnesi yoktur (Gergen, 1986: 141). Hiçbir olaya onu algılayanların yüklediği anlamlar dışında bir gerçeklik atfedilemeyeceği şeklindeki “inşacı” ve bütün olguların, kendi paradigmaları ve “cemaatleri” içinde anlaşılabilir olduğuna ilişkin “bağlamsalcı” gerçeklik anlayışlarını kabul ederler. Daha da radikal yorumlarında, zihinsel ve dış dünya arasındaki ayrım kesin olarak reddedilerek katı bir dilsel görecilik benimsenir.

Yazının tamamı Bilim ve Ütopya'nın mayıs 2018 sayısında!
 

Şafak ETİKE
Ankara Üniversitesi  Sosyal Bilimler Entitüsü Gazetecilik ABD Doktora Öğrencisi

 

Toplum Bilimleri