Büyük Fransız Devrimi ve kadınlar

Yazının Okunma Süresi
48 dakika

Aslan yüreklidir her kadınımız,

Kralla konuşmaya gittiğimizde

İzin vermez, saldırırlarsa bize

Biliriz yiğitçe karşı koymayı,

Yoktur erkeklerden farklı yanımız.

“Kenar Mahalle Kadınlarının Saray’a Yürüyüşü” (1)

Büyük Fransız Devrimi, toplumsal, tarihsel ve siyasal anlamda çok önemli yeniliklerin karşılığıdır. Birincisi; bir millet oluşmaktadır! Tarihin bu ilk “modernleşme” hareketi insanlığın o zamana kadar yaşamadığı bir ruh ve heyecana yol açmıştır! Bu süreçte Cumhuriyet kuruldu, kraliyet yıkıldı, ülke karşıdevrim ordularının saldırılarına uğradı, ortaya milli ordu çıktı, saldırılara karşı topyekûn savaş “icat edildi” (2), vatan “keşfedildi” ve vatan savunması başladı. Tarihin bu ilkleri kendilerini dalga dalga bütün dünyada hissettirecektir.

Bunların yanı sıra, “millet” ile özdeşleştirilmiş olan “halk”, yeni ama devrimci bir kavramdı. (3) Mücalelelerin önünü açacak, kitleselleşmeleri kolaylaştıracaktı.

İkincisi; Devrim toplumsal hareketlere gençliğin katılmasına öncülük etti. Gençlik devrimde yer aldı. Fransız Devrimi bu bakımdan yol açıcıdır. Devrim safları gençleşirken, devrim mücadelesi de daha büyük dinamizmler kazanarak gençliğin her alanı yenileştirmesini sağladı. 32 yaşındaki Pichegru, Ren’deki büyük orduya, 25 yaşındaki Hoche, Mosel’daki birliklere komutan olur. Arkasından, daha 27 yaşındaki Saint-Just (4) o Ren ordusunu yönetecek, müthiş askeri başarılarından sonra kuzey orduları komutanlığıyla görevlendirilecektir. Vendée ayaklanmasına rütbesiz ve komutan olarak gönderilen Kléber ve Marceau da otuz yaşın altındadırlar. Önemlidir; bu sayılanların hiç birinin o güne kadar askerlikle ilgileri olmamıştır ama devrimcidirler.

Vatan savunmasına katılacakları belli olduğunda, Eski Rejim’in subaylarına da görev verilmekten kaçınılmaz. Eski generaller de rütbesiz komutanlar olurlar, Clarke, harita bölümünde, Montalembert, topçu birliğinde, Robert Lindet, yiyecek ve giyecek, Prieur de la Côte d’Or, hastane ve cephane örgütlenmesinde çalışırlar.

Aslında bu, farklı kuşakların Devrimde buluşması anlamını taşımaktadır ama gençliğin devrimle yaptığı “evliliğin” sağlamlığını ve kalıcılığını göstermektedir. Canlılık, tecrübeyle birleşmiştir. Bütün Avrupa’da devrimci mücadelelerin 19. Yüzyıl boyunca gençlik kavramıyla bağlantılı olması Fransız Devrimi’nin gençlikle kurduğu bu bağ sayesindedir. Kurulan bu bağ, devrim-gençlik ilişkili hareketlerin bütün Avrupa’yı sarmasına ve “devrim-gençlik” yazınının (literatürünün) ortaya çıkmasına yol açacaktır. Avrupa ülkelerinde monarşilere karşı mücadele eden bütün gruplar için “genç” tamlayanı her yerde kullanılmaya başlar. İtalyan Mazzini (5) tarafından kurulan ve birleşik ve cumhuriyetçi bir İtalya’yı savunan gençlik örgütü olan Giovine Italia (Genç İtalya) bunun öncüsüdür. 1836’da Das Junge Deutschland, Alman yönetimlerinde korku yaratır. (6) 50’li ve 60’lı yıllarda bütün Avrupa’yı Jeune Europe akımı sarmıştır. Avrupa’da eğitimli gençler arasında yayılan jeune’lük “Avrupa’nın birçok ülkesinde ilk kez görülen bir devrim gücü” durumuna gelir. (7) Avrupalılar, Osmanlı yönetimine muhalif Avrupa’daki Türk gençlerinin “Jön Türk” olduğunu belirtmeyi ve bunu vurgulamayı birçok bakımdan doğru görürler, “Yeni Osmanlılar”dan başlayarak Avrupa’daki ve Türkiye’deki bütün devrimciler böylece hep “Jön Türk” olur. Türkiye’nin devrim çizgisinin çıkış noktası olan Jön Türklük, gene o zamandan başlayarak “en önemli Türk markası”dır. (8)

Devrimin Fransa’yı gençleştirmesi, Devrim etkinlikleri ve siyasal alanla sınırlı değildir. Sanat dünyasında da toplumsal heyecan genç sanatçılar yaratmış, sanat ve kültür hayatı da gençleşmişti. Birçok genç sanatçı en etkili ve en önemli eserlerini Devrim döneminde ve sonrasında verdi.

Üçüncüsü; kadınların hayata ve siyasete dahil olmasıdır. Bunun “yan etkileri”, kadın haklarının ve kadın-erkek eşitliği düşüncesinin bütün ilerici mücadelelere ayrılmaz bir şekilde yapışmasındadır.

Bu üç büyük yeniliğin içinden Büyük Fransız Devrimi’nde kadınları, devrim ve kadınlar arasındaki bağı, bağıntının Büyük Fransız Devrimi’nde kurulacak olmasını ele alacağız.

 

Devrim ve devrim düşmanı üç kadın

Büyük Fransız Devrimi ve kadın arasındaki ilişkide akla ilk gelen kadın elbette Marie Antoinette (9) olacaktır. Kraliçenin Devrimle ters yönlü olarak böyle güçlü bir çağrışım yapması, kadınlar açısından olumlu bir anlam taşımamaktadır ama kadınla giyotin arasında kurulan bağ, kadın-erkek eşitliği ile ilgili bir “adımı” ve “gelişmeyi” ifade eder; kadınlar her şeyden önce Devrim karşıtlığında erkeklerle eşit konumdadır.

Viyanalı Marie Antoinette (Almanya’daki adıyla Maria Antonia Josepha Joanna von Österreich-Lotringen), Avusturya imparatoriçesinin kızıdır, Bourbon Hanedanı mensubu Frank kökenli Fransa kralı “Louis Capet” (XVI. Louis) ile evlendirilmiştir. Avusturyalı prensesin gelin gelmesinden sonra ortaya çıkan ekonomik bunalım, doğal afetler ve yatırım zaafı yüzünden yaşanan üretim felaketleri, halk arasında kraliçenin uğursuzluk getirdiğiyle açıklanmış, Marie Antoinette halk tarafından sürekli lanetlenmiştir. Kralla evlenmesi dolayısıyla yapılan düğün törenindeki kutlamalarda Paris’te yüzden fazla kişinin ölmesi de çok kötü bir başlangıç olmuştu. Halk arasında “Avusturyalı orospu” veya “hoppa Viyanalı” şeklinde adları olan, “sürtük”, “şıllık”, “süslü” gibi aşağılayan olumsuz sıfatlarla anılan Marie Antoinette, savurganlıkları, skandalları ve kötü ünü yüzünden Devrimin de hedeflerinden biri olacaktır. Gelişmelerin, hanedan için, daha doğrusu kendileri için tehlike doğurmaya başladığını sezen kraliçe, kralı kandırarak Avusturya’ya kaçmayı planlar. Yolda yakalanırlar. Avusturya en çok savaşılan ve en önemli düşman olan ülkedir, hasımdır. Bu “düşmana kaçış”, onların giyotinde sonlanan büyük macerasıdır ama kraliçeyle birlikte kadınlara giyotin yolu açılmıştır.

Bu arada Avrupa “dengeleri” bozulmuştur. Bütün ülkeler gözünü Fransa’ya dikmiştir. Avusturya, karşıdevrimciliğin bir gereği olarak Prusya ile aralarındaki anlaşmazlığı “çözerek” ve savaşı keserek onunla yakınlaşır. Devrimin kendilerine sıçramaması gereken bir bela olduğunu hemen anlayan bütün monarşiler, Avusturya öncülüğünde ve önce Fransa’ya komşu olanlardan başlayarak bir koalisyon oluşturur. Devrim yönetiminin Fransa’nın güneyinde ve doğu sınırında yeni harekat kararları alması, Avusturya-Prusya birliğini sağlamlaştırdığı gibi, 1793 başında Fransa’ya ve Fransız Devrimi’ne karşı, İspanya, Hollanda ve İngiltere’nin de içinde olduğu bir eylemli birliğin ortaya çıkmasına yol açar.

Bu ilk koalisyon daha sonra genişleyecek, ileriki yıllarda içine Rusya ve Osmanlı devletini de alarak Devrime karşı iki koalisyon daha oluşacaktır.

Avusturya başrole savunarak Avrupa’nın en büyük ve köklü monarşisi ve “imparatorluk olarak” öncü olmuştur, ama Marie Antoinette hanedanın kızı olduğundan imparatoriçe Maria Theresia (10) Devrime karşı fazladan bir duyarlılık içindedir. Hem askeri harekatla, savaşla Devrimi yok etmek hem de kızını kurtarmak ister.

İmparatorluk tarihinde önemli bir rol oynamış olan Maria Theresia dirayetli ve sevilen bir hükümdardı. Ev kadını görüntüsü eksik olmadığı gibi, erkeğe saygılı bir sıradanlık izlenimi vermeyi de ihmal etmiyor, halkın hayret ederek hayran olacağı bir tip olmak için de ne gerekirse onu yapıyordu. On altı çocuk doğurmuştu, şart olmadığı halde kocasını imparator yapmıştı, dini bütün bir Katolikti, hatta göstere göstere sofuydu. 1751’de imparatorluğu günahtan arındırmak için çok geniş yetkilere sahip “İffet Komisyonu” kurarak fuhuşa karşı mücadelede görülmemiş, duyulmamış girişimlerde bulundu. “Ahlak engizisyonu” olarak çalışan komisyon, emirlerini bizzat imparatoriçeden alıyor; imparatoriçenin talimatlarıyla, daha önceki dönemlerde kendilerini belirten giyimleri ve işaretleri olan fahişeler (örneğin, Leipzig’de sarı manto-pardesü giymek, Augsburg’da yeşil bir geniş kuşak bağlamak, Viyana’da omuzunda sarı bir örtü taşımak, güneydeki kentlerde kırmızı başlık takmak zorundaydılar) toplanıyordu, yakalananlar dağlanıyorlar, kırbaçlanıyorlar, direklere bağlanarak meydanlarda teşhir ediliyorlar, sakatlanıyorlar, kazığa geçiriliyorlar ya da sürülüyorlardı. Avusturya’nın cinsel hayatı gözetim ve denetim altına alınmıştı. (11)

Rusya’nın Devrim karşıtı birlikte yer almasıyla Rus Çariçesi Katerina (12) devreye girmiştir, ya da Çariçe devreye girdiği için Rusya koalisyona katılmıştır. Her neyse, sonunda yapılan şudur: Çariçe, Avusturya ve Prusya’nın yakınlaşmasını desteklemekte, iki ülkenin Fransa’ya karşı ortak eyleme geçmelerini istemektedir. Bu iki devletle ilişkilerini iyileştirir ve onları teşvik eder, hatta kışkırtır. Devrimden en çok korkanların başında gelen Çarlık Rusyasının, Devrimi başkalarının silahlarıyla ezme niyetinin yanındaki başka bir hesabı da, Prusya ve Avusturya’nın Fransa ile savaşmak yüzünden Polonya ile ilgilenemeyecekleri, bu sayede Polonya’nın kendisine kalacağıdır.

“Katerina Rusyasında, ilericiler, Fransa’daki olayları alabildiğine dikkatle ve -belli etmeseler de- kanları kaynayarak” izlemekte olduklarından, Çariçe’nin kaygıları tavan yapmıştır. Basın ve yayın dünyası Devrimi yansıtmaktadır. (13) Tedbir alınması gerekmektedir.

Bu arada Polonya’da Fransız Devrimi örneğinden cesaretlenen halk, 1792’de anayasal bir rejim için ayaklanınca bunu fırsat bilen Çariçe, Polonya topraklarını ilhak eder. Arkasından Ukrayna’nın batısını ele geçirir. Fransız Devrimi’nin doğuda bir dayanağı kalmamıştır.

Fransız Devrimi’nin Rusya’da da ortaya çıkabileceği korkusu yüzünden Rus liberalleri ve aydınları üzerinde tutuklamalar ve sürgünler şeklinde büyük bir baskı uygulanır.

Sonunda Fransız Devrimi’ne karşı Rusya çok önemli bir rol oynamıştır, finanse etmekten casus faaliyetleri yürütmeye kadar yapılanlar konusunda ayrıntılara girmiyoruz, ama bunların mimarı, Habsburg imparatoriçesi yanında, çariçedir. Böylece Çariçe, Fransız Devrimi’nin ülke dışındaki ikinci önemli karşıt kadın figürü olarak tarihe geçer.

Rusya’nın karşıdevrimciliğinin öcünü, Devrime darbe yapan karşıdevrimci Napoleon Bonaparte almaya çalışacak, 610 bin kişilik ordusunu “başarılı” bir şekilde Moskova’ya kadar götürecektir. Felaketi ise malum. Ordunun yalnız 100 bine yakını Rusya’dan dışarı çıkabilecek, Fransa’ya yalnızca 50 bin kadar asker dönebilecektir.

                      

Savaşan kadınlar, savaşta kadınlar

1789 yılının bahar aylarında pahalılık, kıtlık ve yoksulluk yüzünden kadınlar, kentte ve küçük yerleşim yerlerinde sokağa indi. Köylerde de ayaklanmaların içindeydiler. Böylece kadınlar toplumsal zorlukların sonucunda daha Devrim başlamadan aktif olmaya başladılar.

Bastille’in 14 Temmuz 1789 günü halk tarafından ele geçirilişinde kaleye 622 kişinin girdiği söylenir. Kaçı kadındır bilinmiyor ama tahminler en az üçte bir kadarının kadın olduğu yolundadır. Erkekler içinde erkek giysileriyle çarpışan 18 yaşında bir kız da vardır, nişanlısının yanındadır. Kaleye saldıranların arasında genç bir kadın, Marie Charpentier, çarpışmada yaralanmıştır ve 12 Aralık 1790’daki bir meclis oturumunda kendisine 200 Franklık bir aylık bağlanır. Marguerite Pinaigre ise “Bastille şehitleri”nden biridir, topçulara cephane taşımıştır. (14) Böylece daha Devrim başlarken de, daha ilk günden de kadınların en önde sahne aldığını görüyoruz.

Ancak Devrim her şeyin başında ve her şeyden önce “erkekler için” gibiydi. 3 Eylül 1791’de Milli Meclis, 26 Ağustos 1789’da hazırlanmış olan “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi”ne göre yapılmış Anayasa’yı onayladı. Seçme ve seçilme hakkı yalnız erkeklerindi. Kadınlar ilk kurulan ve açılan meclise bir dilekçe sundu, şöyle seslendiler erkeklere: “Sizler geçmişin bütün yargılarını yok ettiniz, ama krallıkta yaşayanların yarısını devlet dairelerinden, görevlerinden, ayrıcalıklardan ve en önemlisi aranızda oturma hakkından yoksun bırakan en eski ve en kapsamlı olanının sürmesine izin verdiniz.” (15)

Gerçekten de öyleydi, Robespierre, Marat, Hébert gibilerin de içinde bulunduğu Devrim önderlerinin çoğu, “kadınların etkin siyasal hayatın içinde yer almalarını” o günlerde doğal bulmuyordu! Ama daha önemlisi, hiç bir zaman da doğru bulmadılar. İşin ilginci, 1792’de Konvansiyon tarafından başlatılan “hakları yasalaştırma çalışması”, 1804 yılında Code Napoleon olarak tamamlandırıldığında bütün dünyaya örnek olmuş, otuzun üstünde ülkenin toplumsal gelişmesini etkilemişti, ama metnin sonul halinde kadınların sözleşme yapmakta “aciz” olduklarına hükmedilmiş, mülkün eşit paylaşımı erkek varislerle sınırlandırılmıştı. Kadınların seçme-seçilme haklarına sahip olamayacaklarının hükme bağlanması, 20. Yüzyılın ortalarına kadar birçok yerde (birçok “gelişmiş Batı” ülkesinde de) geçerliliğini sürdürecektir. (16)

Devrim başlar başlamaz etkisi Fransa sınırlarının dışına taştı. Avrupa’nın bütün feodal yönetimleri irkildi, sınıfsal içgüdüleri gereğince gelişmelere taraf oldular ve hemen zora başvurdular. İngiltere bile kara Avrupasına, Fransız topraklarına 14 bin kişilik bir ordu çıkardı, Toulon kentini ele geçirdi. Fransa topraklarında altı koalisyon ülkesinin orduları yürüyordu. Amaç “yönetime el koymak”tı. “Bulaşıcı” diye niteledikleri Devrime karşı Fransa’nın iç işlerine karışmanın, hatta Fransa’yı işgal etmenin mazereti “kıtanın barışını ve güvenliğini korumak”tı. Devrim “savaşçıydı, saldırgandı, vahşiydi”, bu yüzden saldıracak ve savaşacaktı. Devrim böyle bir şey yapmazdı, yapamazdı, yapmayacaktı ama gene de -Marie Antoinette’in kardeşi Avusturya İmparatoru Leopold’un deyişiyle- “bugünkü sınırların çiğnenmezliğini, bugünkü anlaşmaların yürürlüğünü garanti altına almak” gerekiyordu!

Dış güçlerin, düşman ordularının işgaline karşı büyük bir seferberlik oldu. Dışarıdan Devrime gelen saldırı Devrim Fransasında o kadar büyük bir heyecan yarattı ki, o zamana kadar görülmemiş ölçüde, gönüllülük temelinde ve vatan savunması için genel seferberlik sonucu, ilk anda, 80 bini yalnız Paris’ten olmak üzere, 500 bin kişilik bir ordu ortaya çıktı. “Herkes asker“di. (17) Bu ordu, “kral için değil, vatan için” savaşacaktı ve sloganı “Yaşasın kral” değil; “Yaşasın millet”ti. (18)

Bu orduların askeri başarıları ve Devrim Fransasının dalga dalga yayılan ve giderek artan siyasi etkisi, karşıdevrimci saldırgan koalisyonun hiç bir şey elde edememesini sağladığı gibi, Fransa’da da yeni bir demokratik ve devrimci anayasayla Cumhuriyetin kurulmasını kolaylaştırdı.

1794 yılı başında Devrime saldırıya geçen koalisyon güçlerinin karşısında, ayaklarında tahta kunduralar ve üstlerinde yalnızca gömlek olmasına rağmen vatan için savaşan 14 ordu bulunuyordu. 1,2 milyon kişiye ulaşan Devrim ordusu (ki, “askerlerin” bazılarında av tüfeği ve hatta yalnızca tırpan olan tarihin bu ilk milli ordusu, bir yıl sonra 3 milyon “Milli Muhafız”lı bir ordu olacaktır ve Avrupa ve dünya tarihinde o zamana kadarki en büyük ordudur), hem iç ayaklanmaları bastırdı, hem de düşmanlara öldürücü darbeler indirdi. (19) Bütün toplum ayaklanmış, sayısal katılımın büyüklüğüne devrimci coşku da eklenmişti.

Devrimin kadınlar üzerindeki etkisi çarpıcıydı. Devrimde sanki kendilerini bulmuşlardı. Devrimde savaşmak, Devrim için savaşmak kadınları çekiyordu, içine girmişlerdi bir kere. Binlerce kadın gönüllü olmak ve savaşmak için orduya başvurdu. Orduya alınmıyorlardı; buna rağmen erkekler gibi savaşıyorlardı. Ancak kadınların yurt savunmasına erkekler gibi asker olarak katılmalarının gerekip gerekmediği, bunun doğru olup olmadığı tartışmalıydı ama tartışma teorik bir düzeyde olmaktan da uzaktı. Fiili bir durum yaşanıyordu. 1792’de kadın taburları oluşturulduğu zaman erkekler buna karşı çıkmışlar (20) ve bu kadın taburları dağıtılmıştı. Belli yerlerde belli zamanlarda silahla ve “erkekler gibi” savaşan kadınlar hep oluyordu, önlenemiyorlardı da ondan savaşmaktaydılar, savaşabilmekteydiler. Ancak böyle istisnai durumlar dışında, silahlı eylemler sırasında kadınlar genellikle kadın olarak geleneksel konumlarını sürdürüyorlardı.

Ordu seferberliği yanında büyük bir “sivil seferberlik” oldu. Halkın coşkusu ve yaratıcılığı, beklenmeyen ve hesaplanmayan katkıların ortaya çıkmasını sağlıyordu. Kadınlar, askerler için giysiler dikiyor, işçiler elleriyle ilkel silahlar üretiyor, dericiler askerler için matara ve ayakkabı üretmeye çalışıyor, zanaatkarlar kilise yapılarından alınan metallerle, kulelerden sökülen çanlarla top ve ağır silahlar yapıyordu. Coşku bütün toplumu ve toplumun her alanını sarmıştı. Halk, elinde ne varsa veriyordu. Ve kadınlar bu büyük seferberlikte başroldeydi.

 

Soylu kadınlar, “soysuz” ama önlenemez kadınlar

Soylu kadınlar, ki Devrimden yana olanları vardır, sahnede görünmekten çok akıl vericidirler. Kadın taleplerinin yaratıcıları olsalar da sözcüleri olmazlar. “Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirisi”nde parmakları ve katkıları olduğu söylense de kendileri ortada yokturlar.

Zaten kültürel dünyada 19. Yüzyıl başı, bütün Avrupa’da “hayli sayıda kadının kendi adlarına boy gösterdikleri bir dönem”dir. (21)

Kadınların devrim için savaşması gerektiğini savunan ve bunun için devrim günlerinde Paris’e gelen “Özgürlük Amazonu” (ya da “Fransız Devrimi’nin Amazonu”) Anne-Joséphe Théroigne de Méricourt’un yanına hiç bir soylu kadın yanaşmayacak, hatta gördükleri her yerde yollarını değiştirip ondan kaçacaklardır. Bu devrimci “amazon”, kadınlardan oluşan bir milis grubu kurmuştur. Bunun yanı sıra ilk siyasal örgütü “Yasa Dostları Kulübü”ydü (Ocak 1790). Daha sonraki, “Devrimci Cumhuriyetçi Kadın Yurttaşlar Kulübü”, (kuruluşun adı parti olmamakla birlikte) dünyadaki ilk “kadın partisi”dir ve o dönemde “kadınların kayıtlı üye olmalarına izin verilen ilk siyasal” kuruluştur. 30 Ekim 1793’te yasaklanan bu derneğin Paris dışında otuz kadar da şubesi vardı. (22)

Daha Devrimden önce “salon”unda edebiyat, felsefe ve siyaset toplantıları yapan Sophie de Grouchy (1764-1822), ki dönemin en güzel kadınlarından olduğu söylenir, 1786’da Condorcet (23) ile evlenmiştir, hiçbir Devrim eyleminde görülmeyecektir.

“Vikontes” Madam Roland (de la Platière; kızlık adıyla Manon Jeanne Marie Phlippon), Jirondenlere gösterdiği yakınlıkla ünlenmiştir, “salon”u bütün devrimcilere açıktır ama 1793’te giyotine gönderildikten sonra Jirondenlerden biri olarak unutulmayacaktır. Siyaseten fazla önemi yoktur, buna karşın devrimci romantizmin simgesi olarak Devrime yararlar sağladığı da kesindir. (24)

Bir kontesin çorap yamayarak, bir markizin terzilik yaparak Devrim ordusuna hizmet ettiğinden söz eden kaynaklar varsa da, bu kontes ve markizin kim oldukları belirtilmemiştir.

General La Fayette’in karısı sömürgelerden getirilen siyahların özgürlüğü gibi alanlarda yıllar boyu ve coşkuyla faaliyet gösterdiği halde, kadınların Paris’ten, kent dışındaki büyük saraya doğru harekete geçmelerinde (“Kadınların Versailles Yürüyüşü”) kadın kitlelerine katılmamıştır. 5 Ekim 1789 günü yapılan ve yalnızca kadınlardan oluşan bu yürüyüşte tek bir soylu kadına rastlanmaz. Sonraki dönemlerde silahlanmış kadınlar arasına da hiç karışmamışlardır. Devrime katılan kadınların üniforması gibi olan “Amazon giysileri”ne bürünen bir soylu kadını kimse görmemiş, tek bir soylu kadın bile “özgür kadın” olmamıştır.

Devrimde yer aldıklarını söyleyen ve yer aldıkları yolunda izlenimler uyandırdıkları için “Devrimci kadınlar” kategorisinde değerlendirilen ve Devrimci oldukları sanılan kadınlar, Devrime aristokratlığı bulaştıramayan erkeklerin tersine, Devrime çok belli etmeden olsa bile aristokratça bakabildiler. Bazılarına göre, Devrime katılan halktan kadınlar, yan yana olunamayacak “soysuz” kadınlardı. Düzeyleri düşük ve eğitimsiz olduklarından bir bakıma haklıydılar tabii, ancak Devrimde yer alan kadınlar gerek savaşma isteklerinde kararlı, gerek yaratıcılıklarında verimli, gerekse de ayrı örgütlenme çabalarında ısrarcıydılar. Bu yüzden, durdurulamıyorlar, önlenemiyorlardı.

Versailles Yürüyüşü, çok az sayıdaki kadın ve erkeğin birlikte Paris merkezindeki Hotel de Ville’in (Belediye Sarayı) basılarak silahların ele geçirilmesiyle başlamıştır. Ancak sonradan kentteki kadınların yoğun ilgi göstermesi sonucu “kadınların resmi geçidi”ne dönüşür. Yürüyüş kolu, öylesine kalabalıklaşır ve canlıdır ki, müdahale edilemez, müdahale etmekten çekinilir. Onlarca kilometre yürünerek altı saatte büyük saraya varılır. Binaya da girilir, birkaç kişi ölmüştür, muhafızlar çekilmiş, kralla kraliçe kaçmıştır.

Bu, durdurulamayan kadınların eseriydi. Versailles’ın “zaptı” bir zaferdir, ama arkasından, 17 Temmuz 1791 günü Paris’in içinde, Champ-de-Mars alanında toplanan kalabalığa ateş açıldığında yüze yakın insan ölür, yüzlerce de yaralı vardır, kadınların çoğunlukta olduğu gösteri dağıtılır. On binlere saldırtılan on bin kadar askerdir.

Ama bu yıldırıcı olamamıştır. Kadınlar kitlesel bütün gösterilerde daha fazla yer alırlar. Bunu yanı sıra kadınların bireysel girişimleri ise hayret edilecek ve takdir uyandıracak ölçüdedir.

Louise de Keralio, 13 Ağustos 1789’da Devletin ve Vatandaşın Gazetesi adında bir periyodik yayımlamaya başlar. Gazetedeki ilk yorum, “Abbè Sieyès’in Anayasasına Giriş” adını taşıyordu ve çocuklar yanında, aynı onlar gibi, kadınların da kamu üzerinde bir sorumlulukları olmadığı yolundaki görüşlerine karşı çıkıyordu. (25) İleri sürülen bu görüşlerin anlamı, bütün yurttaşların (yani aslında kadınların) hükümetlerin oluşumunda aktif rol alamayacaklarıydı.

1790 Martında Etta Palm d’Aelders adlı Hollandalı bir kadın Paris’te, “Gerçeğin Dostu” derneğini kurdu. Kuruluşun resmi adı, “Yurtsever ve Topluma Yararlı Kadınlar Birliği”ydi. Dernek toplanma yeri haline dönüşünce kapatıldı.

Cahiers de Dolèances adıyla devrimci Meclise başvuruların yayımlandığı kitaplara kadınların yazmasının yasaklanması (26), kadınların yeni bir yol aramaları ve yaratmalarıyla sonuçlanacaktır. Bu, de Keralio’nun başlattığı ve önderlik ettiği broşürler savaşıdır. 1789 yılı sonundan itibaren yayılan (yasal veya yasal olmayan) bu broşürler çok önemli bir propaganda aracı olur.

Devrimin erkekçi, devrimcilerin ayrımcı özelliklerine karşı mücadele, kadınlar arasında önem taşımış, sorun olmuş ve girişimler gerektirmişti. Kadınların “Anayasa Meclisi”nin dışında bırakılmaları ile “insan hakları”nın erkek hakları olması konusu ve ona tepki, yukarıda sözü edilen “Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirisi”nin yazılmasının nedeniydi. Bildiriyi 1791’de, birkaç gün içinde kaleme alan Olympe de Gouges 1789’da gazete çıkarmak istemiş, izin alamamıştı. 17 maddelik “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi”ne karşıt olan “kadın hakları bildirisi” de 17 maddeydi. 10. maddeyi, “İdam sehpasına çıkma hakkına sahip kadının, kürsüye çıkma hakkı da olmalıdır” diye yazan de Gouges’in ölümü, Robespierre’e karşı çıktığı için giyotinle olmuştu (3 Kasım 1793). (27)

Bildirgenin girişinde şu yazıyordu: “Milletin temsilcileri içinde olan analar, kızlar, kızkardeşler, kadınlar Mecliste temsil edilmek istiyorlar. Kadın haklarının unutulması, kabul edilmemesi ve tanınmaması, kadınların doğal, devredilemez ve kutsal haklarının çiğnenmesi demektir. Kadın hakları, bildirgede yer alacaktır.”

De Gouges’in “bildiri”si sonraları feminizmin “manifestosu” sayılacaktır.

Claire Lacombe 1793’te kurduğu “Devrimci Kadınlar Derneği”nde “kadınları evlerinin dar alanına kapatıp insanlığın yarısını yalıtılmış, edilgen varlıklar haline getiren önyargıların” artık ortadan kalkması gerektiğini ve mutulaka kalkacağını söyleyecekti. “İyimserliği temelsizdi.” (28)

Kadınların kadın dernekleri, kulüpleri içinde örgütlenmeye çalışmalarının nedeni, kadın mücadelesi yapmak istediklerinden ve bu bilince sahip olmalarından değildi, diğer dernek ve kulüplere girememelerindendi. Kabul edilmiyorlardı. Erkekler kadınlarla birarada bulunmayı “kötü bir şey” sayıyorlardı. (29)

Yurttaş sayılmamaları ve engellenmelerine rağmen devrimci faaliyet gösteren kadınlar aynı zamanda sürekli aşağılanır. Kendilerine “örgü örenler”, “mutfakçılar”, “temizlikçiler” gibi adlar takılır.

Soylu kadınlar evlerini bırakamadıkları için (Claire Lacombe, Pauline Léon, Etta Palm d’Aelders, Théroigne de Méricourt gibi kadınların önderlik ettiği) “Devrimci Kadınlar Derneği”, “Kadınlar Kulübü”, “Kadın-Erkek Kardeşlik Derneği”, “Devrimci Cumhuriyetçi Kadın Yurttaşlar Kulübü” gibi kadın kuruluşlarında gözükmezler. Oysa kadınlar, oy hakları olmadığı, kulüplere ve derneklere üye olarak kabul edilmedikleri, kadınların silah taşımaları doğru görülmediği, “yasalara katkıda bulunmaları” yasaklandığı için kurulan bu derneklerde onların yapacağı çok şey vardır. Devrimde, kadınların yurttaşlık hakları bile sorundur. “İnsan topluluğuna ait varlıklar”, “akıl sahibi insanlar” olduklarını bile savunmak durumunda, zorundadırlar. Bu yüzden, “tarihte ilk kez kadınlar bağımsız bir siyasal eylem adına erkeklerden ayrı olarak” birleşmişlerdir. (30) Kaldı ki, kadınlar devrimden, toplumsal, ailevi ve ekonomik bakımlardan haklı olarak beklentiler içindeydiler.

Normandiyalı soylu bir ailenin genç kızı olan Marie-Anne Charlotte Corday d’Armont, devrimcidir, ateşlidir, coşkuludur, ama edindiklerini yalnızca kitaplardan almıştır, duydukları ve karşılaştıkları kafasını fazla karıştırdığı ve Devrimi anlayamadığı için, gider Marat’yı evinde bıçaklar. Devrim uğruna, gidip Devrimin önderini öldürmüştür. (31) İdam edilmiş Jirondenlerden sorumlu gördüğü Marat’yı öldürmekle henüz giyotine gitmemiş yüz binlerce insanı kurtardığını söyleyecektir. Cinayeti, “Devrimin ressamı” ve “resim sanatının Robespierre’i” David’in (32) en önemli resimlerinden birine konu olur; “Marat’nın Ölümü” ya da “Katledilmiş Marat” (1793) adlı ünlü tablo, banyo yaparken öldürülmüş Marat’nın resmidir.

Birçok kaynak, Fransız edebiyatının önemli şair ve oyun yazarları olan Corneille kardeşlerin (Pierre, 1606-1684 ve Thomas, 1625-1709) yeğeni olan Corday’ın (1768-1793), Cumhuriyet ve Devrim düşmanı olduğunu, ailesinin kralcı ve gerici özelliklerini benimsemiş olduğunu, cinayeti de bu yüzden işlediğini ileri sürmektedir. Bazı kaynaklarsa Aydınlanma taraftarı ama kralcı olduğunu belirtmektedir. Almanya’dan gelmiş Mainzlı Jakoben Adam Lux, Corday’ın sevgilisiydi (Stefan Zweig, 1914’te yazdığı Bir Alman Devrimcinin Hayatından On Tablo adlı oyununda Lux’un Fransa’daki hayatını ve biraz da Corday’ı anlatmıştı).

Büyük Fransız Devrimi döneminde Mary Wollstonecraft (33) Devrimden esinlenerek kadınların eğitimde eşitlik hakkını ilk savunan ve Devrimin düşüncelerini İngiltere’ye taşıyan kişi oldu. Kadın Haklarının Bir Savunusu adını taşıyan ünlü kitabıyla (A Vindication of the Rights of Woman) kadın aydınlanmasının temellerini attı ve feminizmin ilk sözcülerinden biri sayıldı. Erken ölmeseydi çok daha fazla ürün verecek, kadın dünyasının unutulmaz ve önde gelen bir temsilcisi olacaktı. Yaptığı, “devrimci erkeklerin düşüncelerini kadınların durumuna uygulamak”tan ibaretti. (34)

 

Restorasyon: Devrimin bütün kazanımları yok oluyor

Restorasyon dönemi, devrimlerin başına gelebilen bir felakettir, “geri dönüş”tür. Devrimin yenilikleri ve temel ilkeleri önce silikleştirilir, sonra birçoğu tersine döndürülür. Kadın-erkek eşitliği konusunda bütün savunulanlar unutulur. Gerçi Devrim kadınları biraz yüceltmekle birlikte devrimciler kadınların erkeklerle eşitliği konusunda son derece tutuk olmuşlardır, gene de kadınların bazı haklara sahip oldukları sözkonusudur. Ancak Kraliyetin, Eski Rejimin, kadınları resmi görevlerden, kamu hizmetinden uzak tutma geleneği öyle keskin bir biçimde hortlamıştır ki, İkinci Dünya Savaşı sonrası 11 Nisan 1946 kanunlarına kadar başta adalet mekanizması olmak üzere Fransa’da memuriyetin geniş alanları kadınlara yüzyıldan fazla bir süre tamamen kapalı kalacaktır. Bu gerici uygulama kamu alanıyla sınırlı olmamıştır. Devlet görevleri dışında da hayatın önemli bir kısmında kadınlar kısıtlı, yasaklıdır! Ama kamu, her yeri belirleyendir, göstergedir. Kadınlar Fransız barolarına ancak 1 Aralık 1900 yılında çıkan bir yasayla girebileceklerdir. Fransa’daki ilk kadın yargıç, Yüksek Temyiz Mahkemesi’nde üye olarak görevine ancak 16 Ekim 1946’da başlayabilecektir.

Eski Rejimdeki her şey yeniden inşa edilmektedir. Devrimi terkediş, Devrimin bütün uygulamalarında ve yeniliklerinde kendini göstermektedir.

Cumhuriyet, Meclis, seçim, Fransız Devrimi’nin ürettiği ve var ettiği bu kavramlar Restorasyonlarla birlikte yok olur. Kraliyet yeniden kurulmuştur. Saraylardan sınır dışına kaçıp kurtulmuş bir eski hanedan mensubu, XVIII. Louis olarak; bu adla taç giyer.

Cumhuriyet yıkılınca, seçim olmayınca Fransa’da oy hakkı falan da kalmamıştır, ama 19. Yüzyıl boyunca neredeyse bütün Avrupa’da oy hakkının erkeklerle sınırlanmış olmasının dayanağı, ne yazık ki Fransız Devrimidir. Kadın-erkek eşitsizliği konusunda “modern geleneğin” başlatıcısı, hatta yaratıcısı Fransız Devrimi olur.

İngiliz Chartistleri (35) 1840’lı yıllarda “erkeklere genel oy hakkı”nı taleplerinin birinci maddesi yapmalarıyla (36) devrimci oluyorlar, hatta Fransız Devrimini bu sayede “aşıyorlarlar”dı. Çünkü Fransız Devrimi, yalnız paralı ve mülk sahibi olanlara oy ve seçilme hakkı tanımakla yoksullar aleyhine sınıfsal ayrımcılık yapmıştı, Chartistler ise, seçilme hakkını mülk sahiplerine bağlayan kısıtlamaların kaldırılmasını isitemişler ve bunda ısrarcı olmuşlardı. Ayrıca Fransız Devrimin oy hakkı, “genel oy hakkı” değildi.

Büyük Fransız Devrimi’nin bir sonucu ve kazanımı olarak Fransa’da kadınlar, kadın hakları amaçlı dernekler içinde faaliyet gösterirken, Devrimi sınırlarından içeri sokmamış, hatta Devrimi ezmeye, yok etmeye çalışmış Almanya’da bu yüzden tek bir kadın kuruluşu bile ortaya çıkamamıştır. Fransa’da medeni kanun, kadının siyasal haklarını tanımamış olsa bile, miras, boşanma vb. toplumsal sorunlarda önemli hakları kadınlara sonradan tanırken, Almanya bu konuları ancak yüz yıl sonra ele alabilecektir.

Napoleon kadınların geleneksel toplumsal rolleri konusunda Devrimin genel eğiliminden farklı olmadı; hatta belki daha da kötüydü. Ona göre, kadınlar için yurttaş olmanın esas gereği çocuk doğurmaktı. Elbet konu bununla sınırlı değildi. Fransa’nın kültürel dünyasının simge kadını “özgürlükçü” Mme de Staël (37), Devrimin çeşitli evrelerinde “Bonaparte’a karşı tek kişilik yazınsal bir çete savaşı yürüterek” yaşamıştı.

“Gelenek”, geride kalması gereken ve geride kalandı, Eski Rejimdi, çürümüş ilişkilerdi, gericilikti, ama Napoleon’un bunlara ihtiyacı vardı. Code Napoleon olarak anılan yeni Medeni Kanun, yenilikler getirdi, yerel yasaları merkezileştirdi, ama güneyin Roma hukuku ile kuzeyin örfi hukuku (Cermen hukuku) arasında, Devrimin “eşitlikçi” ilkeleri ile Direktuvarın mülkiyetçi, kişisel diktatörlüğe muhtaç, otoriter ve baskıcı anlayış ve uygulamaları arasında bir orta yol aramış ve bulmuştu. Örf ve adetlere dayanan hukuk medeni alandaki yerini kaybetti ama kadın-erkek arasındaki eşitsizlik başta olmak üzere bütün eşitsizlikler yasallaştırılmış ve kalıcılaştırılmış oldu.

Code Napoleon’la kadınlara bazı haklar tanıyan, gerektiğinde karşılıklı anlaşma ile boşanmayı mümkün kılan Devrim döneminin olumlu uygulamaları yok edilecek; kadınlar, “aile başkanı”nın, yani kocanın egemenliği altına sokulacaktır.

Kadınlar Devrimi sevmişlerdi. Devrim onları sarmalamasa da Devrimin içinde yer almışlardı. Onlara göre, Devrim aynı zamanda kadınlar içindi.

Devrimin “kutsal” Marianne’ı, Fransızlar için Devrimin kutsallığı ile özgürlük simgesiydi, ama karşıdevrime ve Eski Rejime göre algı başkaydı, saldıran dış güçlere göre de, örneğin, Almanlar için “Marianne” bir fahişeydi.

Devrim, kadınları, sonradan, ve Marianne’dan çok daha somut olarak devrimin simgelerinden biri yaptı. 1830 tarihli, “Halka Yol Gösteren Özgürlük” adı verilmiş (ama “Barikatlar Üzerinde” olarak da bilinen) Devrimin ünlü tablosunda kadın en öndedir, ışıklandırılmış, öne çıkarılmış ve yükseltilmiş figürdür, esastır ve Devrimin de bayrağını taşımaktadır (38). Bastille’in ele geçirilmesinin anısına, gene 1830’da Bastille Meydanı’nda dikilen görkemli anıtın en üstünde eli meşaleli bir kadın heykeli bulunmaktadır, vb.

Kadın, Devrimin “plastik” görüntülerinde baştacı yapılmıştır.

 

Ve Türkiye, ve bugün…

Bir karşıdevrim dalgasının yarattığı sorunlar içindeyiz. Emperyalizmin planları gereğince Cumhuriyetimiz hedef alınmıştır. Milli devletimiz yıkılmak istenmektedir ve Devrimimizin kazanımları yok edilmektedir. Dinci istismarcılarla iç içe girmiş Batı, bağımsızlığımızı çiğner ve Türkiye’yi kendilerine göre yeniden biçimlendirmeye çalışırken, ülkemizi de parçalanmanın eşiğine getirmiştir. Bu sürecin toplumsal sonuçları en çok kadınların statüsünde ve yaşamlarında kendini göstermektedir. Nüfusumuzun yarısı büyük boyutlu sorunlar içine çekilmiştir. Günde ortalama bire kadar yükselen kadın cinayetlerine, şiddet, taciz ve tecavüzler yaygın bir şekilde eşlik etmektedir. Kadınlara karşı işlenen suçlar patlamıştır. Kadınların günlük olaylar halinde başına gelenler Cumhuriyetin kazanımlarının ortadan kaldırılmaya çalışılmasındandır.

Cumhuriyet düşmanlığı kadınları cendereye sıkıştırmıştır.

Çözüm, milli birlik ve bütünlüğümüzü korumakta, Devrim’in çizgisini sürdürmektedir. Yeniden Cumhuriyet yörüngesine girmemiz gerekmektedir. Kadınların toplumumuzda istismar edilmekten kurtulması, aramızda eşit bir şekilde yerlerini alması ancak bu sayede mümkün olacaktır.

Cumhuriyet birleştirir; ancak Cumhuriyet her şeyden önce kadınları eşit yurttaş yapar. Onların önünü açar. Cumhuriyet aynı zamanda kadınlar içindir.

Kadınlar Cumhuriyet Devrimiyle toplumda yerlerini almışlardır. Gene Cumhuriyet ile yerlerini alacaklardır.

 

Olgular ve sonuçlar

* Fransa’da, bütün Avrupa’da ve bütün dünyada olduğu gibi, kadın ve erkek arasında büyük bir eşitsizlik vardı. Kendilerine tanınan pek bir hakları yoktu ve genel olarak çileli bir hayat sürüyorlardı.

* Fransa’da hayatın her alanında etkileri olan büyük Devrim oldu.

* Devrimin “eşitlik” sloganı yüzünden kadınlar bunun kendileri için de geçerli olacağını sandılar, umdular, umutlandılar, istediler.

* Fransız Devrimi, “eşitliği”, cinsiyetler ve sınıflar arasında eşitlik olarak tanımamış, tanımlamamıştı. Sınıflar arasında eşitlik zaten yoktu, olmayacaktı. Cinsiyetler arasında ise, önceleri kimsenin aklına gelmemişti, ama aslında “eşitlik” erkekler arasında eşitlikti!

* Devrim döneminde kadınlar eşitliği böyle anlamadılar. Bu yüzden cinsiyetler arasında da eşitliği savundular, kendilerini erkeklerle eşitlemeye çalıştılar, devrimci örgütlenmelerde yer alamayınca kadın örgütlenmeleri yaptılar.

* Kadınlar Devrim mücadelesinin her alanında varlık gösterdiler.

* Üst sınıflara mensup kadınlarla alt sınıfların kadınları arasında talep, eylem ve yöntem farkları, ayrıcalıklı kadınlarla ayrıcalıklı olmayan kadınlar arasında mesafeler, gerilimler ve çatışmalar doğurdu. Bu, farklı sınıflardan kadınların Devrimde her zaman birlikte ve birlik içinde olamamalarına yol açacaktı.

* Kadınların her bakımdan tam birlik içinde olamamaları onların üzerindeki baskıların önlenememesine ve göğüslenememesine yol açtı. Birçok devrimci kadın hapse atıldı veya giyotine gönderildi.

* Bütün bunlara rağmen kadınlar Devrimde kendilerine yollar aradılar ve buldular.

* Kadının Devrimdeki toplumsal varlığı, kadınlığın serüvenini etkilemiş, hatta belirlemiştir.

* 19. Yüzyıldan başlayarak sürekli gelişen kadın hareketleri ve eşitlik mücadeleleri ilk hızını Fransız Devriminden almıştır.

* Bütün devrimci hareketlerde kadın-erkek eşitliği hem sorun olmuş, hem de bu konuda gelişmelere yaşanmıştır.

* Gerek Fransa’da, gerek genel olarak bütün Batı dünyasında kadın hakları esas olarak 20. Yüzyılda gerçekleşmiş, kadın-erkek eşitliği tam olarak hiç bir yerde tam ortaya çıkamamıştır.

* Devrimler, toplumsal-siyasal amaçlar için olmakla birlikte, aynı zamanda cinsiyetler arasında eşitlik yönünde de olumlu sonuçlar doğurmaktadır.

 

Dipnotlar:

(1) 1789 Devrim Şarkıları, Erdoğan Alkan, Kaynak Yayınları, İstanbul 1997, s. 129.
(2) Hobsbawm, s. 77.

(3) Hobsbawm, s. 70.

(4) Devrimin önderlerinden Louis-Antoine Florelle de Saint-Just’un (1767-1794) babası subaydı. Genç devrimci Devrimin ilk günlerinde Milli Muhafız Birliğindedir, “Varennes dönüşü”nde kralın arabasını teslim alan ve getirenler arasındadır. Yaşı tutmadığından (o günlerde daha 24 yaşındadır) seçildiği halde Yasama Meclisine giremez.

(5) Guiseppe Mazzini (1805-1872), Cenovalı bir devrimcidir. Bütün hayatı İtalyan birliğinin ve bağımsızlığının sağlanması ve monarşinin ortadan kaldırılması için mücadele etmekle geçmiştir. 1832’de kurduğu Giovine Italia adlı gizli devrimci gençlik örgütü bir yılı bulmadan kitleselleşir, üye sayısı 60 bini bulur. Mazzini, İtalya devrim tarihinin en önemli kişiliklerindendir.

(6) Fransız Devrimi’nin Almanya’ya gençlik hareketi olarak yansıması konusunda bkz. Wolfgang Menzel ve Mosel Heß; bu yazarların yazılarından parçalar aktaran von Hippel, bkz. sf.147-149.

(7) “Arkasında yurtseverlik ve ulusçuluk heyecanı geleneğini bırakan jeune girişimleri” konusunda geniş bilgi için bkz. Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, YKY Yayınları, İstanbul 2002, s. 276 vb.

(8) Bu konuda geniş bilgi için, “Direnişin Tarihsel Kökü: Jön Türklerin Mücadele Geleneği” başlıklı çalışmamıza bakılabilir (Bilim ve Ütopya, sayı 231, Eylül 2013, s. 38-58).

(9) Kutsal Roma Cermen İmparatoriçesi Maria Theresia ile kocası İmparator I. Franz’ın kızları olan kraliçe, sarayda merkezdi, siyasette müdahaleciydi, savurganlıkta öncüydü, kraliyet gösterilerinde en öndeydi, hanedanı belirleyendi ve halka düşmanlığını hiç bir zaman gizlemek ihtiyacı duymamıştı. Krala istediği atamaları yaptırıyor, istemediği bütün görevlileri işlerinden ettirebiliyordu. Ayrıca kraliçe, birçok şeyi küçümseyerek, hatta aşağılayarak hafiften Fransız düşmanlığı da yapıyordu. Örneğin, saraydaki uşaklar onun emriyle sarayın geleneksel kırmızı-beyaz-mavi üniformalarını giyememektedir. Örneğin, kraliçe, bir kadının devletin başında ve fiili olarak hükümdar olmasını yasaklayan Lex salica’yla (Pactus Legis Salicae, 6. yüzyıldaki kral Clovis’in emriyle kaleme alınan yasa bugün Belçika’da halen geçerlidir) alay etmekte, gösterdiği insiyatifle bu yasayı çiğnemekte, emirlerini kocası kral adına değil, de par le reine (kraliçe adına) vermektedir. Kötü anılması, kendisine olumsuz sıfatlar yüklenmesi boşuna değildi ama “Avusturyalı kahpe”yi karalama yarışı, gerçek olmasa bile hep olumsuz söylentiler üremesine yol açıyordu. Çok bilinen, halkın ekmek bulamadığı kendisine söylendiği zaman “pasta yesinler” dediği söylentisi, böyle bir şey olmadığı halde, doğru olmadığı bilindiği halde Paris gazetelerinde tekrar tekrar yazılmış, kraliçenin bu sözleri söylediği yalanı bütün Fransa’ya yayılmış, her yerde doğru olduğu yolunda kabul görmüştü. Kraliçeyi suçlayanlarla savunanların çok şiddetli bir şekilde karşı karşıya gelmesi, onun haksızlık denecek ölçüde suçlanmasının sonucuydu. Ülkenin birikmiş kızgınlığı tek bir insanın üzerine boşalmıştı. Ayrıca Devrim krallık rejimini vurmak için kraliçeye, kraliçenin kişiliğinde de onun kadın yönüne saldırı yoluna girmiş, kraliçenin dışladığı soyluların kıskançlık ve çekemezlik uydurmalarının cinsellikle ilgili olanlarına sarılmıştı. Bu tutum, devrimcilerin erkekçi anlayışlarıyla da örtüşüyordu. Kraliçenin suçlanması için, çok aşığı olduğu, herkesle yattığı, seks düşkünü ve lezbiyen olduğu, kendi oğluyla (dokuz yaşındadır) cinsel ilişkide bulunduğu gibi asılsız iddialar uydurulması ve bu iddiaların yaygınlaştırılmaya çalışılması bunu göstermekteydi. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Zweig, Marie Antoinette.

(10) 1740’ta tahta çıkan Maria Theresia (1717-1780), kurumsal-hukuksal, iktisadi-toplumsal ve ahlaksal-dinsel olmak üzere üç alanda önemli reformlar yaptı, Almancanın imla reformunu ele aldı, standardizasyonunu sağladı, eğitim sistemini yeni baştan düzenledi, zorunlu ilköğretim başlattı, yeni modern okul sistemleri kurdu, orduyu güçlendirmeye çalıştı, ülke çapında zorunlu askerlik getirdi, devlet dairelerini yeniden düzenledi. Köhne adalet uygulamalarına sınırlar getirdiyse de, işkenceyi yasaklamamak gibi en dikkati çeken konularda gerici ve kabul edilemez uygulamaların sürmesini sağladı. Çok iyi eğitim görmüş olmasına rağmen Maria Theresia aydın özelliğini sergilemezdi ve Aydınlanmaya düşmandı. Rousseau, Voltaire gibi Aydınlanmacı düşünürlerin kitaplarını yasaklatmakla yetinmemiş, “akıl çağı“ sanatçı ve yazarlarının eserlerinin okunmalarının, hatta onları bulundurmanın bile “günah“ olduğunu ilan etmişti. Avrupa’da ortaya çıkmış en geniş topraklı imparatorluk, onun sayesinde, aynı zamanda Avrupa’da en uzun yaşayan imparatorluğu olmuştu.

(11) Nickie Roberts, Batı Tarihinde Fahişeler, Sabah Kitapları, İstanbul 1998, s. 73; Jess Wells, Kadın Gözüyle Batı Avrupa’da Fahişeliğin Tarihi, Pencere Yayınları, İstanbul 1982, s. 35.

(12) Tarihimizde Osmanlı ile yaptığı savaşlarla (1774 Küçük Kaynarca Anlaşması ile sonuçlanan 1768 Türk-Rus Savaşı, 1770 Çeşme baskını vb.) iyi bilinen II. Katerina (Yekaterina, 1729-1796), “Büyük Katerina” diye de anılır. Rusya’daki bu “aydın despot”, reformlara girişmesine, Montesquieu, Rousseau gibi Aydınlanmacıları benimsemiş olmasına, Diderot ve Voltaire’le dostluk ilişkileri yürütmesine, sanata, kültüre, bilime çok önem vermesine rağmen halk ve devrim düşmanlığıyla ün kazandı. Döneminde Rusya tarihinin en büyük halk ayaklanması oldu (Pugaçev olayı), acımasızca ezilen isyan büyük izler bıraktı. Aslen Alman olan Katerina, Rusçayı gelin gittiğinde orada öğrendi. Rusya’nın dünya tarihini etkileyen büyük devletler arasına girmesini sağlayanlardandır.

(13) Geniş bilgi için bkz. Tanilli, On Yıl, s. 103 vd.

(14) Güneş, s. 14.

(15) Léon Abenseur, La Fémme et le Féminisme avant la Révolution, Paris 1928, s. 430; akt. Rowbotham, s. 44.

(16) Davies, s. 760-61.

(17) Prusya’nın askerileşerek yükselmesi döneminde (17. yüzyıl sonu ile 18. yüzyıl başında) daha önce görülen ve bir Prusya icadı olan “herkes asker”le, Devrimin “herkes asker”inin bir benzerlik ve (Devrimin Prusya deneyiminden yararlanılması şeklinde) devamlılık ilişkisi yoktur. Devrimdeki “herkes asker”in özü olan “yurttaş asker” kavramı, tarihsel ve siyasal olarak Fransız Devrimiyle ortaya çıkmıştır. Esas olarak 19. yüzyılda altyapısı örülecek olan askerlikteki “topyekûn savaş” teorisi de, halkın seferber edilmesi konusundaki yönelimi ve özelliğiyle gene Fransız Devrimi’nin yarattığı “yurttaş asker”den esinlenmiş ve kaynaklanmıştır.

(18) Bu slogan dönüşümü, Türkiye’nin uluslaşma sürecinde, bir yüzyıl sonra Osmanlı toprağında aynı şekilde tarihi bir paralellik olarak yaşanacaktır. Alışılagelmiş olarak söylenen “Padişahım çok yaşa” sloganı, 2. Meşrutiyet öncesinde ve döneminde “Millet çok yaşa” şeklini almıştır. Esas olarak 1919 sonrası mücadeleler tarihsel paralelliği belirginleştirecektir. Kurtuluş Savaşımız ve Fransız Devrimi’nin Anadolu’daki versiyonu olarak da değerlendirilen Cumhuriyetimiz, bir devrim olarak sürekli Fransız Devrimini çağrıştırmış, Fransız Devrimine göndermelerle yorumlanmıştır.

(19) Tanilli, On Yıl, s. 103-109, 122-123; Arda Odabaşı, “Jakobenizm ve Robespierre”, Teori, Sayı 153, Ekim 2002, s. 22.

(20) Edith Thomas, The Women Incendiaries, London 1967, s. 121; akt. Rowbotham, s. 123.

(21) Hobsbawm, s. 283.

(22) Théroigne de Méricourt (1762-1817), dernek çalışmalarıyla örgütlenmeler yaptığı ve kadın-erkek eşitliği konusunda fazla ısrarlı olduğu için “siyasal nedenlerle” akıl hastanesine kapatıldı, bkz. Marit Rullmann vd., Kadın Filozoflar - I / Antikçağ’dan Aydınlanmaya Kadar, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1996, s. 260, 264.

(23) Asıl adı Marie Jean Antoine Nicolas de Caritat olan Marquis de Condorcet (1743-1794), matematikçi, iktisatçı, filozof ve siyaset adamı olarak Devrime önemli katkılarda bulundu. Geniş bilgi için bkz. Tanilli, Portreler, 1989, s. 179-183. Condorcet’nin kadınlarla ilgili görüşü, genel ve egemen olan anlayıştan farklıydı, kadınların siyasette yer almalarının doğru ve gerekli olduğu kanısındaydı.

(24) Hobsbawm, s. 79; Goodwin, s. 115; Süßenberger, s. 208-292.

(25) Papaz Emmanuel Joseph Sieyès (1748-1836), “Tiers État Nedir?” başlıklı çığır açan bir kitap yayımlamıştı (Qu’est-ce que le Tiers-État?, 1788). Geniş bilgi için bkz. Hobsbawm, s. 151 vd.; Willms, s. 120 vd.; Tanilli, Portreler, s. 151-156.

(26) États Généraux “söz Fransızların” diyordu ama kadınlar herhalde Fransız sayılmıyordu ki, Cahiers de Dolèances’ların hazırlanması kurullarında hiçbir zaman tek bir kadın bile yer alamadı.

(27) Asıl adı Marie Gouze olan Olympe de Gouges (1748-1793), güney Fransa’da bir kasabın kızıydı. Kilise okulu dışında eğitim görmemişti, erken evlenmiş, eşinin soyadını almayı reddetmiş, kocasının ölümü üzerine yirmili yaşlarının sonuna doğru gittiği Paris’te Fransızca öğrenmiş, orada sanat ve siyaset ortamlarına dalmıştı. Yazar olmak istedi, romanlar ve sahne oyunları yazdı. Geniş bilgi için bkz. Rullmann, 1996, s. 254-264 (evliliğin “aşkın ve güvenin mezarı” olarak nitelenmesi ona aittir, s. 256); Davies, s. 764-66.

(28) Rowbotham, s. 44.

(29) Rowbotham bu durumun 1848’de de sürmekte olduğunu belirtiyor, bkz. s. 141.

(30) Tanilli, Portreler, s. 226.

(31) Goodwin, s. 132.

(32) Jacques-Louis David (1748-1825), yeni-klasik üslubun başlıca temsilcisi olarak ünlenmişti ama bütün resmi gösteri, geçit ve törenlerin giyim ve dekorasyonunu yapmaktaydı. Resim sanatındaki tutuculuğa karşı yenilikçiliğin merkezi olmuştu. Konvansiyon’da Meclis üyesiydi. Tablo konusunda bilgi için bkz. E.H. Gombrich, Sanatın Öyküsü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1980, s. 382.

(33) Wollstonecraft (1759-1797), soylu değildi, hiç okula gitmemişti, yedi çocuklu bir ailenin ikinci kızıydı, ama Devrime duyduğu ilgi sayesinde kendini yetiştirmiş, Devrimin ürünü ve kadın hareketinin öncülerinden olmuştu (geniş bilgi için bkz. Rullmann, 1996, s. 266-276).

(34) Rowbotham, s. 46.

(35) Adını, Mayıs 1838’de yazılan People’s Charter’dan (“Halkın Bildirgesi” demektir) alan İngiltere’deki ilk işçi sınıfı hareketi. Chartist hareket, taleplerin kabul edilmemesi üzerine Kasım 1839’da bir ayaklanma başlattı. O dönemde ezilen ve dağıtılan Chartistler 1836’de tekrar canlanacaklardır.

(36) Luciano Canfora, Avrupa’da Demokrasi / Bir İdeolojinin Tarihi, Literatür Yayınları, İstanbul 2010, s. 84.

(37) Yazar Anna Louse Germaines Necker de Staël-Hostein (1766-1817), İsviçreli banker “Necker’in biricik kızı”ydı. Devrim günlerine doğru Fransa’da maliye bakanlığı yapmış babasının yönlendirmesiyle iyi bir eğitim gördü. “Salon”u Paris kültür, sanat ve siyaset hayatının önemli bir unsuruydu. Devrime mesafeliydi ama cumhuriyetçiydi. Kraliçenin idamına karşı çıkmış, daha sonra da istikrar getireceği gerekçesiyle Napoleon’u desteklemişti. Eleştirel değerlendirmeleri ve “Fransa’ya ayna tutmak” istemesi yüzünden Napoleon tarafından ünlü De l’allemagne kitabı yasaklanmış ve imha edilmişti. Bu eserde iki toplum karşılaştırılmaktaydı. Mme de Staël konusunda geniş bilgi için bkz. Marit Rullmann vd., Kadın Filozoflar - II / Romantizmden Modernizme Kadar, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1998, s. 39-48. Bazı kitaplarını Devrime ithaf etmişti (Willms, s. 300).

(38) 260 x 325 cm. boyutlarındaki bu ünlü Fransız Devrimi tablosunun ressamı, ilk modernlerden Ferdinand-Victor-Eugéne Delacroix’dır (1790-1863). Annesi, XVI. Louis’nin başbakanının kızıydı. Soylu aileden gelen ressam iyi bir eğitim görmüştü ve eserlerinde tarihsel konuları ele almayı seviyordu. Resim sanatını çok etkiledi. Romantik devrimcilerle ilişki içinde oldu (besteci ve Polonyalı yurtsever Chopin bunların arasındadır). Sözü edilen tablo ile ilgili olarak bilgi için bkz. Hobsbawm, s. 290.

 

Kaynaklar:

AULARD, A., Fransa İnkılabının Siyasi Tarihi – Demokrasinin ve Cumhuriyetin Kaynakları ve Gelişmesi / 1789-1804, 3 cilt, TTK Yayınları, Ankara 1987.

BERTAUD, Jean-Paul, Alltagsleben Während der Französischen Revolution, Verlag Ploetz, Freiburg-Würzburg 1989.

DAVIS, Norman, Avrupa Tarihi / Doğu’dan Batı’ya, Buz Çağı’ndan Soğuk Savaş’a, Urallar’dan Cebelitarık’a Avrupa’nın Panaroması, İmge Kitabevi, Ankara 2006.

GOODWIN, A., Die Französische Revolution, Fischer Bücherei, Frankfurt am Main 1964.

GÜNEŞ, Özgür, “Fransız Devriminde Kadın”, Kadınların Kurtuluşu, sayı 3, Aralık 1989, s. 12-19.

HIPPEL (Hrsg.), Wolfgang von, Freiheit Gleichheit Brüderlichkeit? / Die Französische Revolution im deutschen Urteil, dtv, München 1989.

HOBSBAWM, Eric, Devrim Çağı / 1789-1848, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 2005.

LEE, Stephen J., Avrupa Tarihinden Kesitler / 1789-1980, Dost Kitabevi, Ankara 2004.

LEX, Hans-Eberhard, An den Stätten der Französischen Revolution, Knaur, München 1989.

ROWBOTHAM, Sheila, Kadınlar Direniş ve Devrim, Payel Yayınları, İstanbul 1994.

SOBOUL, Albert, 1789 / Fransız İnkılabı Tarihi, Cem Yayınevi, İstanbul 1969.

SÜßENBERGER, Claus, Im Schatten des Schafotts / Lebenwege zwischen Bastille und Guillotine, Bechtermunz Verlag, Augsburg 2000.

TANİLLİ, Server, Dünyayı Değiştiren On Yıl / Fransız Devrimi Üstüne (1789-1799), Say Yayınevi, İstanbul 1989.

TANİLLİ, Server, Fransız Devriminden Portreler, Say Yayınevi, İstanbul 1989.

WIELAND, Meine Antworten / Aufsätze über die Französische Revolution, Marbacher Schriften, Marbach am Neckar 1983.

WILLMS, Johannes, Tugend und Terror / Geschichte der Französichen Revolution, C.H.Beck, München 2014.

ZWEIG, Stefan, Marie Antoinette / Vasat Bir Karakterin Portresi, Can Yayınları, İstanbul 2010.

Alp Hamuroğlu

Bu yazı Bilim ve Ütopya'nın mart 2016 sayısında yayımlanmıştır.

Tarih
Etiketler
fransız devrimi
kadınlar
alp hamuroğlu
kadınlar günü
8 mart
versailles yürüyüşü
olympe de gouges
charlotte corday
bilim ve ütopya