felsefe

Neo ve Post ölürken

Kavramlar sınıfsal işlevleri ve tarihsel anlamlarıyla ortaya çıkarlar. Mesela Kemalizm kavramının içeriğini, devrimin önderi Atatürk sınıfsal işlevi ve tarihsel rolü bağlamında tanımlamıştır: “Türk Devriminin yaptığı işler.” Gördüğümüz gibi bu tanımda doğrudan doğruya eyleme yapılan bir vurgu vardır.

Algoritmalar ve episteme: Problem durumumuz tüm sosyal-iktisadi-politik ağırlığıyla birlikte fena halde epistemolojiktir

"Bilgi”, “otorite” ve “güç” arasındaki ilişki ve dahi insanlığın diğer tüm problemlerini çapraz kesen iki problem durumu, “cehalet/bilgi” ve “adalet”, hemen her çağda yeniden ele alınan ve belki de hiçbir zaman “yerine oturmayacak” ebedi temalardır. Bilgi – otorite – güç ilişkisi üç soruda kristalize olur: (1) “Bilgi nedir? ve bilmediğimizi nasıl bilebiliriz?”; (2) “Kim karar verir?” (3) “Kimin karar vereceğine kim karar verir?”. Ancak bu temalara, ilk izleri 19. yüzyılda görülmeye başlayan ve çağımızda artık görmezden gelinemeyecek sosyo-teknolojik bir katman katılmıştır.

Deizm ve hümanist epistemoloji: Mağaradaki resim, Bilişsel Devrim ve ‘cehaletin keşfi’

Yerleşik tanım, deizmin, Tanrı’nın varlığını kabul etmekle birlikte, Tanrılık vasfının yalnızca yaratmakla sınırlı olduğunu, Tanrı’nın evreni yarattıktan, insana ‘akıl’ denilen yetiyi bahşettikten sonra dünyanın akışına karışmadığını kabul eden ve öne süren akım olduğudur. Teoloji – Ontoloji odaklı ve bu dolayımda kendisini gösteren bu yerleşik tanımın tarihi 16. yüzyıla ve yoğunlukla akıl çağı olarak da anılan Aydınlanma’ya (18. yüzyıla) dayanmaktadır.

Canı anlamak

Yıllar önce uluslararası bir ilaç şirketinin çağrılısı olarak dünyanın dört bucağından gelen temsilcilerine kültürümüzle ilgili bilgi verecektim. Kültürümüze yabancı elliden fazla insana “can”ı anlatmaya çalıştım. Gariptir, ilgiyle dinlediler. Özellikle uzak doğudan gelenlerin sorularından bu konuyu kendi kültürlerinde bir yerlere koymayı amaçladıklarını sezdim. “Can”ın benim gözümde mistik bir anlamı olmadığını, çağımız insanının yaşadığı ağır sorunların anlaşılması için bir çözüm önerisinde bulunduğumu söylediğimi anımsıyorum.

Dar, sığ, basık yaşama hayır!

Dar zamanlar yaşıyoruz. Sıkışmış zamanlar. Anlarımız yok (Anlayanımız da!). Anlarımızı dolduracak yaşantılarımız yok. Çok hızlı yaşadığımızdan dolayı anlarımızın farkına varamıyoruz. Kesintisiz bir zaman akışı içinde sürükleniyoruz. Yaşama telaşı sığlığımızı anlamamızı önlüyor. Planlar yapıyor, umuttan kuleler kuruyoruz. Büyük beklentilerin ardına düştüğümüzde bile, o telaş, yaşadıklarımızın, yaşamakta olduklarımızın, giderek yaşayacaklarımızın anlamını da unutturuyor bize. Dar zamanlarını genişletmek isteyenlerden kimileri, yaşadıklarına dair öyküler yazıyorlar. Öykülerle avunuyoruz.

Yaşamdan hayata insan olmak

Ne öğretim üyeleri gördüm, gündemlerinde hakikat yok. Hakikati dar dünya görüşlerine indiriyorlar. Diyelim ki “hakikat” çok metafizik, ulaşılmaz, “uçuk” bir kavram. Ne felsefeciler gördüm, gündemlerinde hakikat yok.

Peki, şairler? Arayabilirler mi hakikati şiirle? Öykücüler, romancılar, denemeciler? Hakikatle aranız nasıl?

Siz siyasetçiler, hakikate yolculuğunuz var mı? Onlar çoktan hakikati bulmuşlardır, buldukları için siyaset yaparlar.