Karamsarlar haklı mı?

Yazan
Emrah MARAŞO
Bilim ve Ütopya Genel Yayın Yönetmeni
Yazının Okunma Süresi
13 dakika

2015’in Kasım ayında Kanada’nın Toronto kentinde yapılan ve dört batılı düşünürün katıldığı münazarada iki kamp vardı. Üç bin kişilik seyirci kitlesi önünde yapılan tartışmanın sorusu şuydu: “Gelecek Daha Güzel Günler mi Getirecek?”
Bir tarafta Alain De Botton ve Malcolm Gladwell, diğer tarafta Steven Pinker ve Matt Ridley bulunuyordu. Bu isimlerin hepsi önemli yazar ve düşünürler.
İlk grup geleceğin daha güzel günler getirmesi için büyük nedenler olmadığını, bilim insanları ve tüccarların topluma gerçekçi olmayan bir iyimserlik yaydığını söylüyordu. Bu gruba göre zenginlik ve maddi refah mutlulukla eşdeğer değildi. Eğer öyle olsaydı İsviçre gibi zengin bir ülkenin bile tonla sorunu olmazdı. Tarih boyunca insanın mutsuzlukları vardı ve bilim buna bir yanıt veremezdi. “Hamlet laboratuvarınıza gelse ne yapardınız?” Dolayısıyla çözümü sadece bilimde ve ekonomik gelişmişlikte aramanın faydası yoktu. Ayrıca iyimserler geleceğe yönelik tarihselci örnekler vererek bugünün gerçek sorunlarının üzerinden atlıyor ve sahte bir umut havası yayıyorlardı. Kusurlar kesinlikle devam edecekti. “Karamsar gerçekçi” olmak gerekiyordu. Çünkü çağımızın en büyük tehlikesi mükemmelliyetçi beklentinin yarattığı öfkeydi. Tarihteki en kötü hareketler mükemmelliğe inanan insanların kafasından çıkmıştı ve bir seferde sorunları çözeceklerini düşündükleri için her şeyi daha berbat hale getirmişlerdi. Bilge ve alçakgönüllü olmak en iyisiydi. Bugün geçmişten daha iyi olsa bile gelecekte karşılaşacağımız risklerin doğası ve türü değişmişti. Bu riskler eskiye oranla çok daha yıkıcı ve büyüktü. Evet, savaşlar daha nadirdi ama daha feciydi.
İyimserler ise tarihsel bir çerçeveden hareket ediyorlardı. İnsanların artık lahana çaldığı için eli kesilmiyor, kadınlar cadı olarak suçlanıp yakılmıyor, salgınlarda milyonlarca insan ölmüyor, ekonomik gelişmişlik istatistiklerde de görüldüğü gibi olağanüstü bir şekilde artıyor, temel eğitimden herkes yararlanıyordu. Geleceğin iyi veya kötü olacağını ruh halimiz değil nesnel ve tarihsel veriler belirlemeliydi. Ayrıca haberlerin olumsuzluğa odaklandığını, iletişim teknolojilerinin geçmiş dönemlere göre kıyaslanmayacak ölçüde geliştiği için bütün dünyanın kötü haberleri anında öğrendiğini ve ister istemez bir yanılsama oluşturduğunu ima ediyorlardı. İyimserliğin kaynağı geçmişteki olumlu çizginin geleceğe doğru yukarı çıkmasıydı. Bunun altında yatan etken ise yeni buluşlar ve yeni fikirlerdi. Seçici algımız geçmişin mutlu hatıralarını, geleceğin kasvetli günlerini öne çıkardığı için özel bir narsisizm geliştiriyorduk ancak bu bir aldanmaydı. Bilimin gelişmesi sayesinde insanoğlunun maddi dünyası ve hayali daha genişti. Bu durum aşı bulunduğu için çocuğunu erken yaşta kaybetmeyen bir anne babanın mutluluğunu elbette etkileyecekti. Edebiyat ve tiyatro eserlerinin yaratımına da olumlu katkı yapacaktı. Karşı taraf iyimserliği kusursuzluk olarak algılıyordu ancak öyle değildi: “İyimser, dünyanın kusursuz olmadığını düşünen ve daha iyi bir hale getirmek isteyen kişi”ydi.
Karamsar ve temkinli cephenin sözcülerinden Malcolm Gladwell, konuşmasının bir yerinde bugün yaşadığımız pandemiyi ilgilendiren ve özellikle kehanetlere düşkün olanlar için ilgi çekici bir şey söylüyordu:

“Epidemiyologlara sorarsanız size insan türünün yok olma tehlikesinden söz edeceklerdir. İnsan türünün yok olma tehlikesinin söz konusu olmasının nedeni, bu kadar etkileşim halinde, bu kadar iç içe geçmiş olmamız. Bu durum ölümcül bir organizmanın veya virüsün dünyaya çok ama çok hızlı yayılmasını mümkün kılıyor. Epidemiyologlar bu olgu yüzünden çok yakın dönemde birden fazla kez bu türden bir olaya ramak kaldığını size söyleyeceklerdir.”

Gerçekten de etkileyici!
Steven Pinker’ın buna yanıtı geçmişteki salgınların yarattığı kırılganlığın şimdikiyle karşılaştırılamayacağıydı. Moleküler biyolojideki gelişmeler riskleri azaltıyor ve insanlığın önceki yüzyıllarda yaşadığı acılarla kıyaslanmayacak bir tabloyu ortaya çıkarıyordu.
Münazara öncesi seyircilerin yüzde 71’i geleceğin daha güzel günler getireceğini düşünüyor, yüzde 29’u ise bu fikri paylaşmıyordu. Münazaradan sonra yapılan oylamada iyimserler iki puan daha kazanarak galibiyetlerini ilan ettiler.
Peki, münazaranın sorusu bugün sorulsa acaba aynı seyirciler ne düşünür? Yanıtlamak oldukça zor ama bu ufuk açıcı tartışma bize bugünün penceresinden iyimserlik, karamsarlık, belirsizlik üzerine düşünmek için verimli bir malzeme sunuyor.
Ya siz ne düşünürsünüz? Gladwell, dünya çapındaki bir salgın ihtimaline epidemiyologlara dayanarak vurgu yaptığı için karamsarlar haklı mı?

Tarihselliği materyalist gerçekçilikle tamamlamak
Haklı olmadığını düşünüyoruz. Sebebi sadece bu konuya değinmesi değil, başta iklim krizi olmak üzere nükleer savaş ve diğer felaket olasılıklarını da konuşmasında sıklıkla tekrarlaması. Pandemi içlerinden tutturduğu seçenek. Peki, bu şekilde öne sürmüşse bile yine de iyimser olmamak için neden yok mu? İşte bu noktada tarihsellik devreye giriyor. Çünkü bir krize ve geçmişte yaşanılan, bugün de tekrar eden bir olguya bakmak aslında insanlığın deneyimlerine bakmak demek. Sadece bakışla ilgili bir durum değil bu. Çünkü biz de insanlık diye kavramsallaştırdığımız gerçekliğin içindeyiz. O gerçekliğin parçasıyız. Dışarıdan konuşmuyoruz, onun üstünde değiliz, bizim için sadece incelenecek bir nesne değil. Sorunlarla başa çıkma anımızda ki bu pandemi insanlığın büyük tarihinde kısacık bir andır, zorluklarla yüz yüze geldiğimiz için onun sonsuza dek süreceği yanılsamasına kapılıyoruz. Yanılsamayı nesnelleştirmek ve evrensel bir doğru haline getirmek sorunlara yol açıyor.
Hatalara ve olumsuzluklara odaklanıp bütünselliği ıskalamak da birçok insanı karamsarlığın dipsiz kuyularına itiyor. Oysa gerçek, tek bir etkene veya süregelen birtakım önemli, kritik hatalara bile indirgenemeyecek kadar büyük ve karmaşık bir olgu. O hataların üstesinden gelmek için en başta bilime ve olgulara dayanmak, değiştirme umudu ve inancıyla hareket etmek gerek. Bu nedenle bize tarihsellik bilincini oluşturan ve geliştiren, bununla kalmayıp tarihselliği materyalist gerçekçilikle tamamlayan bir tavır gerekli. Tavır kelimesini bilerek kullanıyoruz ve pratiğe atıfta bulunuyoruz. Çünkü insan etkinliği bedensel ve zihinsel pratikten başka bir şey değil.
Deneyim demiştik… Deneyim insanlığın birikimi ve kat ettiği mesafe, bir nevi düşmanla savaşırken cephanemizde biriktirdiğimiz silahlar. İşte en büyük iyimserliğimiz ve hareket noktamız budur. İyimserlik bir bakıma bizi ayağa kaldıran etkendir. Marx’ın dediği gibi “bizi harekete geçiren arzu ve umut”tur. Uygarlık ayakta ve biz ona dayanarak ileri gideceğiz. Fakat sadece tarihe referans vererek olur mu?

Küçümsemek, önemsemek…
Mao Zedung, bir konuşmasında şu tespiti yapmıştı: “Düşmanı stratejik olarak küçümseyin, taktik olarak önemseyin”. Kafası karışık bir adamın sözleri gibi geliyor ilk başta. Ancak öyle değil. Bu söz aslında iyimserlik ve karamsarlık arasındaki mücadelenin tam da merkezinde yer alıyor. Savaştığımız düşmana karşı nihai zafer kazanmak istiyorsak onu küçümsemek ve kendi güçlerimize güvenmek, kuvvetlerimize umut ve irade aşılamak başarının vazgeçilmez koşuludur. Ancak savaş sadece bununla kazanılmaz. “Somut durumun somut tahlili”ni yaparak, düşmanı ve olası hamlelerini ciddiye alarak, ciddiyeti stratejinin küçümseyici özgüvenine havale etmeyerek ve her somut çarpışmayı hesaplayarak kazanılır. Savaşı elbette geniş anlamıyla kullanıyoruz. Bugün COVID-19’a karşı verdiğimiz savaşta insanlığın bilgi birikiminin tümünü mücadele alanına sürüyoruz. Ancak bilimin öngörülerini, önleyiciliğini ve hazırlığını bazı durumlarda savaşmadan kazanmak için de dikkate almak şart.

İdeoloji hödük müdür?  
Münazaradaki düşünürler fikirlerini ifade ederken emperyalist-kapitalizmi geçerli tek sistem olarak ele alıyorlar. Riskleri yani iklim krizini, savaşları, sağlığı düşünürken sistemi ve ideolojiyi es geçiyorlar. Gelecek güzel günler getirecekse bu hangi sistem altında daha güzel olacak sorusunu yanıtlamıyorlar. Gelecek iyimserlerin abarttığı gibi olmayacak ve yok edici riskler altında yaşayacaksak bunun sorumlusu olan sistemi sorgulamıyorlar. Böyle olunca verimli bir tartışmanın en önemli ayaklarından ikisi eksik kalıyor: Sistem ve ideoloji. Sistem ve ideoloji bilimden, felsefeden ve edebiyattan bağımsız olgular değil. Örneğin bir yazar, gazeteci ya da bilim insanı “ideoloji beni ilgilendirmez, bırakın ya şu ideolojileri” diyemez. Çünkü sistem ve ideoloji dolaylı ve incelikli yöntemleriyle herkesle ilgilenir ve herkesi kapsar. Sizin onların karşısında pasif olmanız, daha çok maruz kalmanız ve nesne olmanızdan başka bir anlama gelmeyecektir. İdeoloji bilim politikalarını, sağlık politikalarını, üniversiteyi kuşatır ve biçimlendirir.
Yeterli bilgiye sahip olmamak ve küçümseyici değerlendirmeler, ideolojiyi hep kabalaştırmış ve ona hödük muamelesi yapmıştır. Bu tavrın kendisi bile hâkim ideolojinin bir dayatmasıdır. İdeoloji sınıfların değer yargıları ve maddi, manevi çıkarlarının sistemleştirilmiş halleridir. Modern toplumu biçimlendiren en önemli etkenlerden biridir. Attilâ İlhan, An Gelir şiirinde “görünmez bir mezarlıktır zaman” diyordu. İdeoloji de böyledir, görünmezdir. Batıcı ideoloji sizi öldürüyordur ama hâlâ ben ideolojik değilim türküsünü çığırırsınız. Ancak bu işe yaramaz. Ölümünüze yol açan ideolojisini kuşanmış olan emperyalist-kapitalist sistemdir. Onun karşısında soyutlanma iddiasıyla ayakta kalamazsınız. Kamucu, halkçı çözümün ideolojisini savunarak dik durabilirsiniz. Bilimin önünün açılması da günümüzde bu temelde mümkündür. Her şey bütünlüklüdür ve iyimserlik aynı zamanda ideolojik bir tavırdır.

Mükemmellik olmadığı için iyimseriz
Aslına bakarsanız mükemmelliyetçiliğin kardeşi karamsarlıktır. İyimserler materyalist oldukları için eksik ve kusurlu bir evrende yaşadıklarının bilincindedirler. İnsan tamamlanmış bir mahlûk değildir. Mükemmel hiç değildir. Olmadığı için mücadele etmek gerekiyor.
Önemli fizikçilerden Richard Feynman, tüm bilimsel bilginin yok olması durumunda felaketten kurtulan bir canlıya güvenli bir şekilde aktarmak üzere tek bir cümle izni verilse onun şu olması gerektiğini söyler:
“Bence bu atom tezidir; yani her şeyin atomlardan oluştuğu, bu küçük parçacıkların sürekli hareket halinde olduğu, aralarında az bir mesafe olduklarında birbirlerini çektikleri ama sıkıştırıldıklarında birbirlerini ittikleri.”

Tarihsel iyimserlik
Güncel tehditlerin üstesinden gelmek pratik bir etkinlik. Önemli olan tehlikelerin felaket haline gelmeden yapacaklarımızdır. Gladwell’in uyarısı önemlidir ama risk almama tavrı muhafazakâr ve değişime kapalı karakteriyle insanlığa hiçbir şey vadetmemektedir.
İnsanlık, önceki çağlarla kıyaslanmayacak kadar güçlü. Doğayla ilişkimiz de onu hiçe sayan değil, uyumlu olan ama onun getirdiği sorunlarla da mücadele eden bir yaklaşımla ele alınmalıdır. Doğa bilimleri dediğimiz şey toplumun ilk kaynağı olan iş ve üretim sonucu ortaya çıktı ve gelişti. İnsan, üretmese ve mücadele etmeseydi, risk almasa ve mağarasından çıkmasaydı bırakın bilimi inşa etmeyi insan olur muydu? Bilimin kendisi bu nedenle doğaya karşı yapılan bir mücadelenin ürünüdür. Ancak doğa düşmanımız değil, uyum içinde yaşayacağımız ve parçası olduğumuz bütünlüktür.
Tarihsel iyimserlik, bizi hem geçmişle birleştiren hem de geleceği güncel ve somut olarak biçimlendirmemiz konusunda yol gösteren anahtardır. Tarihsellik gerçekçidir. Boş hayal ve umuttan değil olgulardan, deneyimlerin somut başarılarından, başarısızlıkların derslerinden yola çıkar. İyimserlik bu materyalist temele göre şekillenir.
İnsanlık en zor durumda da olsa, yok olmanın eşiğine gelse bile deneyimleriyle ayağa kalkmasını bilecek kadar güçlü bir varlıktır. Yeter ki ona ilk temeli, atomların hareketini verelim. Gerisi çok uzun da sürse gelecektir.  

Kaynaklar
Alain De Botton, Steven Pinker, Matt Ridley, Malcolm Gladwell, Gelecek Daha Güzel Günler mi Getirecek?, Domingo Yayınevi, 3. Baskı, Aralık 2018
Lewis Dartnell, Uygarlığı Yeniden Nasıl Kurarız?, Koç Üniversitesi Yayınları, Haziran 2016.
Doğan Özlem, Tarih Felsefesi, Say Yayınları, 2010.

Toplum Bilimleri