Bipedalizme ne kadar uygunuz?

Fosil kayıtlarına bakacak olursak, yaklaşık yedi milyon yıldır belli bir düzeyde iki ayağımızın üstünde yürüdüğümüzü görürüz. Belli düzeyde diyorum, çünkü öncül iki ayaklı atalarımızın bipedalizmi bizimkinden farklıydı. Kolları bacaklarından uzundu ve omurgaları henüz tam olarak bizimki gibi değildi. Ayrıca evrim sürecinde bir özellik pat diye kazanılmaz, “kazanılmaya başlanır.” Evrimde, aniden özellik yükleme gibi bir durum söz konusu değildir.

Bipedalizm, anatomimizde köklü değişimler meydana getirmiştir. Kafatasımızın omurgamıza oturmasını sağlayan deliğin konumundan ayak iskeletimize kadar pek çok bölge, bu değişimlerden nasibini almıştır. Bipedalizm bize ciddi kazanımlar sağlamıştır. Zaten doğal seçilim süreciyle desteklenmesinin sebebi de bu. İki ayağımız üzerinde yürürsek ellerimiz serbest kalır ve alet yapıp kullanabiliriz. Ya da ailemize daha fazla yiyecek ve su taşıyabiliriz. Bununla birlikte daha geniş bir görüş açısı elde eder ve daha uzak mesafeleri görebiliriz. Bunlar, bipedalizmin bize kazandırdığı önemli birkaç şey. Fakat bu sürecin bir de diğer yüzü var. Yazının devamında bipedalizmle ilişkili bazı olumsuzlukları bulacaksınız.

Doğumdaki zorluklar
Bugün iki ayağımızın üzerinde nispeten rahat bir şekilde yürüyebiliyoruz. Fakat bunun için milyonlarca yıl geçmesi gerekti. Halen bipedalizme tam olarak adapte olmuş sayılmayız. Çünkü bedenimizde bazı ciddi sorunlar var. Mesela doğum esnasındaki zorluklar bunun bir sonucu. İki ayaklı bir canlı, tahmin edeceğiniz üzere, dört ayaklılara kıyasla farklı şekilde doğum yapar. Doğum sırasındaki zorluklar, doğada oldukça ender gözlemlenir. Atalarımız bipedalizme uyum sağlarken pek çok çocuk ve anne hayatını kaybetti. Fakat bazı kadınların leğen kemiği (pelvis) boşluğu daha genişti. Onlar nispeten daha kolay doğurabiliyorlardı. Bu yüzden leğen kemiği boşluğu geniş olanların sayısı gittikçe arttı. Fakat bu genişleme belli bir noktaya kadar gidebilirdi. Çünkü artmaya devam etseydi, kadınlar dengeli yürümekte zorlanmaya başlayabilirdi. Bu yüzden bebekler küçük bir beyinle doğuyor ve beynin büyüyüp gelişmesi yıllarca sürüyor. Bir kadın iskeletini inceleyecek olursanız, kuyruk sokumu kemiğinin kıvrım yapmadan aşağı indiğini görürsünüz (bkz: Görsel 1). Neredeyse her anatomik bölgede olduğu gibi, burada da istisnalar var. Her kadının leğen kemiği, doğum için yeterince geniş olmayabilir. Ya da kuyruk sokumu kemiği az da olsa kıvrım yapabilir. Bu durumdaki bir bireyin bebeği, doğum kanalından çıkamayıp ölebilir. Bugün tıptaki gelişmelerle birlikte, sezaryen yöntemiyle pek çok anne can kaybı olmadan doğurabiliyor. Fakat mağaralarda yaşayan atalarımız için durum farklıydı…

Peki, doğum esnasında bebeğin hareketleri nasıldır, sorusu aklınıza gelebilir. Bebek doğum kanalına girdiği zaman, enine daha geniş olan bu giriş bölgesinde başı annenin sağına ya da soluna dönüktür. Bu durum başın daha uzun olan ön-arka kuturunun enine geniş olan bu bölgeyle uyum içinde olmasını sağlar. Pelvisin alt kısmında doğum kanalının çıkışında ise ön-arka çap daha uzundur ve bebeğin başını çevirmesi ve yüzünün dorsale bakması gerekir. Kuyruksuz büyük maymunlarda, başın pozisyonu aynıdır ve bu şekilde bir manevraya ihtiyaç yoktur. Dolayısıyla doğum daha rahat bir şekilde gerçekleşir. Bir şempanze veya goril yavrusu, yüzü yukarı bakacak şekilde doğar. İnsanlarda ise aksine, bebekler yüzü aşağı bakacak şekilde doğar. 

28 bin yıl kadar önce nesli tükenen kuzenlerimiz olan Neandertal insanlarının beyin hacmi ortalaması, 1500 cc civarındaydı. Bu miktar, beyin hacmi ortalaması 1350 cc olan modern insana kıyasla daha büyüktür. Dolayısıyla Neandertallerin de doğum sırasında ciddi zorluklar yaşamış ve aile bireylerinin yardımına ihtiyaç duymuş olması, çok muhtemeldir.

 

Mertcan ERİCE
Antropolog

Yazının tamamı Bilim ve Ütopya'nın nisan 2018 sayısında!

Antropoloji