Batı’ya kalan büyük miras: Doğu’nun devlet felsefesi

Yazan
Salih Yavuz
Yazının Okunma Süresi
18 dakika

Devrim ve siyaset

İnsanlık, tarih boyunca dünya coğrafyasında devrimler yaparak ilerlemiştir. Her devrim, gerçekleştiği bölgede kendine has bir siyaset alanı yaratmıştır. Yarattığı bu siyaset coğrafyası, mutlulukların, eşitliklerin, geleceğe ilişkin ütopyaların daha büyük kalabalıklar tarafından paylaşıldığı yaşam alanları olmuştur.

Bu çerçeveden bakıldığında Doğu toplumlarının tarihi adeta bir devrimler tarihidir. Gerçekleşen kimi devrimler günümüze kadar etkisini devam ettirmiş, kimileri sadece bir ayaklanma olarak anılmış, kimileri de tarihin tozlu sayfalarında kaybolmaya mahkûm olmuştur. Sayısız peygamberin, sayısız halk kahramanının bu coğrafyadan çıkması, aynı zamanda bu topraklarda sayısız devrimin gerçekleştiğinin de işaretidir.

Çin, Hint, Arap, Türk ve Fars dünyası gibi tarihin köklü medeniyet merkezleri, bütün insanlığa büyük bir kültürel miras bırakmıştır. Çetin mücadeleler sonucunda pek çok devrim gerçekleşmiştir. Bu coğrafyada nice devletler doğmuş ve batmıştır. Doğu toplumlarının bu dinamik hareketi aynı zamanda çok zengin bir düşünsel dünya yaratmıştır. Doğal bilimlerde, sanatta, felsefede, tarih ve coğrafya bilgisinde, siyasal ve toplumsal bilimlerde ciddi ilerlemeler sağlamış, gelecekteki pek çok gelişmenin temelini atmıştır. Sayısız bilim adamı yetiştirmiştir. Etkisini günümüze kadar sürdüren bol miktarda eser meydana getirmiştir. Doğu toplumlarının hareketi Batı coğrafyasına doğru kaydıkça devrimci atılımlar da beraberinde Batı’ya yönelmiştir. Avrupa’nın güney kısımları uzun süre Arap hâkimiyetinde kalmış, Bizans’a karşı Osmanlı’nın yıllarca süren mücadelesinin sonucu gerçekleşen Anadolu devrimi, merkezi İstanbul olan yeni bir imparatorluğun dünya hâkimiyetiyle doruk noktasına ulaşmıştır.

İnsanlığın coğrafyadaki bu dinamik hareketi, devrimlerin yanı sıra yeni siyaset ve devlet örgütlenmelerini de beraberinde getirmiştir. Derin bir tarihsel mirasa sahip uygarlıkların köklü bir devlet geleneği vardır. Her uygarlık farklı bir devlet örgütlenmesiyle hayatına devam etmiştir. İnsanlığın yeryüzünde belirmesiyle başlayan ve sınıflı topluma geçişle beraber yakıcı bir sorun ve ihtiyaç haline gelen yönetim meselesi de bu devletlerin çözmesi gereken en önemli konulardan biridir.

Yazımızın konusu bu yönetim usullerinin ortaya çıkış koşullarını ve özelliklerini saptamak ve Batı coğrafyasında ortaya çıkmış olan bir Doğu siyaset geleneğinin dinamiklerini incelemektir. Bu incelemeyi, 12. yy.’da yaşamış olan İbn Zafer’in Adil Hükümdar adlı eseri üzerinden yapacağız. Çünkü Adil Hükümdar da devrimci bir durumun ürünüdür. Bu durumun en iyi şekilde yönetilmesi için yöneticilere -genellikle sadece hükümdara- öğütler veren bir siyaset el kitabıdır. Ancak İbn Zafer’in eserini incelerken, başka siyasetnamelere de kısaca bir göz atmak gerekecektir. Hangi ihtiyaçtan doğdukları, aralarındaki benzerlikler ve farklar bize Adil Hükümdarla ilgili önemli bilgiler sağlayacaktır. Bu kıyaslama, sadece eserlerle ilgili değil, onları yaratan toplumlarla ilgili farklı özellikleri de ortaya çıkartacaktır.

Siyasetnameler ve Adil hHükümdar

Siyasetnâmelerin tamamının temel meselesi yönetimdir. Yönetime ilişkin pratik öğütler verme amacıyla yazılmış olan bu eserler, yönetim sanatı ve siyaset felsefesi alanında çok büyük katkılar sağlayan kılavuzlar olmuşlardır.

Bu yazın geleneğinin ilk temsilcilerinden biri, Sun Tzu’nun Savaş Sanatı (1) adlı yapıtıdır. Antik Çin döneminin bir klasiği olan bu eser, politik, fizikî ve psikolojik yönleriyle bir savaşı, savaşmadan kazanmanın yöntemleri üzerinde durur. Askerî, siyasî, ekonomik ve politik alanda benzerleriyle hâlâ boy ölçüşebilecek kadar güncelliğini korumaktadır. MÖ. 500 yıllarında Çin’de yaşanan karışıklıklar döneminde bir komutan olduğu sanılan Sun Tzu, yazdıklarıyla orduların yönetimine ilişkin önemli stratejiler geliştirmiştir. (2)

Firdevsî’nin Şahnâme (3) adlı eseri de bu türün en önemli eserlerinden birisidir. Firdevsî, derin bir milli tarihi olan İran’ın en önemli şairlerindendir. 981 yılında yazmaya başladığı bu eseri, 23 yıl süren bir çalışmanın sonunda 1004 yılında bitirebilmiştir. Şahnâme’nin yazıldığı dönem, İran’ın yabancıların siyasal, askerî ve kültürel baskısıyla karşı karşıya olduğu bir dönemdir. Bağdat yönetiminin ırkçı politikaları ve başta Türkler olmak üzere başka bazı milletlerin İranlı yönetimleri birer birer alaşağı etmesi Şahnâme’nin yazılmasını zorunlu kılmıştır. Firdevsî, tarihten aldığı güce dayanarak, geçmişin zafer ve mutluluk dolu günlerine tekrar dönmeyi hedeflemektedir. Firdevsî’nin Şahnâme’sini diğerlerinden ayıran en temel özellik ise, İran tarihini dayanak almasıyla zorluklarla mücadele etmeyi seçmesidir. Diğerlerindekinin aksine yönetimde dinsel değil tarihsel koşullar ve milli duygular daha öndedir. O kadar ki, Arapça sözlere bile yer vermekten kaçınmış ve dil konusunda da milliyetçi tutum alarak Farsçayı kullanmaktan vazgeçmemiştir. Diğer bir özelliği ise, Firdevsî’nin bu eseri herhangi bir hükümdara sunmak için yazmamış olmasıdır. Varlıklı bir aileden gelmesine ve iyi bir eğitim almasına rağmen Şahnâme’yi yazmak uğruna bütün servetini harcamıştır. Ancak bu zaman zarfında yakın dostları ve daha önce onu destekleyenler tarafından terk edilmiş ve geçim sıkıntısı içine düşmüştür. Eserini tamamlamasının ardından, Sultan Mahmud’a sunmuştur.

Geleneğin bir diğer temsilcisi de Nizamülmülk’ün yazdığı Siyasetnâme’dir.(4) Önce Alparslan’a 10 yıl ve ardından da oğlu Melikşah’a 20 yıl vezirlik yapan Nizamülmülk, Selçuklu Devleti’nin en önemli fikir adamlarından birisidir. Alparslan’ın ölümü üzerine tahta 18 yaşında geçmek durumunda kalan Melikşah’ın yönetim işlerinde tecrübesiz ve zayıf olması, Nizamülmülk’ü devlet idaresi ile ilgili tezlerini hayata geçirebileceği uzun bir vezirlik dönemi yapma şansına kavuşturmuştur. Alparslan döneminde Selçuklu Devleti’nin altın çağını yaşamasının da etkisiyle çok parlak bir vezirlik dönemi geçiren Nizamülmülk, Melikşah döneminde aynı başarıyı yakalayamamıştır. Melikşah’ın iktidarının ilk yıllarında devlet yönetimi tamamen Nizamülmülk’ten sorulmaktadır. Fakat yönetimi süresince yakınlarına tanıdığı ayrıcalıklar ve çocuklarıyla beraber kazandığı iktidar gücü Melikşah’la arasını açmaya başlamıştır. 1091 yılında, yaşının ilerlemesiyle beraber yönetiminde etkisini hissettirmeye başlayan Melikşah, gidişattan hoşnut olmayacak ki, aralarında Nizamülmülk’ün de bulunduğu devlet büyüklerine bir ferman buyurur. Bu ferman, kendi saltanatı dönemindeki aksaklıkları, daha önceki dönemlerde uygulanıp tekrar uygulanması gereken kuralları gözden geçirmeyi amaçlamaktadır. Siyasetnâme’nin bu türdeki diğer eserlere göre en belirgin özelliği, iktidar dönemine denk gelmesidir. Bu özelliği ile yönetimde reform yapmanın öncülerinden olmuştur.

Şimdiye kadar verdiğimiz örneklerin tamamı Doğu uygarlıklarının ürünü olan siyasetnâmeler ve yönetim biçimlerine ilişkindi. Batı’da da bu konuda pek çok eser yazılmıştır. Bunların en önemli temsilcisi Niccolo Machiavelli’nin Hükümdar’ıdır.(5) Bu türde yazılmış hemen hemen her örnek Machiavelli’nin bu eseriyle kıyaslanmıştır. Bu durum, onun ününe ün katmıştır. Machiavelli, 17. yy.’ın politik olarak büyük karışıklıklar yaşayan İtalya’sında yaşamış bir fikir adamıdır. Kent devletlerinin savaşlarından dolayı bölünmüş olan İtalya’yı Fransız ve İspanyollardan da kurtarmayı amaçlamaktadır. Machiavelli’ye göre Papalık, İtalyan Birliği’nin önündeki en önemli engeldir. Machiavelli’nin ortaya çıktığı koşullar, Avrupa’nın toptan köklü değişimler yaşadığı bir dönemdir. (6) Feodalizme karşı burjuvazinin devrimci mücadelesinin sarsıntıları Hükümdar’ın da çerçevesini belirlemiştir. Bu nedenle mücadelenin okları öncelikle dine çevrilmelidir. Hükümdar’ın, türünün diğer örneklerinden en büyük farkı, din konusundaki tavrıdır. Amaca ulaşmak için dini karşıya almayı göze almıştır. Ancak Machiavelli, din olgusunun orduda çok önemli bir yerinin olduğunu da kabul etmektedir. Siyaset mekanizmasının dinden arınmasını hedeflemiştir. Günümüze göre oldukça laik bir devlet örgütlenmesini amaçlamıştır. Bu talepleri onun sansürlenmesine ve baskı görmesine neden olmuştur.

Siyasetnâme geleneğine vereceğimiz son örnekse yazımızın da konusu olan İbn Zafer’in Adil Hükümdar adlı yapıtıdır.(7) İbn Zafer’in bu eseri yazmasının nedeni, uyrukları devrimci bir durumun ızdırapları altında acı çeken bir hükümdara öğütler vermektir.

İbn Zafer, 1104 yılında, Norman hâkimiyeti altındaki Sicilya’da doğmuş bir Müslüman’dır. Eğitimini atalarının kenti olan Mekke’de aldığı sanılmaktadır. Genellikle Arap kentlerinde geçen hayatının neredeyse tamamını göçebe bir bilge olarak geçirmiştir. Hukuk, din bilimi, ahlak felsefesi, tarih konularında derin bir bilgi birikimine sahip olan Zafer, Musevi ve Hıristiyan kutsal kitapları konusunda da uzmandır.

Adil Hükümdar, Sicilyalı Arap bilginin başyapıtı olarak kabul edilmektedir. Eserin asıl adı Sülvanü'l-muta’ fi udvani’l-etba’dır. Uyrukların düşmanlığı hakkında yöneticiye öğütler anlamındadır. 12. Yüzyıl, Müslüman Arap dünyasında hızlı bir çöküşü beraberinde getirmiştir. Uzun süren Arap hâkimiyeti, Afrikalı Araplarla, İspanya Arapları arasındaki anlaşmazlıklar, Sünnî kabilelerle Şiî kabilelerin şiddetli çatışmaları sonucunda 11. yy.’ın ortalarında sona ermiştir. Müslüman âleminin yaşadığı bu kriz İbn Zafer’in çalışmalarının çerçevesini belirleyen temel unsur olmuştur. Adil Hükümdar’ın doğuşu da bu döneme rastlamaktadır. İktidar boşluğundan faydalanan Normanlar, Sicilya’yı işgal etmiş ve hâkimiyeti ele geçirmiştir. Fakat Norman sarayında hala Müslümanlar kilit görevler almaktadır. İbn Zafer eserini, Norman yönetiminde askeri bir rütbe arayışıyla Sicilya’ya geri dönen nüfuzlu bir Sicilyalı Arap ailesinin çocuğu olan Ebu el-Kasım’a sunmuştur. Ancak Müslüman nüfusun giderek artan hoşnutsuzluğunu gideremeyen Kral II. William yönetimi, sorunların daha da derinleşmesini engelleyememiştir. Ebu el-Kasım’ın talip olduğu görev bu nedenle çok kırılgan bir zemin üzerindedir. İbn Zafer’in amacı da Kasım’ın bu görevi lâyıkıyla yerine getirebilmesi için ona rehberlik etmektir.

Siyasetnâmelerin konusu

Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi, bütün siyasetnâmelerin temel düsturu yönetimin sınırlarını çizmektir. Esas olarak da devletlerin yönetimi üzerinde durmuştur. Devlet, insan ya da herhangi bir canlının yaşamıyla büyük benzerlikler gösteren bir yapıdır. Her canlı gibi doğar, büyür, gelişir ve ölür. Bu nedenle yaşadığı dönemde sağlıklı olması hem yönetenler hem de yönetilenler açısından çok önemlidir. Ne kadar sağlıklı bir yapılanma yaratılırsa siyaset hayatında ömrü de o kadar uzun olacaktır. Siyasetnâmeler, devlet yönetiminde söz ve yetki hükümdarın elinde olduğu için de genellikle onlara öğütler vermek üzere kaleme alınmışlardır. Yönetim usûlleriyle ilgili olmalarının yanında ahlâkî eserler arasında da çok önemli bir yer kaplar. Dinin, ahlâk meselesinde her zaman önemli bir olgu olması nedeniyle de siyasetnâmelerin hemen hemen hepsi dini özellikler taşımaktadır. Özellikle Müslüman kökenli siyasetnâmelerde bu özellik daha öne çıkar. Çoğu kez Kur’an’dan ayetlere ve hadislere başvurulur. Zaman zaman tarihi olaylara ve yurt davalarına da değinildiği olur. Bazen anlatılan fikri destekleyici hikâyeler de uydurulur. Amaç, eski refah dolu günlere dönmenin yollarını bulmaktır.

Siyasetnâmelerin genel olarak hangi konuları kapsadığını birkaç başlık altında toplamak mümkündür.

Yönetimle ilgili temel meseleler, yönetenlerin ve yönetilenlerin durumu.

İktidarın temelleri.

İktidarın devamı açısından hükümdarın özellikleri.

Dini kuralların emrettikleri ve ahlaki meseleler.

Hükümdarlığın devamı açısından danışmanın faydaları.

Halkın isyanının yönetim açısından taşıdığı tehlikeler.

Savaşlarda uyulması gereken temel kurallar.

Bir devletin çökmesinin nedenleri.

Bu ortak noktaları saptadıktan sonra Adil Hükümdar’ı diğerlerinden ayıran temel meseleye geçebiliriz. Ancak, bunun için İbn Zafer’in bu eseri kim için ve hangi koşullarda yarattığını incelemek yerinde olacaktır.

“Adil Hükümdar”

Adil Hükümdarın en ayırt edici özelliklerinden biri taşıdığı tarihsel bakış açısıdır.(8) Kendisinden önceki İslâmî düşünce yapısında böyle bir tarihsel bakış olmadığı gibi sonrasında da buna pek rastlanmaz. İbn Zafer, siyasal düşüncesini islami kurallara göre şekillendirmesine rağmen, tarihe bütünlüklü yaklaşır. Öğütlerine, Arap halifelerinin, Fars krallarının ve Bizans imparatorlarının hayatlarından seçtiği örnekleri dayanak yapar.

Yüzyıllardır halkın isyan hareketlerinin temelinde her zaman adalet arayışları yatmaktadır. İbn Zafer de bu gerçekten yola çıkarak halkın içindeki hoşnutsuzluğu gidermek için öncelikle adil bir hükümdar arayışına girişir. Ona göre adil bir hükümdarın sahip olması gereken beş düstur vardır.

Tevekkül: “Kim ki adaletsizliğe hız verir, o gelişme gösteremez. Kim ki fesattan güç alır, o dayanamaz. Kim ki saltanatını şiddet yoluyla sürdürür, o hükümran olarak kalamaz.” (9) İbn Zafer’e göre hükümdar, Allah’a güvenerek ve tevekkül ederek ilerleyebilir. İbn Zafer'e göre adalet, meşruluğun tek ve en önemli temelidir. Ona göre tutku kolay başlar ve berbat bir şekilde son bulur. Tutku, hükümranlığına aldığı kişiyi ölüme sürükleyen bir zorbadır. Ateş gibidir ve bir kere tutuştuğunda çok zor söndürülür.

Metanet: “Hiçbir şey, cehaletle yalandan daha büyük bir uyum gösteremez çünkü yalancı, duyularla algılanabilecek olay ve nesneler konusunda cehaletin arkasına sığınır. Gerçeklerin tam karşısında bir yalan hayal ederek, yalancı, yanlış yol için doğru yolu terk eder. Cahil insan ise, durumlara başka türlü bakar. Çünkü güzellikte çirkinlik ve çirkinlikte kötülük görür. Nihayetinde yalancıyla arasındaki tek fark, yalancının yaptığının yanlış olduğunu bilmesi, diğerininse bunu farkında olmadan yapmasıdır. Dolayısıyla, cahil bir insan, kendisine ve komşularına karşı çok daha büyük bir günah işler.”(10) Bu nedenle eğer amaç adilse, hükümdar bu amaca ulaşmakta bütün zorluklarla cesurca mücadeleden kaçınmamalıdır. Hiçbir şey onun azmini yenmemeli ve dayanma gücünü amaca olan bağlılığından almalıdır.

Sabır: İbn Zafer’e göre, mıknatısın demire sarıldığı gibi başarı da sabra sarılmaktadır. “Dayanıklılık, ölçülülük ve azimle birleşen sabır, diğer tüm erdemleri yöneten en üstün erdem olarak görülür.”(11)

Rıza: “Kim ki kendi seviyesinin üzerinde bir konfora ulaşır, artık eski arkadaşlarını tanımayacaktır... zenginlik ve refah kadınları mahveder çünkü onların tutkuları mantıklarına hükmeder.”(12)

Hükümdar, bütün öğütlere uyduğu ve elinden gelenin en iyisini yaptığı halde yine de başarılı olamazsa, duruma rıza göstermelidir. İbn Zafer’e göre bu Allah’ın arzusu sonucudur.

Zühd (Meyletmemek, yüz çevirmek): İbn Zafer dünyayı, herşeyin geçici olduğu bir barınak olarak tasvir etmektedir. Tevekkülle başlayan süreç gerektiğinde iktidardan vazgeçmeyi göze alan zühd ile sonuçlanmaktadır. “Allah bilir, bir ülkeyi bulaştığı hastalıklardan koruyacak olan sadece şehvetten feragattir... bırakın zühd, kalkanınız olsun.”(13)

İbn Zaferin Adil Hükümdar adlı eseri, Batı coğrafyasında Doğulu bir siyaset geleneğinin teorisini yapması bakımından önem taşımaktadır. Avrupa’nın göbeğinde İslâmî temellere dayanan bir devlet örgütlenmesinin çökmekte olması bu eserin konusudur. Yönetim usulleri bakımından diğer siyasetnâmelerle büyük ortaklıklar taşımasına rağmen, Batı coğrafyasındakilerden ayrıldığı temel nokta budur. Ayrıca İbn Zafer çökmekte olan bir sistemin devamına çalışırken, Batıdaki bir diğer örnek olan Machiavelli ise dönemin devrimci sınıfı olan burjuvaziye yol gösterme çabasındadır. İbn Zafer, Norman hakimiyetindeki bir devlet içinde yetki sahibi olmaya çalışan bir Müslüman askere öğüt verip mevki ararken, Machiavelli çağının gerektirdiği devrimci seçimi yapmış ve bunun bedelini sansür ve baskı ile ödemiştir. Ancak İbn Zaferin bu eseri tıpkı atası olduğu Machiavelli’nin Hükümdarı gibi çağının çok ötesinde bir bakış açısına sahiptir ve evrenselliğini korumaktadır.

 

Dipnotlar

1) Sun Tzu, Savaş Sanatı, çev. Adil Demir, Kastaş Yayınları, İstanbul, 2001

2) Haluk Hepkon, “Savaş Sanatı, Siyasetname ve Prens”, Bilim ve Ütopya, İstanbul, Nisan 2002, s.15

3) Firdevsî, Şahname, çev. Necati Lugal, Kabalcı Yayınları, İstanbul, 2009

4) Nizamülmülk, Siyasetname, çev. Mehmet Taha Ayar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2009

5) Niccolo Machiavelli, Hükümdar, çev. Ayşe Çavdar- Gaye Demircioğlu, Dergah Yayınları, İstanbul, 2008

6) Haluk Hepkon, age. s.16

7) Joseph A. Kechichian-R. Hrair Dekmejian. A dil Hükümdar, çev. Barış Doğru. Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2009

8) Joseph A. Kechichian-R. Hrair Dekmejian, age. S.54

9) Joseph A. Kechichian-R. Hrair Dekmejian, age. S.58

10) Joseph A. Kechichian-R. Hrair Dekmejian, age. S. 190

11) Joseph A. Kechichian-R. Hrair Dekmejian, age. S. 59

12) Joseph A. Kechichian-R. Hrair Dekmejian, age. S. 263

13) Joseph A. Kechichian-R. Hrair Dekmejian, age. S. 289

Bu yazı Bilim ve Ütopya’nın 190. sayısında yayımlanmıştır.

Tarih