Doğan Medya’nın satışı ve basının “tarafsızlığı” miti

Doğan Medyanın Demirören grubuna satılması kamuoyunda “tarafsız/yansız”, “nesnel” ve muhalif medyaya yönelik bir iktidar operasyonu olarak algılandı ve büyük tartışma yarattı. İktidarın medya üzerindeki baskısı ve bu satıştaki rolü, demokratik işleyiş ve basın özgürlüğü açısından elbette kabul edilemez. Öte yandan bir medya kuruluşunu tarafsız/yansız ya da nesnel habercilik yapan bir kurum olarak nitelendirmek bilimsel olarak mümkün değildir. Ona içinde bulunduğu toplumsal ilişkilerin dışında ve onlardan bağımsız birtakım nitelikler, “soyut”, “evrensel” doğrular atfetmek onu tarihsel toplumsal bağlamından kopartmaktır (İnal, 1996). Bu ilişkilerin belirleyiciliğinden bağımsız, “dördüncü güç” gibi ideal görevler tanımlanması da aynı sonucu verir (Erdoğan, 1999).

Oysa modern basın, 19. yüzyılın toplumsal ve iktisadi yapılanışı içerisinde yeni kapitalist toplumsal biçimlenişin gerektirdiği özgün iletişim araçları olarak ortaya çıkmıştır. Modern anlamda ilk gazeteler, oluşmakta olan ticaret burjuvazisine ekonomik gelişmeleri aktararak enformasyon sağlayan iletişim ağlarıdır. Kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesiyle de tekelci kapitalizmin, reklamlar aracılığıyla talebi yönlendirerek pazarı kontrol etmesinin, insanlara tüketimi öğretmesinin, oy ve vergilerle sistemi desteklemeyi sağlamalarının, kamuoyu oluşturmanın ve kar etmenin aracı olarak kitle medyası oluşmuştur (Smythe, 1977).

Bu nedenle, iletişim çalışmalarında liberal yaklaşımın medyayı kamusal sorumluluğu olan ve hükümetleri halk adına denetleyen kurumlar olarak gören kavrayışı eleştirel bir ekonomi politik çerçeve içerisinde geçersizdir. Çünkü kapitalist devlet ve kapitalist ekonomik ilişkiler içerisinde medya, mülkiyet sahibi ya da onu kontrol eden kapitalist bir grubun ekonomik ve siyasal çıkarlarına hizmet eden kuruluşlar haline gelmektedir. Ayrıca, medya ekonomik işlevlerinin yanında ideolojik bir araçtır.

Tüm bu toplumsal belirlenmişliği içerisinde hangi tarafsızlıktan söz edilebilir? Schiller (1993), yansızlığın medyanın ideolojik üretim için başvurduğu beş temel mitten[1] biri olduğunu söylemektedir. Buna göre hükümet, bilim, eğitim ve medya yansızdır ve toplumsal çıkar kavgalarının dışındadır. Herkes buna inandırılmak istenir. Oysa sayfalara taşınacak, ekrana getirilecek konunun bırakın nasıl verileceğini, bizzat konunun seçimi bile taraflıdır. Medya kendi tarafını sözde “tarafsızlığıyla” gizler.

Öncelikle, “tarafsız” basın kavramı, gazete satışlarını artırmak için ortaya atılmıştır. Siyasi partilerin ve girişimci elitlerin elindeki gazeteler, artık kapitalist bir girişim olarak pazardaki yerini alırken, kitlesel satışlar için “yansız dünya görüşü” vurgulanmalıydı. Yoksa “sorumlu yayıncılığın” zorunlu bir standardı olarak gelişmedi (İnal, 1996). Ancak basının toplumsal olaylar karşısında meşruiyetini sağlayan bu “nesnel” ve “tarafsız” pozisyonu liberal yaklaşım içerisinden geliştirilen kavramlarla geliştirilerek ciddi ve güvenilir haberciliğin evrensel ilkeleri haline getirildi. Bu kavramlardan nesnellik, “değer yargılarından arınmış” gazeteciyi tarif ederken tarafsızlık da gazetecilerin kendi görüşlerini açıklamaması, habere yorum katmaması anlamına gelmektedir. Dengelilik de farklı görüşlere eşit (dengeli) bir biçimde yer verilmesidir (Hackett, 1984). Oysa tıpkı bilimsel yansızlık nasıl kuruntudan ibaretse, basının, medyanın tarafsızlığı da kuruntudan ibarettir. Onu tarafsız kabul etmek, kapitalist sınıfın mülkiyetinde ve kapitalist üretim ilişkilerin sürdürülmesindeki ekonomik ve ideolojik işlevleri görmezden gelmektir. Rızanın üretimi ve hegemonik ilişkilerin kurulmasındaki rolünü inkâr etmek anlamına gelir. Sınıf çelişkilerini gizleyen, egemenlerin çıkarlarını ve değerlerini toplumun tamamının çıkar ve değerleri gibi sunan rolünü kabul etmemek demektir. Dolayısıyla tarafsızlık tarafını gizlemenin önündeki perdedir. Basın özgürlüğü kavramı da bu tarafsızlık kavrayışı içerisinde şekillenmiştir. Devletin doğrudan karışamaması ve gazetelerin siyasi partilerden kopması, mali özerkliklerine kavuşmasını kapsayan “basın özgürlüğü” kavramı geliştirilmiştir. Bu bakış açısına göre, bireyin siyasal iktidara karşı yürüttüğü savaşta medya edilgen ve tarafsızdır (Keane, 1991). Ayrıca buradaki özgürlük mülkiyet özgürlüğüdür ve korunan da burjuvazinin mülkiyetidir (Erdoğan, 1999).


[1] Bireyselcilik ve kişisel tercih miti, değişmeyen insan tabiatı miti, sosyal çatışmanın mevcut olmadığı miti, medya çoğulculuğu miti ve yansızlık miti.

Yazının tamamı Bilim ve Ütopya'nın haziran 2018 sayısında!

Dr. Şafak ETİKE

Kültür