Fârâbî’ye göre iyi ve kötü kavramları

Yazan
Ayşe Sıdıka Oktay
Yazının Okunma Süresi
22 dakika

Fârâbî İslâm düşüncesi tarihinde felsefenin sistemleşmesini ve kavramların oturmasını sağlayan bir düşünür olarak tanınır ve Aristoteles’ten sonraki ‘ikinci öğretmen’ adıyla anılır. Kendisinden sonraki filozofların, özellikle de İbn Sînâ’nın düşünceleri üzerinde önemli etkisi olmuştur. Onun en dikkati çeken yönü ise ahlâk ve siyaset felsefesine özel bir değer vermesi ve eserlerini ağırlıklı olarak bu konularda yazmasıdır.

İyi ve mutluluk

İyi, bir yetkinlik ve amaçtır. Fârâbî’ye göre insanın arzuladığı her yetkinlik ve her amaç ancak iyi olduğu için arzulanır. Pek çok iyi vardır. Ancak mutlak iyi (hayr) son yetkinlik olan en üst mutluluk

tur (es-sa’âde el-kusvâ). Mutluluk da insanın her zaman başka bir şey için değil de, sadece kendisi için tercih ettiği ve istediği bir hedeftir. Oysa istenilen diğer her şey ancak mutluluğa ulaşmadaki yararı için tercih edilir. Mutluluğun elde edilmesinde yararlı olan her şey iyi ve her ne şekilde olursa olsun ona engel olan her şey kötüdür. (Fusûlü’l-medenî, s.121, ç.39; es-Siyâsetü'l-medeniyye,

s.42, ç.39.) Demek ki Fârâbî’ye göre özünde iyi olan tek şey mutluluktur. Başka iyiler de vardır. Ancak diğer iyiler, mutluluğa götürdükleri oranda iyidirler. İyilik onların özünden değil, mutluluğa

aracı olmalarından, mutluluğun elde edilmesinde fayda sağlamalarından kaynaklanmaktadır. Mutluluk sadece kendisinden dolayı tercih edildiği için, iyi şeyler içinde en çok tercih edileni, en

büyüğü ve en yetkinidir. Mutluluk olan iyiliği elde ettiğimizde ondan başka herhangi bir şeye ihtiyacımız olmaz. Bu durumdaki her şey kendi kendine yeterli olmaya en layık olur.(Tenbîh alâ sebîli’s sa’âde, s.3, ç.27; Siyase, s.42, ç.39.)

En yüksek yetkinlik olan mutluluk, kendisiyle mutluluk elde edilen eylemlerin bir karşılığı olmadığı gibi kendisiyle mutluluğun elde edilmediği eylemleri terk etmenin de karşılığı değildir. Yine mutluluk, eğitimle veya öğrenmeyle elde edilen bilgeliğin (hikmet) karşılığı da değildir. Fârâbî’ye göre mutluluk, erdemli eylemlerle ulaşılan son amaçtır. O bunu, bilginin öğrenme ve çalışmadan kaynaklanmasına benzetir. Mutsuzluk ise ne erdemli eylemlerin terk edilmesine karşı cezadır ne de hatalı eylemlerin yapılmasından dolayı verilen karşılıktır.(Fusûl, S.152, ç.61.)

İyiyi seçme

En yüksek iyi olan mutluluk tesadüfen elde edilecek bir şey değildir. Çünkü Fârâbî iyi eylemlerin insanda tesadüfen veya gönüllü olarak yapılmadan da insana yüklenebileceği kanaatindedir. Bu sebeple iyi sadece iyi olduğu için seçildiğinde, zenginlik, devlet başkanlığı veya benzeri bir şeye ulaşmak amaçlanmayıp bizzat kendisi için tercih edildiğinde mutluluğa erişilebilir. Yani iyi, bilinçli bir seçim olmak zorundadır. Ancak bu bilinçli tercihlere dayalı iyiler içinde en çok seçilen, iyiler arasında en iyi olan, en çok amaçlanan iyilik mutluluktur.(Tenbîh, s.3, ç.27; Fusûl, s.121, ç.39.) Ayrıca bilinçli bir tercihle iyiyi seçme sadece bazı zamanlarda ve bazı şeylerde olmamalıdır. Böylece mutluluğa ulaşılamaz, insan mutluluğa ancak başından sonuna kadar bütün hayatı boyunca ve seçtiğini nasıl tercih ettiğinin farkında olacak şekilde, iyi (cemîl) seçimler yaptığında ulaşabilir. İnsan bütün hayatı boyunca isteyerek kötü seçimler yaptığında kötülük (şekavet) ortaya çıkar. (Tenbîh, s.5, ç.30-31.) Dolayısıyla iyiyi seçme ve iyiyi ayırt etme her zaman, sürekli olmalı, geçici olmamalıdır.

İnsan iyiyi ve kötüyü yapma imkânına sahiptir. İnsana bunu yapabilecek güç doğuştan verilmiştir. (Tenbîh, s.5-6, ç.31 -32.) Ancak en yüksek iyi olan mutluluğu elde etmek için sadece bu imkâna sahip olmak veya sadece bunun bilgisine sahip olmak yeterli değildir. Katibin yetkinliği, yazma sanatına ait bilgilere sahip olması değil, bizzat yazma sanatına ait eylemleri yapması, doktorun

yetkinliği sadece tıp sanatını elde etmeyip bizzat doktorluk mesleğini yerine getirmesi, onunla ilgili eylemleri yapması olduğu gibi, bu konudaki yetkinlikte, insanın bu eylemleri meydana getiren yatkınlıklara (meleke) sahip olması değil, bizzat o eylemleri yapması, uygulamasıdır.(Fusûl, s.120-121. ç.39.) Ancak bu sayede son nokta olan mutluluğa, mutlak iyilik olan yetkinliğe ulaşabilir.

Fârâbî’ye göre en yüksek iyilik olan mutluluğa götüren üç durum vardır: Bunlar eylemler, ruhta sonradan meydana gelen durumlar ve seçim, insanda doğuşundan itibaren bu üçünün gerektiği gibi olmasını sağlayan bir güç vardır. Bu güç ile insan iyi ve kötü eylemleri yapma imkânına sahip olabilir, kötülüklerden kaçınıp iyiye, mutluluğa ulaşabilir. Doğuştan olduğu için insan bu gücü kendi çabasıyla elde etmez. Ancak iyi, mutluluk gibi ahlâkî değerleri bu güç ile sonradan kazanır. (Tenbîh, s.5-7, ç.31-34.)

Fârâbî iyi ve kötü değerlerinin kazanılmasında alışkanlıkların rolüne dikkati çeker. İyi ve kötü değerler sık sık tekrarlanarak alışkanlıklar haline gelirler.(Tenbîh, s.8. ç.34-35.) Mürşit veya öğretmen de insana değerlerin kazandırılmasında önemli bir etkendir. Çünkü her insan mutluluğun ve ona ulaştıracak diğer değerlerin neler olduğunu bilmeyebilir. Bunun için bu değerleri kendisine ulaştıracak bir rehbere veya öğretmene ihtiyacı vardır. (Siyâse, s.47-48, ç.43.)

Kötülük ve mutsuzluk

Fârâbî iyilik ve kötülüğün iradi ve doğal olarak ikiye ayrıldığını ve doğal olarak var olan kötülüğün gök cisimlerince verildiğini, iradi kötülük ve iyiliğin kaynağının ise insan olduğunu belirtmektedir. Ancak Fârâbî'nin genel felsefesinde kötülük (şer) yoktur. O genel olarak evrende kötülüğün varlığını kabul etmez. Ona göre her şey iyiliktir. İyinin zıddı olmaktan başka kötülüğün niteliği yoktur. Kötülük iki çeşittir (Fusûl, s.150, ç.59; Siyase, s.42, ç.39.):

a) Mutluluğun karşıtlığı olan mutsuzluk (eş-şekâ) anlamında kötülük. Mutsuzluk, ulaşılan en son kötülüktür ve bundan daha büyük kötülük yoktur.

b) Kendisiyle mutsuzluğa ulaşılan kötülük. Bu tür kötülük, mutluluğa götüren olumlu vasıta değerlerin zıttıdır ve mutsuzluğa götüren iradi eylemlerin kötülüğünü ifade eder.

Her iki kötülük de iyilikler gibi iradidir. Fârâbî ruhun (nefsin) tutkularının, arzu (şehevi) ve öfke (gazabi) yatkınlıkların (meleke), zulüm, cimrilik vb. alışkanlıkların (melekelerin) kötü olmadığını, bunların kötü olduğunu düşünenlerin yanıldıklarını belirtir. Çünkü ona göre hem iyilikte hem de kötülükte kullanılmak üzere uygun hale getirilen şey, ne iyidir ne de kötüdür. Dolayısıyla bu yatkınlıklar, kendisiyle mutluluğun elde edilmesinde kullanıldığında iyi, mutsuzluğun elde edilmesinde kullanıldığında kötüdürler.(Fusûl, s.151, ç.60-61.)

Fârâbî kötülüğün insanın iradesiyle ortaya çıktığını kabul etmekte ve kötülüğün, insanda iyilik gibi bir imkân olarak mevcut olduğuna işaret etmektedir. (Tenbîh, s.5, ç.30: Siyâse, s.42-44, ç.39-40.) İçinde yaşadığımız evrende, insan iradesiyle olmayan herhangi bir şeyde kötülük yoktur, her şey iyiliktir (hayr). (Fusûl, s.150, ç.59: Siyase, s.42, ç.39.)

İyilik de insanda tıpkı kötülük gibi imkan olarak vardır ve onun seçimiyle gerçekleşmektedir. Ancak âlemde başka iyilikler de vardır. Aslında iyilik ve kötülüğün insanda bir imkân olarak bulunması, seçimle ve eylemle meydana gelmesi, bunların varlığının insanın varlığına ve seçimine bağlı olarak oluşan değerler olduğuna işaret eder. Fârâbî’ye göre kötülük, insana bağlı bir değer olmasına karşın iyilik her şeyin kendisine bağlı olduğu ilk sebeptir ve insana bağlı olmaksızın da realitede vardır. Bu durumda kötülük ve iyilik birbirlerine zıt değerler gibi görünüyorsa da aralarında, varlık bakımından fark vardır. İyilik bir değer olarak insan iradesine bağımlı olmadan da realitede, evrende mevcuttur. Kaynağı ise ilk sebep olan Tanrı'dır. (Fusûl, s.150, ç.60.)

İyiliğin dereceleri

İyinin farklı dereceleri vardır. Mutluluk sadece kendisinden dolayı tercih edildiği için iyi şeylerin en çok tercih edileni, en büyüğü ve en yetkinidir. Mutluluk, kendisi için istenilen iyilik olmasına karşılık, ilaç içme gibi bazı faydalı şeyler başka iyiliklere götürdükleri, başka erdemlerin meydana gelmesine aracılık yaptıkları için iyidirler. Devlet başkanlığı ve ilim gibi iyi şeyler bazen bizzat kendilerinden dolayı seçilirken bazen de zenginlik veya haz elde etme aracı oldukları için tercih edilirler. Hiçbir zaman başkasından dolayı değil, her zaman bizzat kendisinden dolayı tercih edilenler, bazen başkasından dolayı seçilenlerden daha makbul, daha yetkin ve daha iyidir. (Tehbîh, s. 2-3, ç.26-27.) İyi sırf iyi olduğu için seçildiğinde, zenginlik veya başka bir şey elde etmek için istenmeyip sırf kendisi amaçlandığında mutluluğa erişilir. Dolayısıyla sırf kendisinden dolayı tercih edildiği, başka nedenden dolayı tercih edilmediği için mutluluk, iyilik sıralamasında en yüksekte yer almakta ve en yüksek iyi olmaktadır. Bunun zıddı olan mutsuzluk (şekâ) ise en yüksek olumsuz ve kötü değerdir.

İyi ve erdemlerle bağlantısı

En yüksek iyi olan mutluluğun elde edilmesi erdemlerle mümkün olmaktadır. Dünya ve ahiret mutluluğunun elde edilmesini sağlayan en yüksek yetkinlik olan bu mutluluğu sağlama teorik (nazari), düşünsel (fikri), ahlâkî erdemler ve pratik sanatlarla gerçekleşir.(Tahsîlu’s-sa’ade, s.2, ç.14.) Dolayısıyla mutluluğun ilk şartı, en son gayeleri yalnızca varlıkları ve onların içeriklerinin akılla anlaşılmasını kesinlikle sağlayan ilimlerden ibaret olan teorik erdemlerdir. Bundan sonra, herhangi bir erdemli amacın elde edilmesinde en yararlı şeyi keşfeden düşünce erdemleri gelir. Bilgi gücü (nazari kuvvet), iradenin alanına girmeyen, değişmez olan akledilenleri (makulleri) kavrarken,

düşünme gücü (fikri kuvvet) zaman ve mekâna göre değişen, iradeye bağlı olaylarla ilgilidir. Düşünme gücü, yüksek bir gaye için faydalı durumları tespit etmekte kullanılırsa buna düşünce erdemi denilir. Fakat bir kötü amaç için faydalı olanı ortaya koymaya çalıştığında düşünme gücü, erdem olma niteliğini kaybeder. Onun başka bir isimle anılması gerekir.(Tahsîl, s.20-21, ç.27-28.)

Düşünce erdeminin değeri ve gücü teorik erdemlerin gelişmişliğine bağlıdır. Bundan sonra ahlâkî erdemler gelir. Fârâbî bu erdemleri derecelendirerek birbirine bağlar. Buna göre düşünce erdemleri teorik erdemlere, ahlâkî erdemler ve pratik sanatlarda düşünce erdemleriyle teorik erdemlere bağlıdırlar. Çünkü varlık hakkında bilgi olmadan, ahlâkî amaçlar hakkında düşünmek mümkün değildir. İyilik ve kötülüklerin belirlenebilmesi ve erdemli niteliklerin geliştirilmesi için de bilgi (nazari) ve düşünce (fikri) güçlerine ihtiyaç vardır. (Tahsîl, s.26, ç.34-35.) Ancak düşünce erdemleriyle istenilen amacın gerçekleşmesi de ahlâkî erdemlere bağlıdır. (Tahsîl, s.23, ç.30.) Bir kumandanın, düşünce erdemiyle savaşta zafere ulaşacak en faydalı yolları bulması, zaferi kazanmak için yeterli değildir. Zaferi kazanmak için ayrıca savaşçılar da bulunması gereken yiğitlik erdemine de -ki ahlâkî erdemdir- sahip olması gerekir.(Tahsîl, s.25, ç.32-33; Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlâk, s.129.)

Fârâbî Aristoteles’e dayanarak, erdemleri ayrıca akli (nutki) ve ahlâkî erdemler olarak da ayırmıştır. Bilgelik (hikmet), akıl, akıllılık (basiret), zekâ ve sağlıklı düşünme gibi nefsin akli özelliklerini akli erdemler, ölçülülük (iffet), yiğitlik, cömertlik, adalet gibi nefsin eğilimine ilişkin özellikleri ahlâkî erdemler olarak sıralar.(Fusûl, s.108, ç.31.) Erdemi, nefsin biri fazlalık diğeri eksiklik yönünde rezilet olan iki yönüne eşit yatkınlık ve meleke olarak tarif eder. Burada ölçülülük (iffet), bayağı hazlara aşırı düşkünlük ile duyarsızlık olarak adlandırılan iki aşırı yönün, cömertlik cimrilik ve savurganlık olarak tanımlanan İki aşırı ucun ortasındaki erdemlerdir.(Fusûl, s .113, ç.34; Tenbîh, s.10-11, ç.36-38.) Fazlalık ve eksiklik tarafına yönelen davranışlar, kötü ahlâkı meydana getirirken orta noktada meydana gelen erdemler, iyi ahlâk için bir ölçü, kriter konumundadırlar. Çünkü iyi eylemler ancak orta bir durumda olduklarında meydana gelir. Bu da iyi ahlâka sebep olur. Vasıta değer olan erdemlerin gerçekleşmesi ise en yüksek değer olan mutluluğa götürür.

İyi ile erdem arasındaki farklar

Fârâbî erdemle iyi arasında bazı farklara işaret eder. Aslında erdemler de iyidir fakat onlar bazı özellikleriyle herhangi bir iyiden ayrılırlar ve mutluluğa giden yolda iyiden daha yüksek niteliktedirler. Ahlâkî erdemlerin birtakım özellikleri vardır. İlk olarak erdemler iradeye dayanır. İnsanın doğası ne erdemli ne de kötü ahlâklıdır, insandaki yerleşik yatkınlıklar olan erdemler kendisinde iyi veya kötü olarak gelişinceye kadar uygun eylemler tekrarlanarak kazanılır. Burada iyinin, belli bir noktadan sonra alışkanlık haline gelebileceğine işaret edilmektedir. İnsanın doğuştan sahip olduğu tabii yatkınlıklar, erdem veya kusur sayılmaz.(Fusûl, s.108-110, ç.31-32.) İkinci olarak Fârâbî genel geçerliliği olan iyilikleri erdem kabul eder. “Çünkü yalnız isteyeni için yararlı olan şeye hayır denebilirse de erdem denemez”, “Hiçbir iyilik, insan onu başkaları için istemedikçe

ahlâkî erdeme dönüşemez” sözleriyle, erdemle iyiliği, yaygınlığı ve kapsamı açısından ayırmaktadır. Erdemin üçüncü özelliği devamlılığıdır. Alışkanlık haline gelen erdemli davranışlar bu devamlılığa işaret etmektedir. Ayrıca “bir ülke, bir millet veya milletler için ortak olan erdemli bir amaca, olabildiğince uzun süre değişmeksizin yararlı olan erdem, gerçek erdemdir" sözlerinde olduğu gibi en uzun süre değişmeden kalan erdemler, en gerçek erdemler olmaktadır.(Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlâk, s.129.)

Fârâbî’nin ahlâkî erdemlerle ilgili bu açıklamalarını değerlendirdiğimizde, erdemle iyi arasında bir ayırım yaptığını görürüz. Erdem denildiğinde, sıradan insanların o eylem için seçtiği değerden bahsedilmez. Erdemleri her iki tarafı kötülük olan iki aşırılığın ortası olarak tarif edildiği hatırlanırsa adeta burada erdemlere iyilik, iki aşırılığa da kötülük olarak değer standardı getirilmektedir. Dolayısıyla erdem denildiğinde, iyilik yönünde evrensel bir nitelik kazanmış değerlerden söz edilmektedir. İyi bir değer olarak bireysel ve kültürel özellikler taşır ve görecelidir. Erdem bireysel ve kültürel niteliklerin ötesinde ve görecelikten olabildiğince uzaktır.

Filozofumuz, bir insanın sıradan insanın erdemini aşarak tanrısal insan dedikleri en üstün erdem düzeyine ulaşabileceğini düşünmüştür.(Fusûl, s.110, ç.32-33.)

İyinin örgütlü toplumda kazanılması

Fârâbî'ye göre insanın mutluluğa ulaşması, yani iyiyi seçmesi kendi iradesine dayanır. İnsan mutluluğa ulaşabilir, ancak bu tek başına mümkün değildir. İnsan farklı kabiliyetlerde ve pekçok şeye muhtaç olarak yaratıldığı, tüm ihtiyaçlarını tek başına karşılaması imkânsız olduğu için yardımlaşma ve işbirliğine ihtiyacı vardır. Bu sebeple insanın bir topluluk içinde yaşaması gerekir.(el-Medînetü’l-fâzıla, s.78, ç.70; Fusûl, s.121, ç.39.) Mutluluk da kolektif bir olgu olarak başkalarıyla işbirliği yapmayı gerektirir. Yetkin insan da dahil, hiçbir insanın örgütlenmiş bir topluluk içinde karşılıklı işbirliği olmadıkça yetkinlik (kemal) ve mutluluğa ulaşması mümkün görülmemektedir.(Aydınlı, Fârâbî’de Tanrı-İnsan İlişkisi, s. 184.) Bu sebeple Fârâbî ahlâkı siyasete hazırlık saymaktadır. Ahlâk insanın hem bilebildiği hem de yapabilme gücünü elde ettiği pratik (ameli-kılgısal) veya siyasi felsefenin alt dalıdır.(Tenbîh, s.20-21, ç. 52.) Çünkü siyaset ilmi insanın yetkinleşme sürecinde iyilikler, erdemler ve güzelliklerle, kötülükler, eksiklikler ve çirkinlikler gibi olumlu ve olumsuz değerlerin ne ve nasıl olduklarını, neden ve niçin olduklarını, nasıl bilinebileceklerini, birinin diğerinden nasıl ayırt edilebileceğinin öğrenilmesini sağlar. Böylelikle şehirde yaşayan her insan, fıtratı ölçüsünde içinde yaşadığı siyasi topluluklar aracılığıyla mutluluğa erişebileceği şeyleri bilebilir. (Tahsîl, s. 15-16, ç.20.) Bu durumda siyaset ilmi, aynı zamanda mutluluğu elde etmeyi sağlayan ahlâk ilmi olmaktadır.

İnsanın en üstün iyilik olan mutluluğa ulaşabileceği en küçük yerleşim birimi şehirdir. Bundan daha az bir toplulukta mutluluğa ulaşamaz. İnsanların birbirleriyle en son yetkinlik ve en üstün değer olan mutluluğu elde etmekte yardımlaştığı şehir, erdemli şehir, erdemli şehirlerin birleşmesinden erdemli millet, bütün erdemli milletlerin birleşmesinden erdemli, mükemmel evrensel devlet ortaya

çıkmaktadır. (Medîne, s.78, ç.70; Fusûl, s.121, ç.39.) Dolayısıyla bir şehir veya bir millet içinde, ilke olarak mutluluğu gerçekleştirmek mümkünse de en mükemmel siyasi birlik, milletler birliği olduğundan, öz olarak iyi değerinin gerçekleşeceği, mutluluğun en ileri düzeyde gerçekleştirilebileceği devlet de bütün milletleri kapsayan bir dünya devletidir.

İnsan en yüksek iyi olan mutlulukla, buna ulaştıracak aracı, iyilerin neler olduğunu faal (etkin) akılla, onun bunları kendisine bildirmesiyle öğrenir.(Siyâse, s.44, ç.40.) Fakat insanlar, tabiatları itibariyle farklı özelliklerde yaratıldıklarından herkes değil ancak bazı insanlar faal akılla bağlantı (ittisal) kurup bu değerlerin ne olduğunu vahiy yoluyla alırlar. Ancak bu ilk başkanlık yani peygamberler için söz konusudur. Diğer insani başkanlıklar bundan sonra gelir ve ilk başkanlıktan kaynaklanır. Bunlar erdemli şehrin başkalarıdır ve onlar da öğrendiklerini yönetimlerindeki halka öğretirler. Böylece değerler, İlk Sebep olan Tanrı’dan faal akla oradan erdemli devlet başkanına

oradan da insanlara ulaşır.(Siyâse, s.49-50. ç.45; Medîne, s.85, ç.76.)

Sonuç olarak Fârâbî’nin düşüncesinde evrendeki bütün iyilerin kaynağı Tanrı'dır. İyilik bir yetkinlik ve bir amaçtır. En yüksek hedef, en yüksek iyilik, başka bir şey için değil sadece kendisi için istenilen en yüksek mutluluktur, insan iyi ve kötüyü seçip yapabilecek güçte yaratılmıştır. Fârâbî düşüncesinde iyinin zıddı olmak dışında bir özelliği olmayan kötülük evrende gerçekte yoktur. Ancak insan iradesiyle seçip yaparak kötülüğün ortaya çıkmasına sebep olur. İyi mutlulukla arasındaki bu bağ sebebiyle, en yüksek mutluluğun elde edilmesi erdemlerle mümkün olduğu için ahlâk felsefesinin, insanın gerçek mutluluğa tek başına değil örgütlü bir toplulukta ulaşması mümkün olduğu için siyaset felsefesinin temel ve merkezî kavramı konumundadır.

 

KAYNAKÇA

1) Aydınlı, Yaşar. Fârâbî'de Tanrı-İnsan İlişkisi, İstanbul, 2000.

2) Çağrıcı, Mustafa. İslam Düşüncesinde Ahlâk. İstanbul , 2000.

3) Fârâbi, es-Siyâsetü i- medenlyye, Haydarâbad, 1346h. Türkçe çev. Mehmet Aydın. Abdülkadir Şener, M. Rami Ayas. es-Siyâsetü’l-medeniyye veyaMebâdi'ul-Mevcûdât, İstanbul. 1980.

4) Fârâbi, Fusûlü’l-medenî, nşr. D. M. Dunlop, Cambridge, 1961, Türkçe çev. Hanifi Özcan, Siyaset Felsefesine Dair Görüşler, İzmir, 1987.

5) Fârâbî, Kitâb Ârâ’ ehl el-medine el-fâdıla. Mısır, tsz. Türkçe çev. Ahmet Arslan, el-Medînetü’l-fâzıla, Ankara, 1990.

6) Fârâbî, Tahsîlu's-sa’ade. Haydarâbad, 1345h., Türkçe'ye çev. Hüseyin Atay, Fârâbî'nin Üç Eseri,

Ankara, 1974.

7) Fârâbî, Tenbîh alâ sebîli's-sa'âde. Haydarâbad, 1346h., Türkçe çev. Hanifi Özcan. Mutluluk Yoluna Yöneltme, İzmir, 1993.

Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın 154. sayısında yayımlanmıştır.

Felsefe