Bilimin gelişim süreci: Antik çağda bilim

Yazan
Prof. Dr. Cemal YILDIRIM
Yazının Okunma Süresi
17 dakika

Bilim insana özgü değişik yeti ve özellikleri içeren karmaşık bir etkinliktir. Giriş bölümünde bilimin kimliğini genel değinmelerle belirlemeye, kültür bağlamındaki önemini belirtmeye çalıştık. İleride bilimi araştırma, bilgi üretme ve gerçeği arayış boyutuyla ele alacak, eleştirel düşünme yöntemi olarak daha derinlemesine işleyeceğiz. Ne var ki, tarihsel gelişmesine bakmaksızın bilimi yeterince anlamaya olanak yoktur. Bu bölümde bilimin gelişme sürecini kalın çizgilerle belirtmeye çalışacağız. Daha ayrıntılı bilgi için okuyucu isterse yazarın Bilim Tarihi'ne başvurabilir. (1)

Bilimsel gelişmenin niteliği

Bilimin gelişmesine iki değişik açıdan bakılabilir. Çok yaygın olan bir bakış açısından bilim yavaş ve sürekli ilerleyen bir bilgi birikimidir. Yeni ama daha çarpıcı bir bakış açısından da bilimin gelişmesi, kuramsal düzeyde devrimsel atılımlara dayanır. Bu iki bakış açısı ilk bakışta çelişik görünse de, daha geniş bir perspektifte birbiriyle bağdaşır niteliktedir. Bilimsel gelişme tek boyutlu bir süreç değildir. Bilim bir yanıyla bir bilgi birikimidir. Bu yanıyla bilimsel gelişme yavaş, kimi duraksamalara karşın sürekli ilerleyen bir etkinliktir. Öte yandan bilim tarihi bilimsel gelişmenin zaman zaman devrimsel nitelikte köklü değişiklikler sergileyen bir süreç olduğunu da ortaya koymaktadır. Öyleyse bilim, bir kuramsal açıklama etkinliği olduğu ölçüde devrimsel, gözlem ya da deneye dayanan bir bilgi birikimi olduğu ölçüde evrimseldir. Örneğin geçmişte göksel nesnelerin konum ve devinimlerine, gazların davranışına, düşen cisimlere vb. olgulara ilişkin yapılan gözlem veya deneylerin sonuçlan büyük ölçüde bugün için de geçerlidir. Bunları görmezlikten gelip, yeniden keşfetme yoluna gitmeye gerek yoktur. Oysa kuramsal atılımlar için öyle bir genelleme yapılamaz. Bilimde kuramın işlevi olgusal deneyimlerimize ışık tutmak, beklentilere ters düşen gözlem veya deney sonuçlarını açıklamaktır. Ne var ki, getirilen bir açıklama alternatif açıklamaları olanaksız kılmaz. Başka bir deyişle bir olgu ya da olgu kümesine değişik kuramlarla değişik açıklamalar getirebilir. Üstelik şimdi yeterli görünen bir kuram bir süre sonra yeni olgusal verilerin ortaya çıkmasıyla yetersiz kalabilir. Bu demektir ki daha doyurucu kuram arayışı bilimde bitmeyen bir gereksinmedir. Gözlemsel bilgi birikimi türünden kuramsal bir birikim yoktur. Bu nedenle, bilimsel gelişmeye “açılma” ve “pekişme” diye iki dönemli bir süreç olarak bakmak daha yerinde olur. Kuramsal düzeyde imgesel atılımlara dayanan açılma, olgusal düzeyde ise, gözlem veya deney veri birikimine dayanan pekişme söz konusudur. Köklü ve kapsamlı bir açıklama getiren her kuramı, çoğu kez uzun süren bir pekişme dönemi, her pekişme dönemini er geç daha doyurucu bir kuram arayışı izler. Bilimin tarihsel gelişimi başka bir açıdan da tartışma konusu olmuştur. Bilimi, gelişme dinamizmini kendi içinde taşıyan salt entelektüel bir etkinlik olarak algılayan klasik görüş, bu görüşe karşı bilimin gelişme dinamizmini kültürel etkenlerin de ötesinde ekonomik koşullara bağlayan Marksist görüş. Geçmişte sert tartışma ve kınamalara yol açan karşıt uçlardaki bu görüşlerin ikisi de günümüzde geçerliliklerini yitirmiştir. Bilim ne sosyal ve kültürel ortam dışında kendi başına bir etkinlik ne de salt ekonomik koşullarla belirlenen bir gelişmedir. Bilim entelektüel bir etkinlik olduğu kadar sosyal bir olgudur; ekonomi, teknoloji, politika gibi sosyal; sanat, din ve diğer değer yargıları gibi kültürel etkinliklerin oluşturduğu ortam elverdiği ölçüde gelişme olanağı bulur.

Bilimin tarihsel gelişimine baktığımızda başlıca üç dönüm noktası görmekteyiz. Bunlardan ilki Babil ve Mısır’da büyük ölçüde ampirik düzeyde kalan bilgi birikimiyle antik Grek düşüncesinin birleşmesiyle ortaya çıkan Helenistik dönemdir. İkinci dönüm noktası bilimin Rönesans sonrasında yer alan büyük atılımdır. Üçüncü dönüm noktasını, yüzyılımızın ilk çeyreğinde ortaya çıkan Relativite ve Kuantum teorileri simgelemektedir.

Tartışmamızın geri kalan bölümünde bu üç dönüm noktasını gözden geçireceğiz.

Eski Mezopotamya’da ve Mısır’da bilim

Bilimde ilk adımların İndus, Fırat-Dicle ve Nil nehirleri çevrelerinde kurulu eski uygarlıklarda atıldığını görüyoruz. Bu uygarlıklar, bilimsel etkinlik için gerekli sosyal ve teknolojik koşullar bakımından elverişli ortama sahipti. Tarımda da oldukça ileri bir düzeye ulaşmışlardı. Tarla sürme ve sulama, tekerlekli taşıt aracı kullanma, hayvanların işgücünden yararlanma vb. uygulama becerilerinde belirgin bir gelişmişlik içindeydiler. Üretimleri yalnız çalışan kesimi değil, kendilerini din ve bilime adamaya yönelik bir seçkinler takımını da beslemeye elveriyordu. Daha da önemlisi, bu uygarlıklarda iletişime ve deneyimle kazanılan bilgi ve becerilerin birikimine büyük kolaylıklar sağlayan yazı dizgeleri oluşmuştu. Uygarlıkları Mezopotamya’da İ.Ö. 3000 yıllarında yeşeren Sümerliler, yazılarını yumuşak balçık tabakalar üstüne yazıyorlardı. Mısırlıların yazı yöntemi daha gelişkindi: Kayıtlar, bitkiden elde edilen bir tür kâğıt üzerine mürekkeple yapılıyordu. Basit ölçme ve hesaplama işlerine olanak veren matematik bilgileri de vardı. Özellikle Nil vadisinde arazi ölçme pratiği birçok geometrik kavramların oluşmasına yol açmıştı. Örneğin, Pi (*) sayısı, dik açılı üçgen vb. geometrik şekillerin özellikleri bilinmekteydi. Mısırlılar geometride, Babilliler ise daha çok aritmetikte ilerdeydiler. Dairenin 360 dereceye, günün 24 saate, bir saatin 60 dakikaya, bir dakikanın 60 saniyeye bölünmesi pratiğini Babillilere borçluyuz. Onlar yılın uzunluğunu sadece yaklaşık dört dakikalık bir hatayla hesaplayabilmişlerdi.

Babillilerin üstelik astronominin temellerini atarak bilime öncülük ettikleri söylenebilir. Astronomide ilk önemli adımların Babil’de atılması rastlantı değildi. Bilindiği gibi astronomi öncelikle iki koşulun sağlanmasına dayanır. Dikkatli gözlem alışkanlığı, iyi matematik bilgisi. İki alanda da Babillilerin başarısı oldukça parlaktı. Göksel nesnelerin devinimlerindeki düzenlilik Babilli gözlemcilere matematiksel becerilerini en üst düzeyde kullanma, öğrendiklerini matematiksel olarak dile getirme olanağı sağlıyordu. Kuşkusuz astronomideki bu atılım büyük ölçüde kimi seçkinlerin salt bilgi arayışının ve anlama merakının ürünüydü. Ne var ki, elde edilen bilgilerin çok geçmeden tarımda pratik uygulamalar bakımından değeri görülür. Örneğin bu bilgilere dayanılarak geliştirilen takvimin tarıma büyük yararlar sağladığı bilinmektedir.

Klasik dönem Yunan düşünürleri

Ancak bu gelişmeler önemli adımlar olmakla birlikte kapsam ve derinlik yönünden sınırlı, çoğunluk gözlem düzeyinde kalan çalışmalardı. Bilim dikkatli ölçme ve gözlemsel veri toplama işlemi olmaktan daha ileri bir çalışmadır. Bilimin ölçme ve gözleme dayandığı doğrudur, ama bunların yanı sıra düşünme ve irdelemeyi içeren ussal bir etkinlik olduğu da yadsınamaz. Babilliler ile Mısırlıların gözlem ve ölçme düzeyindeki pratiğe de yansıyan başarılan küçümsenemez kuşkusuz; ama bilimin gerçek anlamda kimlik kazanması, gözlemsel sonuçların belli kavramsal ilkeler çerçevesinde düzenlenmesi ve açıklanmasıyla olasıydı. Bilim bu aşamaya, bir ölçüde de olsa Helenistik dönemde ulaşır. Antik Grek düşünürlerinin gözlemden çok spekülatif düşünmeye ağırlık verdikleri bilinmektedir. Aristoteles’e gelinceye dek, hatta daha sınırlı tutulmakla birlikte Aristoteles’te bile, doğayı açıklama bütüncül metafizik türden bir arayıştı. Ussal düşünme ile gözlemsel verilerin karşılıklı etkileşimini içeren bilimsel yöntemin ilk belirgin örneğini, Helenistik dönemin seçkin araştırmacısı Archimedes’in çalışmalarında bulmaktayız.

Antik Yunan’da yaşam pratik sorunlardan çok kuramsal tartışmalara yönelikti. Toplum bir açıdan düşünsel etkinliklere olanak tanıyan demokratik bir tutum içindeydi; diğer bir açıdan belli bir elit sınıfa ayrıcalık sağlayan bir yapı sergiliyordu. El emeği gerektiren kaba işler neredeyse tümüyle “köle” sayılan kalabalık sınıfa yüklenmişti; küçük seçkin tabaka ise zamanını sanat etkinlikleri ve metafiziksel tartışmalarla doldurma ayrıcalığına sahipti. Onlar için sorun günlük geçim değildi; önemli olan gerçeği anlamak, yaşamın anlamını kavramaktı.

İlk dönem (İ.Ö. 600-300) Yunan düşünürleri için felsefe ile bilim iç içe birlikte bir etkinlikti. Thales, Anaximenes, Parmenides, Pythagoras, Empedocles, Anaxogoras, Democritus vb. gerçekte bilime yönelik filozoflardı. Düşüncelerinin odağında evrenin temel niteliğini, nesnelerin ortak tözünü belirleme uğraşı yer alıyordu. Tartışmaları felsefeyle sınırlı kalmıyor, matematik, astronomi, fizik, tıp gibi alanları da kapsıyordu. Özellikle astronomi ve matematikte başarıları son derece parlaktı. Geometriye ilişkin pek çok önermeleri Mısırlılar bulmuştu; ancak bunların mantıksal ispatı Yunanlıları beklemiştir. Bunun çarpıcı bir örneğini Pythagoras teoreminde bulmaktayız. Dik açılı üçgenin geometrik özelliklerini hem Mısırlılar hem Babilliler bilmekteydi. Ama teoremin ispatını ilk veren Pythagoras olmuştur. Aritmetikte geometrideki kadar başarılı olmamakla birlikte, asal sayı (1 ve kendinden başka hiçbir sayıya bölünemeyen sayı), irrasyonel sayı (bayağı kesir olarak yazılamayan sayı) vb. önemli bazı buluşlarından söz edilebilir. Ama onların matematikteki en büyük atılımı hiç kuşkusuz geometriyi aksiyomatik bir dizgeye dönüştürme başarısında kendini göstermektedir. Euclides'in kurduğu aksiyometik dizge tarih boyunca dedüktif düşünmenin gücünü ortaya koyan en çarpıcı örnek olmuştur.

Helenistik dönem

Aristoteles’le sona eren klasik dönemi, Helenistik dönem izler. Bu yeni dönemde entelektüel etkinliklerin merkezi Atina’dan İskenderiye’ye geçmiştir. Euclides'in yanı sıra Archimedes, Aristarchus, Hero İskenderiye’de yetişen bilgin- mühendisler arasında başta gelen adlardır. Göksel nesnelerin devinimlerini matematiksel olarak açıklayan Ptolemy de ünlü Almagest adlı yapıtını İskenderiye’de yazmıştı. Ptolemy sistemi Copernicus devrimine kadar geçen 1500 yıl boyunca egemenliğini sürdürür.

Helenistik dönem metafiziksel spekülasyonların değil, bilimsel ve teknolojik etkinliklerin ön planda yer aldığı bir dönemdir. Modem uygarlığın özünü oluşturan bilimin oluşmasında, iki temel öğenin (Babillilerin sayısal ve nicel bilgi edinme tekniği ile klasik Yunanlıların ispata yönelik mantıksal düşünme yönteminin) kaynaşması başlangıç noktası oluşturmuştur. Archimedes'in hidrostatiği ve kaldıraç yasası gibi, Ptolemy astronomisi de bu kaynaşmanın daha o dönemdeki ürünleridir. Ne var ki, bu dönem İ.S. 3. yüzyıldan sonra atılım gücünü yitirmeye yüz tutar, çok geçmeden pek çok yaratıcı etkinlik gibi bilim de Ortaçağın karanlığına gömülür. Gerçi 8. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar İslam dünyasında önemli bilimsel çalışmaların olduğu; tıp. kimya ve matematik alanlarında kimi ilerlemelerin kaydedildiği bilinmektedir; ama genelde Arapların bilimde özgün atılımlardan çok Yunan kaynaklarını aktarma ve yorumlama tutumu içinde kaldıkları söylenebilir.

Orta Çağ’da kilise tekeli

Orta Çağ’da bilim kilisenin tekelinde, dinsel bağnazlığın buyruğuna girmişti. Bu kısır ortamda daha sonra ortaya çıkan skolastik felsefe, her ne kadar Aristoteles mantığı çerçevesinde rasyonel düşünceye büyük bir güç kazandırdıysa da, temelde teolojik içerikli bir metafizik olmaktan ileri geçmedi. Daha da kötüsü, zamanla tüm özgür arayışlara kapalı; olgusal dünyayı anlamaya değil, dinsel dogmaları ispatlamaya yönelik döngül düşünme geleneğine dönüşmeye yüz tuttu. İleride özgür atılımları ölüm cezasıyla yasaklayan engizisyon bu geleneğin bir aracıydı.

Bilimde ilk canlanma 12. ve 14. yüzyıllar arasında Batı Avrupa’da kimi öğretim merkezlerinin oluşmasıyla başlar. Bu merkezler çok geçmeden Paris, Oxford, Cambridge ve Padua Üniversitelerine dönüşür. Çeviri yoluyla klasik Yunan kaynaklarına dönüş, düşünce ortamına büyük bir canlılık getirmişti. Ne var ki Aristoteles bu dönemde de etkisini sürdürür; yapıtları, bulunmaz birer hazine, bilim anlayışı, dünyayı açıklayan bir düşünce dizgesi, yetkin bir araştırma yöntemi olarak algılanıyordu. Oysa bu anlayışın bilim için, birtakım olumsuzlar içerdiği daha sonra ortaya çıkacaktır.

Aristoteles için filozof-bilgin diyebiliriz. Bilimde başlıca ilgi konusu biyoloji idi. Aristoteles’in mantığın bir disiplin olarak ilk kurucusu olduğu halde, matematiğe uzak durmuş olması bilimin gelişmesini aksatan olumsuzluklardan biridir.

Değineceğimiz ikinci bir olumsuzluk canlıların büyüme ve davranma biçimlerini açıklamada Aristoteles'in “ereksel” yaklaşımıdır. “Teleolojik” diye bilinen bu yaklaşımda özellikle canlı dünyada başlangıçtaki nedensel etkenler değil, amaca yönelik eğilim vurgulanmaktaydı. Ancak ereksel açıklama, insan davranışları bakımından yersiz görülmese de, bitki ve hayvanların büyüme ve yayılma süreçleri bakımından yüzeysel bir açıklamadır. Canlıların belli amaçları gerçekleştirmeye yönelik oluşumlar içinde olduğu savı bilimsel bir açıklama olmaktan çok, kolaya kaçan ilkel bir açıklamaydı. Aristoteles’in fiziksel nesnelerin devinimini de kapsayan teleolojik ilkesi 17. yüzyıla gelinceye dek bilimin gelişmesini köstekleyen güçlü bir bağ olmuştur. Bilimin yeniden doğuşu için öncelikle bu anlayışın yıkılması gerekiyordu. Aristoteles’in düşünce yapısında bilimin gelişmesini olumsuz yönde etkileyen bir üçüncü etkenden daha söz edilebilir: Bu mantık ve matematik gibi bilimin de doğruluğu apaçık birtakım ilkelerden yola koyulması kanısıydı. Örneğin, göksel nesnelerin devinimlerinin çembersel olduğu o türden doğruluğu apaçık bir ilkeydi. Bu ilke tartışılmaz bir doğruydu, çünkü göksel cisimlere ancak öyle yetkin devinim biçimi uygun olabilirdi.

Doğruluğu apaçık ilkelerden yola çıkma mantık ve matematikte geçerli ve kaçınılmaz bir yöntemdir. Oysa olgusal içerikli bilimde doğruluğu apaçık ilkelerden söz edilemez; bilimde başvurulan tüm ilkeler, son çözümlemede birer hipotez olmaktan ileri şeyler değildir. Bilimin yeni bir gelişim sürecine girmesi bu tür önyargıların yıkılmasını beklemiştir. Matbaanın ortaya çıkmasıyla kilisenin bilgi üzerindeki tekelinin kırılması, iletişimin hızlanıp yaygınlık kazanması bu sürece yol açan yeni arayışları besleyen en büyük etken olmuştur.

Dipnotlar

(I) Yıldırım. C.; Bilim Tarihi. 4. basım. Remzi Kitabevi. 1994.

Bu yazı Bilim ve Ütopya’nın Haziran 1995 sayısında yayımlanmıştır.

 

Bilim Tarihi
Etiketler
bilim
antik dünya
bilim tarihi